Yalnızlık Nöbeti...
Yalnızlık... Mahşeri bir kalabalığın tam ortasında yaşanan tarifsiz sancı. Konuşacak bir dost yüreği arayıp da bulamadığım anlarda, yürüyorum başıboş adımlarla. Yalnızlığı yaşıyorum içe kapanık saatlerde. Her şey yalnızlığımla özdeşleşmiş adeta. Kumrular bile hazin sesleriyle yalnızlığın bestesini mırıldanıyor, yalnızlığımdan habersiz. Alay alanına örtü olan ağaçlar bile yalnızlık duruşunda. Küçük kırmızı levhalar üzerine işlenmiş numaralarıyla onlar da ayrı bir yalnızlığa terkedilmiş benim gibi. Üstünde tüneyecek, yaşam aşkıyla ötüşecek, kanatlarını özgürlüğe çırpacak kuşlara hasret dalları. Hafiften bir esneyişe geçti mi rüzgar, bayramıdır yalnız ağacın. Yapraklarını okşayan sevdalısıymış gibi aşka gelir birden. Yaprakları arasından sızarken rüzgarın serin dokunuşları, içli bir ney inler sanki; yüreği aşka yanmış. Kumruların yalnızlık türkülerine karışır, rüzgarın yanık nefesi.
İşte ben de hasretim, tıpkı yalnız ağaç misali; serin dokunuşlara, ruhumu serinleten bülbül kokulu fısıltılara... Ben de hasretim ben de... Kuş cıvıltılarının ruhun bam teline usul usul dokunurken, güneşi doğduğu tepelerin ardından izlemeye hasretim, Kadifemsi bir ses tonuyla kulağımı okşayan sevgiliye hasretim; kokusunu cennetten almış, tenini huriler sarmış kızıma hasretim...
Evet, beş bin kişinin arasındayım; ama yine de yalnızım. Gülüyorum, şakalaşıyorum, diğerleri gibi ben de yaşamaya çalışıyorum. Yeni yeni insanlarla yürek bağını kuruyorum. Asker ocağı bana çok şey öğretti, biliyorum. Ama şunu da anlıyorum ki: Yalnızlık; insan topluluklarından uzakta, yapayalnız, kimsesiz olmak değilmiş. Asıl yalnızlık, kalabalıklar arasında boğuşurken yaşamla, tutunacak tek bir dalının dahi kalmayışıymış. Bu yüzden taş duvarlar arasındaki hahpus gibi hissediyorum kendimi. Beni çevreleyen duvarların taşlarını da kendim topluyorum, taş yığınları arasındaki "yalnız taşları" seçip. Yeşil, kahverengi, beyaz, ala, siyah, parlak, şekilli, minik minik taşlar topluyorum; içtima alanlarındaki süresi belirsiz bekletilmelerde. Avuçlarımda parlatıp, cebimde biriktiriyorum. Her biri bir duyguma tercüman. Ya da taşlaşmak üzere olan duygularımın yerlere saçılıp tozlanmış birer temsili. Biraz da biz askerleri temsil ediyor bu taşlar. Derler ya: "Askeriyede bir taşla insan arasındaki fark, insanın hareket etmesidir." diye bu yüzden beni temsîlen rütbem olarak koyuyorum cebime; omzuma asamadığım için.
Neyse... Duygularım sel olmuş, akıp gidiyor isimsiz denizlere doğru. Dirilmek dileğiyle...
YORUMLAR
Yeşil, kahverengi, beyaz, ala, siyah, parlak, şekilli, minik minik taşlar topluyorum; içtima alanlarındaki süresi belirsiz bekletilmelerde. Avuçlarımda parlatıp, cebimde biriktiriyorum. Her biri bir duyguma tercüman. Ya da taşlaşmak üzere olan duygularımın yerlere saçılıp tozlanmış birer temsili.
üstad topladıgınız o güzel renkli taşları iç ceblerinizde biriktirmeyin verin yüreginizdeki çocuk oynasın ,yüreginizdeki çocugun yalnız kalmaması ve büyümemesi dileğiyle...güzel yazınızı kutluyorum ...
saygıyla