- 679 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Şiirsel Evler
Şiirsel Evler Üzerine
-Siz hiç kelebeğin ölümünü gördünüz mü?
Kimse görmedi.
Sadece gördüğünü zannetti.
Kanadını son ve büyük bir çaba gösterisi ve olanca
güzelliği ile gerdiğinde, az sonra uçacakmış gibi bir
hisse kapılır, birkaç saniye bu umutla beklersiniz.
Oysa o çoktan ölmüştür.
Şair şiirini böyle yazar, yani kimsenin görmediği o
birkaç saniye diye nitelenen kelebek ölümü süresi içinde.
Bu birkaç saniye, çok kez zaman kavramının bilinen
tariflerini aşarak şiire gidişin uzadıkça uzayan, sancılı
ve bir o kadar da derinlikli güzelliklere kanat açışının
serüvenidir.
Şiire durmak; tohumun baharda mutlak yeşermesi kadar doğal
ve azımsanmayacak ölçüde; arının petek, ipek böceğinin koza
örme çabasıdır.
Kimine göre büyü, sihir kimilerine göre de garip bir gönül
ağrısı...
Bana göre ’ağrısı olmayanın şiiri yoktur ’diyen roman
ustası Yaşar Kemal’in, şiirsel bir dil kullanarak
yazdıklarını okuduğumda, gerçekte ne demek istemiş
olduğu beni çok ilgilendirmiştir.
Bu tarife içtenlikle katılarak ilave etmek isterim ki,
kesinlikle ağrısı olmayanın şiiri yoktur. Şiiri olmayanın
ağrısını avutmaya da mutlaka bir şiir yahut türkü
yetişir...
Anadoluda en çok bilinen;
’Yüksek, yüksek tepelere
Ev kurmasınlar
Aşrı, aşrı memlekete
kız vermesinler.’
gibi sözleri türküye dönüştüren, kimin, neyin ve nasıl bir
ağrının yankısıdır?
Bilinmez.
Bunlardan en az birine sahip olmamak yurtsuzluk ve evsizlik
değil de nedir?
İnsan, ruhu ve bedeni ile bir bütün olduğu halde, dış
etkenlere karşı durabilmek adına ruhunu şiire, bedenini
kapalı ve korunaklı bir ortama yaslama ihtiyacı
duymuş olacak ki, evler ve şiirler kurup yaşama
tutunmaya çalışmıştır.
İnsan, toplumsal varlığı ile binyıllar içinde değişimini
sürdürürken, şiirler ve evler neredeyse aynı oranda
ve hep aynı temel anlamda olagelmiştir.
Toplumların yaşam anlayışları ve refah düzeyi
göz önüne alındığında, (sanatın birçok dalında olduğu
gibi) estetik değerleri yüksek evler ile edebi anlatım
biçimlerinin hangi dönemde ne ölçüde olduğu
anlaşılabilmektedir.
İ.Ö- 7. yüzyıla ait ilk yerleşim şekli olarak bilinen
Megaron tipi evler, antik kent yerleşkelerinin
(ege bölgesi yoğunluklu) bilinen ilk mekânlarındandır.
Bu evlerin kilden yararlanarak yapılmış olması insanın
doğaya olan bağını gösterdiği gibi düzenli ve abartısız
olması ile de her an saldırıya uğrama tehdidi altında
olmanın yanında yaşama değer katmaktan
vazgeçilmediğinin işaretlerini vermiştir.
Megaron tipi evler, un ufak kalıntılarının ışığında
çözümlenmeye çalışılmış olmasına rağmen; yine aynı
dönemlereait büyük ve akustik özellikler gözetilerek
yapılmış olan gösteri alanları, (şiirsel anlatıların
sahneleri) ihmal edilmemiştir.
Bu eserlerin bir çoğunun bulunduğumuz yüzyıla kadar
gelebilmiş olması çok anlamlıdır.
Aynı yüzyıllara ilişkin (çok bilinmeyen) yazılı kaynakları
değerlendiren, akademisyen ve yazar Güler Celgin aracılığı
ile, dönemin zengin ticari geçmişi ile koşut edebi metinler
sayesinde, sözünü ettiğim sonuca varılabilmektedir.
Kaçış yoktur ölümden:
Herkes düşecektir karanlığa,
damarlarında tanrı kanı akanlar bile.
