- 942 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EKİN KOKUSU
Hiç havada ekin kokusu duyduğunuz olur mu?
Eğer göç etmemişseniz bilmezsiniz harman kokusunu, tezek kokusunu taze çim kokusunu. Onlar marketlerden alınan çiçek kokulu oda spreylerinin kokularına benzemezler.O kokularda Anadolu vardır, dedelerimizin ter kokusu vardır, tandırda pişen ekmeğin kokusu vardır.
Tandırda pişen ekmeğin kokusu her sene çeker bizi sılaya..Her ekin vakti giderdik köyümüze. Sıla kokusu sanki gel derdi bize.Geç kalma randevumuza der gibiydi.Yürekden bekleyişti belki ekinlerin başaklarında ki tanelerdeki ışıltı.Gel ki ayrı bir serpileyim ayaklarına...
Akşam babam eve geldiğinde anneme bir şey söylemiş annem hasta olmasına rağmen sanki birden iyileşmiş ve hemen hazırlıklara başlamıştı. Ben anlamsız gözlerle etrafıma bakıyorum ne olduğunu çözmeye çalışıyordum. Tam dalmıştım ki annemin sesi geldi.
-Hazal hadi bana yardım et. Dolaptan tülbentleri getir. Hani geçen hafta aldığımız tülbentleri. Orda çiçekli kumaş olacak onu da getir bana hadi dedi. O kumaşı ananeme almıştık entari diktirecek di annem ama birden neden istedi ki. Yoksa. yoksa babam bizi köye mi götürecek di. Dedem Kürt İbo’yu mu Ninem Güllü bacıyı mı görecektim. Nasılda özlemiştim onları. Dedemin kaşlarından gözü gözükmez hep şık giyinirdi. Ne kaş vardı gülüyor mu sinirli mi anlayamazdık. Birde çözemediğim o kadar tarla tapan dolaşırdı ayakkabısın da toz olmazdı.
Biz şehirde asfaltta yürürken çamur etmeyi başarırdık nasıl oluyorsa. Ninem Güllü bacı (ismi Gülistan) hani mahallenin muhtarı mısın denilen kadınlar olur ya onlardan. Otoriter. Ne yapsın Güllü bacı kim gelse, işi düşse koşar yardıma. Avluda döşekler hep hazırdır. Yemekler tencereyle değil kazanlarla pişer di dedemlerde. Ama tarladan gelen ırgatlara her gün yemekler yapılır bir kez bile şikayet etmezdi. Yemeğin baş aktörü her zaman bulgur pilavı, soğan ayran çorbada ayran aşıydı. Soğuk soğuk ne güzelde içilirdi. Hele yufka yok mu köye gittiğimde yufka ıslama ve sofraya getirme benim görevimdi. Büyük bir iş yapma edasıyla yapardım. Irgatlara dağıtırken kendimi küçük Güllü bacı gibi hissederdim.
Hele akşamları akrabaların çocuklarıyla tandır başında toplanıp, ayaklarımızı Güllü bacıya yakalanmadan tandıra sarkıtıp alttan sıcak gelirken sohbet yok mu hala kulaklarımda. Hep birlikte şarkılar türküler söylerken kaçamak bakışlar, utangaç tebessümler platonik yaz aşkları ama birbirine hiç açılamayan aşklar ayrı bir tattı köyden hatıralarımda.
Sabah erken saatte yola koyulduk. Babam arabada giderken eskilerden bahsederdi, hele çocukluk günlerini anlatırken sanki tekrar yaşardı şehir dumanlarında kaybettiklerini. Bir de Recebim türküsü tuttururdu yanık sesiyle ziyafet çekerdi kulaklarımıza. Uzun bir yolculuk dan sonra varmıştık köye. Hemen arabadan iner inmez nineme koştum. Sarıldım o kukusu ona hasdı. Nasılda özlemiştim bu kokuyu bu sıcaklığı. Daha nefes almadan dedemden ilk fırçayı da yemiştim bile. Hazal unuttun mu bizi. Bu nasıl el öpme öyle çenene koyarak adam gibi öp sene eli. Peşinden babam nasibini aldı. Sende kabahat çocukları alıştırdınız şehir hayatına unuttular ananelerimizi. Babam kısık sesle haklısın derken bana da bir bakış fırlattı hınzır seni yedim yine sayende yedik zılgıtı der gibi.
