- 916 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Küçük Kız
Küçük Kız
Baktı gözleri fizana gurbet türküleriyle. Çatlamış dudakları geri dönemeyeceğinin işaretiydi belli ki. Üzgündü ama onu ayakta tutan tek bir şey vardı: sevgi.
Annesi cennete gitmişti dediklerine göre. Düşlere daldı. Daha küçük bir kızdı, kalbi gibi. Şimdi nasıl yapacaktı, kim sarıp sarmalayacak , öpüp koklayacak, kim üstüne titreyecekti ki. Yüreği aklının tüm söylediklerine inat, bedeni kalbini dinliyordu. Yorgundu, ayakları artık bir adım dahi ileri gitmek istemiyordu. Bilmediği toprakların okyanuslarında bakakalmış bir kaptanı andırıyordu bakışları.
Çok kereler denedi bu kaçışlara son vermeyi, lakin tüm çırpınışları boşunaydı. Huzursuzluğu çaresizliğini tetikledi ve çakmak çakmak bakan gözlerini yaşarttı. Gururu al yanaklarından süzülen yaşlara bir an engel koyamadı. Ağlıyordu, ama ağlamamalıydı. Elbet bunlar da geçecek, yeni yeşeren bir papatya gibi baharı ilk o getirecekti dünyaya… Tıp ki annesi gibi…
Ellerini yanaklarından akan yaşlara sürdü. Islanmış parmakları anne özleminin ona çektirdiği acıdan çok bundan sonraki yaşamını anlamlandırması gerektiğini söylüyordu ki zaten annesi de bunu isterdi. Çünkü anne yüreği hassastı, dileyemezdi ki çocuğunun gözünden kendi için (dahi) tek bir damla yaş aksın.
Annesinin ölürken son sözleri vardı aklında. Şöyle demişti: ” ve ayrılık vakti geldi kızım, bu bir son değil”. O, yüzünde tebessümünü hiç kaybetmeden yaşamış bir anneydi ve onun gibi olmak vardı…
Bir süre küçük ellerine baktı. Ağlamayı kesti. Daha sonra ufka dikti parlayan gözlerini… Hazırdı, artık yaşamını anlamlandırmayı bekliyordu.
Kaptan rotayı bulmuştu ve yelkenler ‘forra’ dedi.
Annesinin dilediği gibi…
Hasan Karakaya
17.04. 2009
hasankarakaya.wordpress.com/