Mızrakların çatışmasından,
savaş dağdağasından kaçanlar vardır,
eve gelince ansızın düşerler
ecelin pençesine’
Mezopotamya’yla birlikte bu tip yerleşim bölgelerini
barındıran Anadolu, bir anlamda mimarinin doğuşunu
simgelemektedir.
Yine bu topraklarda yaşamış Hitit’lerin şiirsel hikayesini,
yazar Ahmet Ümit’in, ’Ninatta’nın Bilezikleri’ kitabında
okurları ile paylaştığı şiirsel tabletlerden, (zemin
süslemeleri
şiirsel olmasına rağmen ayakta kalamayan evlerden)
söz etmek ve aşık kadın Ninatta’yı dinlemek mümkün.
’ Nuvanza benden ayrılınca,
ben Hattuşa’nın içine yürüdüm
yürüdüm ama Hattuşa artık aynı Hattuşa değildi.
Evler aynı ev değildi.
Duvarlar aynı duvar değildi.
Taşlar aynı taş değildi.
Ağaçlar aynı ağaç değildi.
Kuşlar aynı kuş değildi.
Nehir aynı nehir değildi.
Ve insanlar aynı insan değildi.’
İslam ve felsefe’yi buluşturmayı başaran Farabi; ’Şiir bir
hayal kurma ürünüdür, aklın ölçüleri ve mantığın verileri
dışında kalır’ görüşünde olmasına rağmen; yaşadığı dönemde
ait olduğu toplumsal yapının konar göçer (çadır- ev) olması
nedeni ile, halk yazılı bilgiden ziyade hikayeleştirilmiş
anlatıma yatkın olduğunun da farkındadır.
Bu nedenle, toplumun yeni fikirlere ancak böyle bir
yöntemle kavuşacakları gibi bir yargıya vararak,
eserlerinin bir kısmını şiirsel ifadeler kullanarak
yaşadığı
dönem ve sonrasına büyük ’evler’ halinde bırakmıştır.
Ev edinmedeki temel anlam, barınma iç güdüsü, kendi ile baş
başa kalma isteği, elde edilen bu özgün ortamı en çok ve en
önce sevdikleri ile paylaşma ve bütün bunların sonucunda
ait olma, güven duyma isteklerinin en öncelikli olanları
karşılanarak, bu durumdan çıkarılan mutluluk duygusunu
yaşamaktır.
Mutluluktur çünkü; eve gitmek, evde olmak düşüncesi ne
kadar güzel ve kabuklarından arınma ihtimalini içeriyorsa,
şiir yazmak, şiir okumak veya hayatına bir şiir
katabilmekte o denli mutlu edebilen duygularla örülü başka
bir ’ev’duygusudur.
Şiir, onu yazan kişiye benzediği kadar okuyucusuna
da benzeyebilir. Tıpkı her evin bir çok özelliği ile
sahibine benzemesi gibi.
Evler, şiirler ve onlardan oluşan bir dünya düşünüldüğünde,
her şiirin bir başkası üzerinde kurduğu etkinin (evin)
kendi içinde farklılaşacağı, ’etki’ altındaki okurun o âna
kadar biriktirdiği bütün fiziki ve düşünsel araçlar
ölçüsünde
farklı algılamalar gösterebileceğini kestirmek pek de zor
değildir.
Yaşanılan çağ ve ortam, kişiye/ topluma kattıklarını bir
sonraki nesillere aktarırken, bireyin yaşadığı eve ve
şiire verdiklerini, yaşamına ve sonraki yaşayacaklara
katabilmesi de mümkün olabilmektedir.
Bunlar bazen, yaşanmakta olan çağ ve sonrası için
sonucu iyi yada kötü olabilen yeniliklerdir. Bu yenilikler,
insan ruhuna çok yakışan özgün ve dingin şiirler/evler
olabileceği gibi, karmaşık ve keskin hatlı yapılar
olarakta varlıklarını sürdürebilirler.
Başka bir değişle, insanın duygu, düşünce, değerler
toplamı, yaşama ait önem ve ilgi oranında oluşturduğu evren
(ev) ne kadar alanı nasıl kaplıyor ve algılıyorsa, o yönde
bir alış- veriş olanaklıdır.
En kadim birlikteliği toprakla kurabilen insan, ondan
her dönemde biraz daha uzaklaştıkça küçülen saksılarda
bir iki dal menekşe ile yetinmekte ve bu ev yine ev
olabilmektedir.
Ancak, uçsuzluğun dinginliği ve görkemli dağların anaç
eteklerinde yeşeren kekiğin nefis kokusu ile, o talihsiz
menekşeyi kıyaslamak sanırım haksızlık olur.
