- 721 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
SINIFA BAHAR GELDİ
(Müebbetlik Hayatım’dan)
Yirmi yaşımda, askere gitmem gerekirken, yeniden eğitim hayatıma döndüğüm dönem 1975-76 eğitim yılı idi.
Ülkede siyasî kaos bütün hızıyla artmaya devam ediyor; gençlik, halk, polis, memur hatta askerler bile sağcı- solcu diye ayrışıyordu.
Okulumun olduğu Pendik ilçesinin merkezinde sağ kesim hâkimdi. Sadece Boşnakların çoğunlukta yaşadığı Sapanbağları’nda solcular çoğunluktaydı.
Okulda belli başlı solcu, günümüz sanatçılarından Nurseli İdiz ve müdürümüzün oğlu Raif vardı. Özellikle Nurseli susturalamazdı.
Dönemin MC hükümeti, sırf oğlu sol siyaset yapıyor diye, Ahmet Erişen gibi saygın bir eğitimciyi, okulunda asla siyaset yaptığı görülmeyen o muhterem insanı, sürgüne göndermeye kalkmak gibi bir saçmalığa imza attı. O da istifa etmek zorunda kaldı.
Ben köyümde ve okulumda edindiğim izlenimlerden dolayı iki tarafa da mesafeli durmaya çalıştım. Milliyetçilik hepimizde doğuştan var olan bir duygudur. Ancak o günün temsilcilerinin çoğu, benim bildiğim milliyetçiliğe hiç de yakışan kişiler değildi. Aynı şekilde çağdaşlık, ilericilk, özgürlükçülük, devrimcilik de en insanî duygularımızdı. Fakat solcuların içinde de davaya yakışmayan kişiler vardı. En güzeli iki tarafın da doğrularını alıp yanlışlarını terk etmekti benim için. Ben de bunu yapmaya çalıştım.
Yaşım ileriydi ve hem çalışıp hem okumak zorundaydım. Öğretmenlerime ve babama söz vermiştim.
İçimdeki sevgi özlemine hiç bir zaman engel olamadım hayatta. Başıma gelen onca acıdan sonra yine de aşkı, sevgiyi aramayı sürdürdüm. Sonunda mutlaka bulacağıma inandırmıştım kendimi.
Hemen yan sınıfımızda , bana göre orta boylu ( Benimki bir altmış),kumral saçlı, gözlüklü, saçları omuzunda fakat toplu, hafif tombul yanaklı, ciddî olduğu kadar da sevecen bakışlı, gördüğümde içimin kıpırdadığı bir kıza kaptırmaya başladım kendimi. Onda beni çeken bir şeyler vardı. Her teneffüste gözlerim onu aramaya başladı. Karşıdan karşıya seyretmekten kendimi alı koyamıyordum.
Bir gün kot pantolon giymiş gördüm onu. Üstelik yine teneffüste, yine sınıflarının önünde. Galiba bir geziye gideceklermiş ; o yüzden serbest giyinmişler. Erkekler lâcivert ceket, gri pantolon zorunluluğuna pek uymasalar da,kızlar, beyaz bluz ve lâcivert forma zorunluluğuna uymak zorundaydılar. Galiba çifte standart dedikleri bu oluyordu.
Bir köylü çocuğuydum ben. Üstelik biraz da muhafazakârdım galiba. Şalvarlı, yeldirmeli kızlar gördüm daha çok köyümde. Dizden yukarı etek giyenleri, kot pantolon giyenleri bile yadırgadım o dönemde. Oysa mesleğim de sinemacılıktı ve yıllarım Beyoğlu gibi bir semtte geçti. Yıllarca İstiklâl Caddesi’nden giyindim. Bu da benim çifte standardımdı galiba.
Adının Bahar olduğunu ,sınıfının hatta okulun en çalışkan, örnek öğrencilerinden biri olduğunu öğrendiğim bu güzel kıza, bu yeni yürek yangınıma, kot pantolonu bir türlü yakıştıramadım. ’ O bana göre değil !’ deyip kenara çekildim. Teneffüslerde onu seyretmekten vaz geçtim. Gördüğümde de kaçmaya başladım.
Bir gün yine teneffüste dışarıya çıkmayıp içeride kalmayı tercih ettiğimde, sınıfın kapısında Bahar’ı gördüm. Şaşırdım, heyecanlandım hatta kızardım bile. Üstelik doğruca benim yanıma geliyordu. Heyecanım daha da arttı. Yüzündeki o içimi yakan, asla yapmacık olmayan, kendine özgü gülümseyişiyle yanıma kadar geldi. Teneffüs olmasına rağmen elinde defter vardı. Genelde öyle olurdu zaten. Çoğu zaman teneffüste bile ders çalışırken görmüştüm onu. ( Ona inek diyeni vururum; ona göre )
- Behice Hanım geldi mi bu gün; gördün mü ?
Allah Allah ! Bu güne kadar tek kelime konuşmamıştık. Tanışmamıştık da ! Birbirimizin isimlerini bilip bilmediğimizden bile haberimiz yok. Bu ne samimiyet böyle ? Herhalde okulun tanınmış simalarından olduğundan ve benim de mutlaka onu tanıdığımdan emindi. Ben de tanınmıştım artık. O da beni bu yüzden mi tanıyordu acaba ? Yoksa, çoktan farkına varmış mıydı ona olan ilgimin ? Peki ; bir kot pantolon yüzünden ondan vaz geçtiğimi de biliyor muydu ?
