Başkan Ahmetleri Küstürme!
Bekir Yalçınkaya
Ahmet Akıncı.. uzun yıllar önce Niğde’den Ankara’ya gelen bir hemşehri kimliğinde insan.
Sincan’ı sevmek, diğer mânâda Ankara’ya gönül vermek, muhakkak Ankaralı olmayı gerektirmez.
Bu şehirde öyle insanlar var ki, kimlikleri itibariyle taşra kökenliler, ama verdikleri hizmet veya hayır hasenedde yarışları elbette kayda değer.
Bugün bir misal olarak Ahmet Andiçen’in yerini tutacak bir eğitim ve imani hayırsever var mı? Gimsa gibi bir kuruluşun istihdam açığına katkısı olan kaç holding var? Aynı çizgide Alkan’ları, Akıncı’ları yahut Öztunca gibi kişi ve kuruluşları saymak mümkün.
Bu türlü misal ve emsalleri düzinelerle sayıya katabiliriz.
Yıllardır, ki uzun yıllardır bu hususiyet hep dikkatimi celbetmiştir.
Bu itibarla yerli veya yabancı gibi bir ayırım asla kabul edilemez ve hoş da değildir.
Ama zaman zaman tepeden inme yerel idareci seçilen kişiler için yabancı ifadesi, şayet o kişi görevlerini tam bir idrak ile yerine getiremiyorsa gündemdeki yerini alıyor.
Makalemizin hemen başına niçin Ahmet Akıncı ismini koyduk ve sonra da yabancı potansiyelin bu şehre ne derece katkıları olduğuna değindik?
Şundan; Ahmet Akıncı’ya zaman zaman hem bizim gibi bir By Pas geçirmesi, hem sevdiğim ahlâklı bir iş adamı olması, hem de sohbeti dinlenmesi hasebiyle ziyaretlerim olur.
Birkaç gün önce yine insana soğukluk veren buzdolabları arasındaki işyerinde sıcak bir sohbet etmeye Ahmet Akıncı’ya uğradım. Hasbihalimiz, hep eski günlere ve ekseri eski insani seyrüsefere dayalı sürdüğü anlarda her ikimizde de mazinin letafatından hazlar meydana geliyordu.
Geçmiş zamanın sosyal, kültürel ve ananevi faaliyetlerinin niçin bugün de Sincan’da olmadığı elbette her ikimizi de üzüyordu.
Ama, ne zaman ki bugüne dönmüşsek durum hep şikâyetlere varıp dayanıyordu. Büyüyen şehrin, büyüdükçe birbirine yabancılaştığı hâlinden en büyük nasibi alan Sincan’da tadı tuzu olmaz faaliyetlerin cazibeye hasretliği, sivil toplumculardan siyasi ekabirlere kadar ne kadar katman varsa yozlaştığı ve yozlaştırıldığında mutabık oluyor, ah o günler! türünden bir iç çekişde bulunuyorduk. Sonra söz dönüp dolaşıp Başkan Tuna’ya geliyor ve Akıncı bize; “Mustafa Tuna’yı nasıl buluyorsun!” diyor ve ardından da kendisiyle aralarında geçen bir münasebeti dillendiriyordu.
Ki bir mağaza sahibi olarak kendilerine bir yük indirme bindirme fırsatı dahi tanımayan caddelerin bir buhran vesilesi olduğuna dikkat çekiyor ve bu konuda da Hasan Altın dönemi yapılan şelaleli havuzlar yıkılır da yerine bir yüklük durak yapılır düşüncesiyle çözüm için müracaat ettikleri Tuna’nın; “ben bir başkanın yaptığını yıkamam” şeklinde cevab ile adeta bir azar sunduğunu ifadelendiriyordu.
Bu cevab belki Tuna’ya göre makul olabilir.. Ama Yıldız’ın Gürsoy’a ait bir anıtı yıktığının görüldüğü bu şehirde eski(!) başkanlara ait yıkılan nice eserler vardır. Ayrıca her başkanın mutlak surette yıkılmayı gerektirmez düşünce yapısında bir eser diktiğine de sabit bir düşünce besleyemeyiz.
Şelaleli bir çeşme mi, yük indirilip bindirilen bir esnaf hizmeti mi?
Yahut eskiden sokaklarda bağırana ceza uygulanarak caydırıcılık unsurunu işletmek mi veya akşama kadar vatandaşın kafasını şişiren balık satıcılarını göremeyecek kadar kabuğuna çekilen bir yerel idarecilik mi?
Veyahut titiz bir kontrol neticesi parkları geçmişte olduğu gibi daha düzenli ve temiz bulmak mı, yoksa çöplükten daha çöplük hâline getirilmesine göz yummak mı?
İrem İş Hanı önünde bir hizmet gelirken iki çukur açmak mı, ya da o çukurları kaldırıma çeviremesek de birkaç kamyon kum ile halkın ayak altına düzlemek mi?
Misaller, sadece bunlarla sınırlı değil.
Yerel İdare’ye iddialı bir şekilde gelen başkanın artık şu ziyaret fasıllarını sona erdirmesi ve şöyle şehrin posası çıkmış en merkezi mahallerini bir dolaşmasına ihtiyaç var.
Hiçbir hizmet masaüstü kalem ile yazıldığı ve habere döküldüğü gibi değil.
Sokak arası düğünler yasak diye haber işittiğimiz günlerden nice sonrası yine sokak aralarında cümbüşler varsa, ses kirliliği büyük bir cezayı gerektirirken adamların balık bağırtılarından midelerimiz bulanıyorsa, parklarda pislikler dizboyu ise, Sincan’ın müdavim esnafları bir yerel idareci tarafından azarlandığını telâffuz ediyorsa bu işte bir yanlışlık olmalı..
Bize, hâlinden yakınan ve tepeden inme bir belediye başkanı diyerek memnuniyetsizliğini dile getiren sadece Ahmet Akıncı değil ki..
Benzer mahalli hizmetsizlikler içinde çöplerinin alınmadığından yakınanlar var.
Zamanlı zamansız çöp çıkarmama adabının sona erdiği devirin Tuna devri olduğunu söyleyenler var..
Bize de bu hususiyetleri bir dost hasbihalinden sebeble dile getirmek görevi düşüyor.
Yeni başkan’ın bir önceki yazılarımızda olduğu gibi bunları da görüp görmemekteki inisiyatifine yazı boyu dillendirmelerimiz kifayet de edebilir, kifayet de etmeyebilir..
Ama, O’ elbette bu şehre Şehr-ül Emin olmak için aday gösterildi. Şehr-ül Emin’liği içinde sadece hizmet etme düsturu mu var.. Halkla iyi geçinmek, kişileri dinlemek, kişilerin sıkıntılarını dikkate almak, şehrin nizam ve intizamını temin etmek gibi mecburi görevleri var..
Elbette kendisinden bir IV. Murad usulü tebdilî kıyafetle tebdilî hizmet beklemiyoruz, ama Sincanlıları kendilerine hoşnut kılacak işleri ortaya koymaları gerekiyor. Ki Sincan geçmişte kendisini küstüren yerel idarecileri asla affetmemiştir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.