Geniş ve ilginç evler kurarak daraltılan duygu evleri,
estetik
kaygılardan uzak kurulan dizeler kadar soğuk değil midir?
Birbirine benzer anlayışla döşenmiş evlerin ifadesizliği
neredeyse tekdüzeliği, insan doğasında bulunan ’tabiatın
parçası’ olma hazzını (evini) uzaklarda bırakmak değil de
nedir?
İnsan; yaşadığımız bu dönemde yaşamı biçimlendirebilme
yeteneğine sahip olduğunun bilinci ile her zaman daha mutlu
olacağını zannettiği büyük ve gösterişli evler edinmeye
çabalamıştır.
Farklı nedenlerle de olsa, değişen yaşam anlayışı kalabalık
aile olmaktan ziyade, (çocuk gülücüklerinden, nine
ilenmelerinden ayrı, patlamış mısır ve taze ekmek
kokusundan uzakta) çekirdek tekil aile kavramının
benimsenmesi için gerekli koşulları dayatmaktadır.
Geçmiş kuşaklardan aktarılan yaşam anlayışlarının
benimsenmeyen tarafları arasında, çok paylaşımcı (mutlu
evler) yerine, daha içine kapanık (kendine güzel evleri)
bir yaşam biçimi kabul edilmeye başlamıştır.
Bu tip bir yaşam ve ev anlayışı nasıl bir şiirin
karşılığıdır?
Muhtemelen, sadece kendine dönük ve sadece
kendisinin anlamlandırabileceği, başka hayatlara şiir veya
anlam (ev) katamayacağı tehlikesi ile karşı karşıya olan
herkesten uzak sitelerde kurulmuş şık ve yalnız evleri
tanımlayan bir şiirin tarifi olabilir.
Bana göre bu yargı, bencil bir şiirin doğruya en yakın
yanıtıdır.
Düzenli bir ev ve yaşamın şiiri dağınık olabileceği
gibi, uyumsuz bir evin şiiri de lirik anlatımlarla
oluşabilir fikrindeyim.
Ancak, akıl ve ruh karışıklığının insan ve onun kurduğu
her ’şeye’ yansıması su götürmez bir gerçektir.
Zira, evini çöp yığınına dönüştüren kişinin ruh hali nasıl
bir ’ruhsal ev ’de yitip gitmektedir ki, edindiği bu yeni
ve özgün ev, sadece onun sevgili şiiri olabilmektedir?
Yine çok katlı evlerin kaçınılmaz yalnızlık ve bir o kadar
da kuşatılmışlığı ironik şiir ve yaşam anlatımı değil de
nedir?
Geçmiş yaşam şartlarının zorlukları ne olursa olsun
insan ruhuna yaptığı ’evler’ ile duygu bütünlükleri sağlam
ve şiirsel birçok verinin kaynağı olabildiği
düşüncesindeyim.
Karlı bir gece evde yanan sobanın tavana yansıyan ışık
huzmeleri kadar ruhu ısıtan başka bir şiir var mıdır?
Tavan arasında yahut samanlı sandıklarda muhafaza
edilmeye çalışılan kışlık elmalar kadar güzel kokan kaç
şiir vardır?
Bütün bunların varlığını özümseyerek şiirler
dizeleyen şairlere bir çok örnek verilebilir elbette.
Fakat, bu yazıyı hazırlarken yola çıkmamda en can alıcı
izlek; şair Bürran Saka’nın ’Ev Yazıları ’ adlı şiirinde
ifadesini aradığı, ’ev ve evin dışı’ ile ilgili
duyumsamalarını, başka bir eve/ şiire dönüştürürken
kurduğu ve çok anlamlı bulduğum şu hoş dize ile kapısını
aralıyor olmasıydı.
’bir şiirim olsaydı sözleri eve benzerdi
ama en çok eve benzerdi.’
Her insanın evi ve şiiri kendine güzeldir. Kişiye ait
özelliklerin ipuçları kurulan ev ve şiir ile kendisini ele
verebilir. Bazen kişi, şiirinden ve evinden öyle
emindir ki, bir başka ’ben evi’ kurmuş olduğunu fark
etmeyerek, kendi yanılgıları ile yüzleşmeden, daha şiirsel
ev’ler oluşturamadan sadece günü birlik misafirlerle
yetinebilmektedir.
