- 1001 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Evlat
Akşam geç saatlerde bir istasyon mahallesinde genç bir adam kanlar içinde yerde yatıyordu. Etrafında bir kalabalık birikmişti. Hepsinin de yüzünde tedirgin bir huzursuzluk vardı ve bir şeyler yapamamanın rahatsızlığını hepsi de duyuyordu içlerinde.
Ağır adımlarla oraya doğru gittiğimde yerde yatan o genç adamı gördüm. Sırtı üstü yatıyor, belki nefes alıyor, belki almıyordu. Ölmüşte olabilirdi. Lakin insanlar henüz onun ölmüş olabileceğini düşünmüyorlardı.
Hep öyle olmaz mı zaten. Ölüm akla gelen en son şeydir. Her zaman için bu böyledir, bir hastanızda olsa, hastanede yoğun bakımda yatan bir yakınınızda olsa ölecek olması aklınızın ucundan geçmez. Hep öyledir bu. her hangi bir sağlık probleminiz olması da önemli değil. Normal insanlar gibi hiç bir şeyiniz olmasa da ölüm aklınızın ucundan geçmez.
Kalabalık genç adamın etrafında toplu halde duruyordu. Henüz ne ambulans gelmişti. Ne de bir araç durmuştu orda.
Genç adamın ölü mü, yoksa yaşıyor olduğunu anlamak gerçekten güçtü. Çünkü vücudunun hiçbir yerinde en ufak bir kıpırtı yoktu. Her tarafı kan içindeydi ve bir yaralama mı, yoksa bir araba kazası mı anlamak mümkün değildi. Ama sürekli kan kaybediyordu.
Kalabalık insan topluluğundan da çeşitli sesler çıkıyordu.
Kimisi; arabamı alayım da geleyim, böyle olmayacak, ambulansı beklersek bu adam ölür burada, kimisi de bir taksi çağırıp genç adamı olduğu yerden kaldırmanın düşüncesindeydi. Ama bu düşünce pekte sağlam bir düşünce değildi.
Herkesin kafasında yerde yatan bu genç adamın ölmüş olabileceği düşüncesi vardı. Bu gibi durumlarda ölmüş olan bir insanı arabanıza alıp hastaneye götürmek, başınıza iş almanız demekti.
Aslında iyi bir karardı, herkesin yapması gereken bir davranıştı. Fakat zaman o kadar değişti ki, bırakın yolda bulduğunuz bir ölüyü arabaya almak, yolda ağır yaralı bir insanı bile arabaya almanız suçtu. Hastaneye gideceksiniz, gözaltına alınacaksınız. Yolda gördüm diyeceksiniz ve bunun gibi binlerce soruyla mücadele edeceksiniz. En iyisi bırakın can çekişsin, kan kaybına fazla dayanamaz, az sonra ölür, bizde ne polisle uğraşırız, ne de kimseye hesap vermek durumunda kalırız.
Ambulansın sesi uzaklardan duyulmaya başladığında, genci, yaşlısı herkesin yüzünde de mutlu bir tebessüm belirdi, ama bir an sonra kayboldu.
Genç adam yerde yatıyordu, vücudunda hiçbir yer hareket etmiyor, gözkapakları oynamıyor ve kan akışı hızlı bir şekilde akmaya devam ediyordu.
Kimse de dokunmak istemiyordu genç adama. İçlerinden biri çıkıp ta dokunacak olsa; başka biri hemen şöyle diyordu. Sakın dokunma hemşerim, ne olur, ne olmaz. Bu işler zor işler. Ölürse, senin parmak izin çıkar ölünün üstünde, yanarsın.
Herkeste bu kararın doğru olabileceğini tartışmasız kabul ediyordu.
Ambulans geldi ve arabanın arkasından bir sedye indirildi, daha sonra polislerde geldiğinde kalabalık iyice artmıştı.
Hemşireler hemen nabız yoklaması yaptılar, fakat bunu yaparken yüzlerinde bir tedirginlik vardı, sanki gerçekten onlarda bu adamın yaşıyor olduğunu düşünmemişlerdi ilk bakışta.