Sevgiyi görmeden büyüyen biri, sevdiği insana bile gösteremiyor sevgisini. Ne kadar vaz geçsem de aslında sevdiğim biriydi karşımda duran bu güzel kız. Aslında sevilmeyi hak eden biriydi. Tanıdığım insanların içinde, belki de en çok o hak etmişti sevilmeyi.
- Ne yapacaksın Behice Hanım’ı ? diye sordum, bozuk atar gibi, azarlar gibi.
- Şey, merak ettim işte. Bize dersi var da bu gün..
Şaşırmıştı. Böyle ters bir davranış beklemiyordu benden. Kim bilir, belki de sadece bahanesiydi sorduğu soru. Aslında benimle tanışmak, bana bir şans vermekti amacı. Yoksa teneffüste bile ders çalışan onun gibi biri, bir hocanın gelmeyip de dersin boş geçmesini arzu edecek değildi ya !
- Behice Hanım benim annem sayılır. Ben onu çok severim. Elbette ki gelmiştir , niye gelmesin ! derken sanki kavga ediyordum karşımdaki o dünyalar iyisi, içimi halâ eriten, ısıtan, gözlerimin önünden gitmeyen, sanırım yaşadıkça da gitmeyecek olan güzel kızla !
Kıpkırmızı oldu. Dayak yemiş, hakarete uğramış gibi hissetti kendini.
- Şey, aslında ben de çok severim onu, deyip sertçe döndü arkasına ve hızla uzaklaştı sınıftan.
Ben sanki hiç bir şey yapmamışım gibi oturdum yerime. Bu halim hayatta bana çok şey kaybettirdi. Yazmak kısmet olursa, ileride anlatacağım gibi, Bahar’ı tamamen yine bu saçma tavırlarım yüzünden kaybettim.
Oysa yıllar sonra onunla geçen günlerimi ve tüm hayatımı gözlerimin önünde canlandırdığımda ; onun bana Tanrı’nın bir lûtfu olduğunu , ancak benim bunu anlayamadığımı, onu kazanmayı beceremediğimi çok iyi anlıyorum.
(Devamı ; Engelli Sevgilim )
Fikret TEZAL
YORUMLAR
sevgili tezal çok güzel bir anlatım..... müebbetlik hayatım adlı romanının pasajları hepsi ayrı ayrı yazılmış gibi okuyucuyu içine çekiyor....roman ne zaman bitecek....merakla bekliyoruz her şey unutuluyorda ilk aşklar unutulmuyor devamını bekliyoruz saygılar
Fikret TEZEL
Bir hayattan ne çok öykü çıkıyor, değil mi? Acıların içinden güzellikleri çıkartmak lazım. En azından sakin, durağan bir hayatınız olmamış. Sürekli yeni olaylar, yeni kişiler. Bugün ki Fikret'i yaratanlar. Eline kalemi aldırıp; " Yaz " diyenler.
Hayatında anlatacak bir şeyi olmayan insanların ne kadar çok olduğunu hiç düşündünüz mü? Ve bu açıdan bakınca, kendinizin ne kadar ayrıcalıklı biri olduğunuzu farkettiniz mi?
Saygılarımla Fikret Bey.
Fikret TEZEL
Anı da, kurgu da olsa inandırıcı, güzel anlatımdı. Sık sık ben de derim; 'Keşke şimdiki aklım olsaydı!' Kaleminizin gücü eksilmesin. Tebrikler.
Fikret TEZEL
Kalem usta olunca, anlatımda akıcı oluyor. Eh ne yaparsın, hani bir söz vardır (kaçan balık büyük olur) Siz balığı kaçırmışsınız Fikret Bey. Ne diyelim, toplumumuzdaki şu ön yargılar hâlâ devam etmekte. Güzelim insanları giyim kuşamlarıyla eleştirmekten, yargılamaktan ne zaman vazgeçeceğiz bilmiyorum.
saygılar...
Fikret TEZEL
İçimdeki sevgi özlemine hiç bir zaman engel olamadım hayatta. Başıma gelen onca acıdan sonra yine de aşkı, sevgiyi aramayı sürdürdüm. Sonunda mutlaka bulacağıma inandırmıştım kendimi.
En çok bu cümleleri sevdim.
Çok samimi ve içtendi. Yüreğinize sağlık. Yazılarınızı sabırsızlıkla bekliyorum.
Kalemi elinizden bırakmayın.
EMEK MAHSULÜYDÜ HER YAZINIZDA OLDUĞU GİBİ.
YÜREĞİNİZİN SAMİMİYETİ YAZIYI O KADAR ETKİLİ KILMIŞ Kİ.
OKUMAK TARİFSİZ MEMNUN KILDI BİZİ.
SADECE BU YAZINIZ VESİLESİYLE DEĞİL DİĞER YAZILARINIZ VESİLESİYLE DE TEŞEKKÜRLERİMİ İLETİYORUM SİZE.
SİZİN KALEM EMEKÇİLEİRNİ ALKIŞLIYORUM BÜTÜN İÇTENLİĞİMLE.
TEŞEKKÜRLER FİKRET BEY.
TEBRİKLER.