Şiirler ve evler kendi duvarlarının arkasında mümkün olduğu
kadar güvende, bu evlerin anahtarı ise daima sahibinin
hükmünde olmak koşulu ile, kapı ve pencerelerini
araladıklarında var olan bütün algı prensipleri ile
birlikte
değişim, yenilenme, kıyaslama ve daha anlamlı olanı
biraraya getirebilmeye yönelik köprüler kurma şansını
elde edebilir.
Yolculuğa çıktığınızda ki bu bana göre trenle yapılmış bir
yolculuk resmidir;
Anadolu’nun küçük yerleşim birimlerinden
geçerken toprak damlı, evlerin hiç tanımadığınız çocukları
tarafından el sallanarak takip edilme mutluluğuna sahip
olabilirsiniz.
Bu deneyim, yolcunun içinde taşıdığı duygular (ev)
ölçüsünde bir şiir okumak kadar, gelip geçen ve hoşluk veya
boşluklar bırakan başka bir şiirdir.
Bu anlamda bir çok şiirsel bakış örneklemek mümkün
ama, konuşurken şiir gibi konuşan, söylediği her söz
dinleyenlerine baldan tatlı gelen kaç kişi vardır
bilemiyorum.
Şair Sunay Akın; şiir gibi konuşan, şiirler kuran ve mimari
bakımından şiirsel olan evini, şiir gibi bir amaç edinerek
oyuncak müzesine dönüştürmüş ve çocuklarla paylaşmıştır.
Bana göre bu davranış şiirsel yaşam oluşturma çabası olarak
çok anlamlı bir örnektir.
Bildiğim başka bir şey daha var ki oda aşktır. Aşk; şiir,
şiir konuşmaya yetkili ve tam donanımlı çok güçlü bir
evdir.
Bu ev öyle bir yapıdadır ki içine giren pişman, girmeyen
zarardadır. Bu yüzden; şiiri, şiirsel yapan duygu ve
anlatım biçemlerinin en yetenekli ve kadim mimarı odur.
Bülbül’e yuva ördüren aşk, daha birçok canlıya aynı özveri
ve arzu ile doğanın akla gelebilecek bütün koşullarında ev
yaptırabilen gücü vermekte ustadır.
Ev aşktır. Çünkü ait olmak, hüküm sürmek, sevişmek,
sırlarını
korumak ve kendini özel hissetme çabasının aksak usulünde
türküsü, uyaksız şiiri ondan başkası değildir.
Şiir, insan varlığının temelinde bulunan derin ve incelikli
bir çok duyumsamanın yarattığı, nesnel veya düşünsel
metaforlarla başta dil, din,tabiat ve felsefe gibi daha çok
bilinmeyeni kavrama isteği ve bilinenin arkasında
olabilecek sırları anlamaya yönelik çabanın söze dair
en ’estetik’ yaklaşımıdır.
Her ev dendiğinde şiir, şiir denildiğinde ev anlaşılması
olasıdır. Şiir şairin evi, okuyucusunun evsel birikimi ve
her birinin diğerine borçlu olduğu evrensel bir içtenlikle
birlikte olup, farklı hislerle çoğalma komşuluğudur.
Bütün evleri, (düşünsel şiirleri) evsel anlam ve
çağrışım yaratabilecek her şeyi imgeleyerek mutlu bir
ortama (şiire) kavuşturmak mümkün.
Ancak bu evleri olabilecek en sağlam
ve sıcak malzemelerle yapmak, şair Nevzat Çelik’in çok
sevdiğim tarifi olan ’yaşamak ağrısına’ karşı, dirençli bir
merhem karmakla daha doğru ve anlamlı olacaktır.
Çünkü şair, yaşadığı dönemin en inandırıcı ve çarpıcı
şahidi olmuş ve yarattığı hâle yüzünden çağlar boyunca
adeta büyücü muamelesi görmüş ve hayatından ’parayı’
çıkarabilmeyi başaran ilk insan olabilmiştir.
Ve bu nedenlerle çok kez, ’tehlikeli bulunarak
yalnızlaştırılmak istenen kişiler arasında onlar vardır.
Evler kadar şiirler ve şairlerde bir çok tehlikeye maruz
kalabilirler. Alınacak bütün önlemlere rağmen, önceden
tahmin edilemeyen sorunlarla karşılaşmak olasıdır.
Özellikle çağının bir adım önünde gidebilen şairler
açısından, bütün olumsuzlukların ve yıkımların üstesinden
gelebilmek için inandıklarından taviz vermeyecekleri
güçlü karakter duvarları kurabilmeleri çok önemlidir.