Nabız yoklaması yaparken, kalabalık yine aralarında konuşuyor, uğultu polislerin telsizlerinden çıkan seslerle birlikte karışıp kayboluyordu.
Hemşire yerden kalktığında bu genç adamın yaşamadığını söyledi polislere. İlk anda ölmüş olabileceğini söyledi. Bir yara izi vardı genç adamın sırtında, sırtından bıçaklanmış, çok fazla sürmeden, kan kaybından ölmüştü.
Polisler hemen kalabalığı dağıtmaya başladılar.
Herkes dağılsın, bu olayı gören, duyan varsa gelsin buraya, tanıyan var mı bu arkadaşı diye kalabalığa seslendiğinde; kimseden ses çıkmadı.
Herkes korkmuştu. Herkes ilk anda anlamışlardı bu insanın ölmüş olabileceğini, fakat şimdi emin bir yerden aldıkları bu adam ölü cevabı, ölümün o buz gibi soğukluğunu içlerinde hissetmesine sebep olmuştu.
Kalabalık dağılmaya başladığında, yaşlı bir adam polislerin bulunduğu yere gelip, çılgınca bağırmaya, çığlıklar atmaya başladı. İlk anda bunun kim olduğunu anlamak mümkündü tabi. Herkeste babası olabileceğini düşünüyordu.
Polisler adamı güçlükle kontrol ediyor, yaşlı adam kendini yerden yere vuruyordu.
Oğlum, oğlum diyordu, kim yaptı bunu sana.
Nasıl da kıydılar sana, bir tanecik oğlumdu benim, başka kimsem yok bu hayatta.
Tanrım nasıl bir acıdır bu.
Polisler yaşlı adama su veriyor, sakinleşmesi için ellerinden geleni yapıyordu.
Genç adamın cesedi ambulansa yerleştirildi, yaşlı adamda polis arabasına binip doğru hastaneye gittiler.
Ama yaşlı adamın gözyaşları dinmek bilmiyordu. Korkunç bir acıyla ağlıyor, polisler de dayanmakta güçlük çekiyordu.
Polisler yaşlı adama sorular sordular, fakat yaşlı adam cevap verecek durumda değildi. Kendini iyi hissetmiyor, bir an önce ölmek istiyordu. Hayır diyordu polislere, o ölmeyecekti. Ben ölmeliydim. Ben girmeliydim o toprağa. O daha çok genç.
Sakin ol amca dedi polis, bu olayı çözmemiz gerekiyor. Oğlunuz bir bıçak darbesiyle öldürülmüş. Bunu kim yapmış olabilir, arkadaşları, çevresi nasıldı, kimlerle dostluğu vardı.
Yaşlı adam sorulan sorulardan rahatsız olmuştu. Çok çabuk kısa cevaplar verdi.
Oğlumun hiç arkadaşı yoktu, pek dışarı çıkmazdı, kendi halinde sakin bir çocuktu. Nasıl olur, nasıl öldürebilirler benim evladımı, kimseye zararı olmazdı onun, olmadı.
Polisler birbirlerine çaresizce baktılar, bu olayı anlamak biraz güçtü. Kimseyle arkadaşlığı olmayan, kimseye zararı olmayan bir insan neden öldürülürdü.
Mutlaka işin içinde başka şeyler olmalıydı.
Polisler yaşlı adama birkaç soru daha sordular. Olay henüz aydınlanacak gibi değildi.
Kaç yaşındaydı bey amca oğlunuz.
Yirmi dördüne yeni girdi. Annesini yeni kaybettik, bir gece ben sarhoş gelmiştim eve, arkadaşlarla içmiştim sahilde, eve geldiğimde kanepenin üzerinde uyuyordu. Bende rahatsız etmedim, geçtim yatağıma, uzandım. Yattım. Uyandığımda baktım bizim hanım hala kanepede uyuyor, şüphelendim. Korktum. Hızla yanına koştum. Ölmüştü. Çıldıracak gibi olmuştum.