Sabah olmuştu taze sağılmış süt, keçi peyniri, pekmez ve tahinden oluşan ve bazlamayla desteklenen kahvaltıdan sanki senelerce yemek yememiş gibi yiyordum. Annem kızım nazın bana mıydı dedi. Evde neden yemiyorsun böyle. Dedem demez mi birden ‘’at sahibine göre kişner ‘’ diye. Bir fırçada anneme gelmişti dedemden. Annem mıy mıy söyleniyordu ama bir taraftan da çekiniyordu dedemden, duyarsa peşinden bir fırça daha gele bilirdi. Dedem beni çok severdi. Saatlerce bana öğütler verir, anılarını anlatırdı. O kadar çok paylaşımımız vardı ki arada yaş farkımız olmasa iki ahretlik arkadaş gibiydik. Kaşlarını taramaktan zevk alırdım. O sertliğin arkasında ela renkli gözler ufacık ama gözbebekleri hep sevinçle bakardı bana.
Hala kızı Kadriye seslendi Hazal hadi gidiyoruz sende gel. Kapıya çıktığımda Kadriye’nin yanın da 4 kız daha vardı ellerinde bakraçlarla. Nereye dedim? Çoban köye yaklaşmış haber salmış köye inmeyeceğim diye hayvanları sağmaya dedi hadi gidiyoruz sende gel. İçimden gitmezsem bak şehirli yapamıyor bunu derler dalga geçerler diye düşündüm. Tamam dedim ben size yetişirim. Hemen içeri koştum kafama bizim yörelerde örtülen beyaz tülbenti örttüm. Laf aramızda yakışıyordu da bana. Uzun bir etek geçirdim altıma koşarak yetiştim Kadriye’lere. Bana sende ağacın oradakini sağ. Ama sanki koyun sen yabancısın elletmem sana der gibiydi. Bir türlü sakinleşmiyor çifte atıyordu. Bir yakalasa Osmanlı tokadını yerleştirecekti bana ama bende boş değildim. Sen misin inat ben miyim inat dedim. Koyunla sanki boğuşuyorduk. Sonunda sakinleşti bu kez de sağmak için uğraştıkça süt gelmez oldu. Ya bir damla da gelmez mi parmaklarım yorulmuştu sağmaktan. Sonunda birden geldi süt. Derin bir oh çektim. Karizmayı kurtarmıştım artık bende onlardan biriydim. Şehirlilik rafa kalkmıştı. Ne güzeldi içeceğin sütü sağmak ellerinle sıcak sıcak. Çok büyük bir işi daha başarmıştım. Sonra eve geldik hep beraber kızlarla. Hep çalışacak değiliz ya hadi oynamaya. Kadriye başladı türküyü söylemeye:
‘’yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar,
aşlı aşlı memlekete kız vermesinler’’
Benim başıma da kırmızı bir tülbent gelin olmuş kına gecem yapılıyordu.
Kadriye’nin ablası Sultan’da annemi oynuyordu. Kızlarında ellerinde mumlar etrafımda dönüyorlar Sultan abla yani oyundaki annem kızım aç elini dedi. Kadriye kınayı getirin. Hep beraber ağlama taklidi yaparak avucumu açtılar. Özenle hazırladıkları kınayı elime yaktılar avucumun ortasına da altın misali demir para koydular oda takım olmuştu. Sonra bir güzel bezle sardılar sıkı sıkıya.
Akşam yemeği yenmiş bahçede çaylar içilirken dedem Hazal çık bakalım duta dedi. Güllü sofra bezini getir içerden Hazal dut çırpacak hadi kalkın diye seslendi çayları yudumlayan ev ahalisine.
En yukarı bir hamlede çıktım. Orda ki dutlar kızarmıştı. Siyahlaşmıştı. Ben çırptıkça aşağıda sofra bezini bir sağa bir sola doğru hareket ettiriyorlardı. Sanki denizde dalgalarla boğuşan sandal misali.
Günler günleri kovalarken dönme vakti gelmişti. Tandırın etrafındaki ekmek kırıntı kokuları hala burnumda, kına kokusu ellerimde, dutun tadı dudaklarımdaydı.
Sonunda sanırım herkes ait olduğu yere döner…
Gürhan Olcaytürkan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.