’Kayınların arasında bir pencere sarı sıcak’
diyen şair; Nazım Hikmet Ran, ev bildiği bir çok nesnel
varlıktan uzak, ev edindiği bilinç ve farkındalıkları ile,
evrensel bir şiir (ev) inancını taşıyarak, bu anlamda
simge olmayı başarabilmiş ve şiirden oluşan nice sarı
sıcak evler kurmuştur.
Evleri ve şiirleri güzelleştiren, zenginleştiren, etkisini
artıran en önemli ayrıntı; aydınlık bir düş’ün ve
düşüncenin varlığı ile yaratılabilen (ev - şiir) özgün
nitelikler sunabilen (okuruna /misafirlerine)
-Geldim, Gördüm, Gittim. duygusundan ziyade;
-Gördüm, Tazelendim, Çoğaldım, hisleri ve izlenimini
verebilme yetisinin kullanılması değil de nedir?
Sunmaya çalıştığım bütün bu amatör duyumsama ve yerel
metaforlar ışığında, ifade etmek isterim ki;
her insanın eve benzeyen şiiri, şiirsel bir yaşam kurabilme
yetisi ve bütün bunları bir araya getirmeye yönelik
’ düşünsel şiirlerle’ donanmış, özgün bir duygu dünyası
mutlaka vardır.
Yanı başında ve her an, hep yeniden doğan kelebekler
gibi şiirin şiirine şiircesine inanarak, şiirsel evleri
kanatlarında taşımaya ’gönül vermek’
şiire en çok benzeyen evdir.
YORUMLAR
Şiir eksenli, bilgi birikimi dairesinde yazılmış; şiir analizi ile birlikte uygarlık tarihine, yaşam tarzlarına dönük değerlendirmeleri ölçüp biçerek bizlere harmandalı sunan böyle bir yazı rahat güne düşebilirmiş aslında.
Hiç kuşkusuz, o gün başka güzide yazılar paylaşılmışta olabilir. Kim bilir upuzun bir yazı olması fotofinişte kaybetmesine yol açmış da olabilir belki. Yahut sayfa kullanımı dezavantaj teşkil etmiş olabilir. Hani sayfanın yarısının kullanılması, manzara-i umumiye bağlamında derim.
Şüphesiz, bu biçimselliği bir yana bırakırsak nefis bir yazı yazmışsınız. O gün okusaydım benim damak tadıma oturur, günümü şenlendirirdi. Başkalarını bilemem.
Acısız, ağrısız şiir olmaz demişsiniz çok doğru da. Hatta bir ara minimal bir analizde bulunmuştum kendimce. Ülkemizin kürt kökenli şairlerinden "Bejan Matur" un isminin anlamına baktığımızda; dertsiz, acısız gibi bir mana karşılıyor bizleri. Halk şiirimizde Aşık Dertli, Derdiçok, Dertli Baba gibi isimleri düşünüyorum da acısız anlamında bir isim sahibinin şair olması nasıl bir ironik duruşa sahip sorulabilir bu. Öyle ya şiirlerinde insanların acılarını kendine temel alan, aldığını söyleyen biri değil mi?
Yine tarih boyunca ev tipleri üzerinde durmuşsunuz. O ev tipleri, yaşam stilleri, o evlerde yaşayan insanların ruhi yapıları ve hatta sanat algıları, vs. Günümüzün çekirdek aile, apartman da yaşayıp birbirini tanımayan, komşusundan bihaber insanı nasıl bir şiir yazar gerçekten? Bu yapıların şiirinde ki kapalılığa, ketumiyete, anlaşılmazlığa değinmişsiniz inceden inceye. Geleneksel geniş aile tipinin belki derbeder ama sıcak ilişkiler tesis eden yüzüne dokunmuşsunuz. O yapıyı halk edebiyatımızda görüleceği gibi sımsıcak, berrak, sade, anlaşılır bir dil karşılayabilir de.
Yazınızı okuduğumda şunu da sormak istiyorum
Kaplumbağalar evlerini sırtlarında taşır ya
Acep onların nasıl bir şiir anlayışı vardır size göre?
O değil de;
Gönül sayfanız kanalıyla öyle bir gölgelik, dere şırıltısı, kuş cıvıltısı bahşetmişsiniz
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize sağlık hanımefendi...
levent taner tarafından 5/24/2015 2:43:25 PM zamanında düzenlenmiştir.