Yaşlı adam polislere biraz garip görünmüştü nedense, konuşuyor, anlatırken olayları sanki biliyormuş gibi, ya da yaşanacak olanları hissedebiliyormuş gibi anlatıyor, polisleri de etkiliyor, bu yüzden garip görünüyordu.
Yaşlı adam gözyaşlarını silmek için polislerden mendil istediğinde, elini cebine attı. Cebinden kanlı bir mendil çıkardı, fakat çok çabuk cebine koydu mendili.
Polisler bu durumu fark ettiğinde, yaşlı adam gözyaşlarıyla birlikte, elini tekrar cebine attı, kanlı mendili çıkardı ve polislere bu oğlumun kanı, benim kanım, içim yanıyor evladım dedi, yoksa sizler benden mi şüphelendiniz dedi.
Polisler hayır dediler hep birlikte. Fakat bey amca, bu mendil şüpheli bir durumun ortaya çıkmasına sebep oluyor. Biz size oğlunuzu siz öldürdünüz demiyoruz.
Yaşlı adam bu polislerin oğlunuzu siz öldürdünüz demesiyle, korkunç bir acıyla tekrar ağlamaya başladı.
Polisler tekrar yaşlı adamın koluna girdiler, teselli etmeye başladılar.
Peki bey amca, bir soru daha soracağım.
Yaşlı adam cevap verecek durumda değildi. Kendini iyi hissetmiyor, her an bayılacakmış gibi duruyordu.
Polisler tekrar sorularına devam ettiler. O mendili alabilir miyim bey amca, çünkü bize lazım olabilir.
Yaşlı adam tedirgin bir şekilde elini cebine attı, mendili çıkardı, eli sürekli titriyordu.
Polisler aralarında konuştuktan sonra yaşlı adamın gözaltına alınması gerektiğine kanaat getirdiler. Ve bu cinayetin aydınlanması için bu yaşlı adamın bir şeyler bildiğine inanıyorlardı
Yaşlı adam tekrar korkunç bir acıyla ağlamaya, hastane koridorlarını çığlıklarıyla boğmaya başladı. Öyle içli ağlıyordu ki gerçekten etkilenmemek mümkün değildi.
Polisler yaşlı adamı arabaya bindirdiklerinde artık her şeyin aydınlandığına inanıyorlardı.
Mendildeki kan oğluna aitti. Ve polisler yaşlı adamı ilk gördüğü anda cesedin yanına yaklaştırmamışlardı. Bir şüphe doğmuştu içlerinde. Bu mendildeki kan nasıl oluyor da yaşlı adamın cebinde oluyordu.
Karakola girdiklerinde, yaşlı adam gözyaşlarını hala tutamıyor, korkunç bir acı çekiyormuş gibi ağlıyordu.
Elleri kelepçeliydi. Sorgu odasına girdiğinde, bir iskemleye oturmasını istediler ve bir bardak su verdiler.
Evet dedi polislerden bir tanesi, bey amca. Oğlunuzu neden öldürdünüz?
Yaşlı adam hıçkırıklarla karışık ağlıyor, polislerde şaşkın bir bakışla amcaya bakıyorlardı.
Bu adam nasıl yapabilir böyle bir şeyi diye kendi kendilerine sorup hayret ediyorlardı.
Hem ağlıyor, hem oğlunu kaybettiği için üzülüyor, hem de sanki içinde tuhaf bir acı varmış gibi çığlıklarla her yeri inletiyordu.
Yaşlı adam konuşmaya niyetli değildi. Bir şey olmuştu içinde. Bir şeyleri yitirmişti. Geri gelmeyecek olan bir şey vardı artık. Oğlunu öldürmüştü. İçinde bir şey yitip gitmişti. Artık o yoktu. Ve bunu kendi elleriyle yapmıştı.
Nasıl olmuştu. Nasıl da kıymıştı. Konuşacak durumda değildi.
Oğlunu öldürmüştü ve oğlunu öldürdüğünde kendi de ölmüştü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.