Bentanem
Yüzyıllar mı oldu sana iki kelam yazmayalı yoksa asırlar mı oldu bilemiyorum. Burada zaman kavramını yitirdim artık. Ne günler umurumda nede aylar ve yıllar.
Kendimi bırakmışım zaman mevhumunun kollarına.
Nereye götürürse gidiyor, ne işkence münasip görürse çekiyorum artık.
Çünkü hiçbir şey koymuyor sensizlik kadar.
Ne kadar süre geçti bilmiyorum senden ayrı kaldığımdan beri.
Odam küçücük bir oda dört metreye üç metre güya. Oysa dışarıdaki koca dünyanın yanında buğday tanesi kadar kalıyor.
Burası küf kokuyor, burası nem kokuyor, burası sensizlik kokuyor bentanem.
Bir penceresi var odamın. Son zamanlarda nemden ve rüzgardan pas tutmaya başladı
Sensiz her günde törpülenen ömrüme inat. Pencereme bir serçe dadandı bentanem.
Ve ben onunla dertleşiyorum, seni soruyorum ona, Şimdi nerede neler yapıyor, beni düşünüyor mu? Beni soruyor mu sana diyorum. Kimse anlamıyor benden başka onun dilini.
Bana her gün senden haberler getiriyor. Bense sadece yemeklerden arttırdığım birkaç parça ekmek kırıntısı. Görüyorsun değil mi adaletsizliğini dünyanın. Birkaç ekmek kırıntısına karşılık dünyaya bedel birkaç havadis.
Ama sanırım yanılıyorum o birkaç ekmek kırıntısı da
onun için çok önemli...
Sıkıyor burası beni, boğuluyorum. Birlikte sarmaş dolaş olduğumuz tepelerde papatyalar yine açıyor mu her bahar? El ele gezdiğimiz o parkta ağaçlar yine yapraklarını
savuruyor mu kış rüzgârlarında? Tüm uzaklığına, tüm yokluğuna rağmen yüzünün her ayrıntısını hatırlıyorum.
Geceleri küçük penceremden gözlerine bakar gibi bakıyorum parlayan yıldızlara.
Belki bir gün sensizliğin acısını çıkartmak istercesine bir günü bin yıl niyetine yaşayacağız. şte ben gücümü bu küçük mutluluklardan, umutlardan alıyorum.
Hep seninleyim, hep seni yaşıyorum.
Yaşadığımız uzaklığa rağmen seni seviyorum bentanem...