- 1342 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BÖYLE DE ÖLÜNMEZDİ Kİ!
Mahir, üniversiteden o yıl mezun olacaktı. Onun için hayatın zorlu başlangıcı aslında mezuniyetinden sonrasıydı.
Üniversiteden her mezun olanın iş bulamadığı bir ortamda, iş aramak ve mesleği ile ilgili bir işi yapmak istiyordu. O güne kadar işsizliğin bu kadar can acıttığını anlamamıştı.
Ülkede işsizlik almış başını gidiyordu. Siyasi sancılar içinde kıvranan çok kimse onun gibi iş arıyordu. Bulamayanlar başları önlerinde eğik, evlerine bir lokma ekmek götürememenin ezikliği ile “Allah büyüktür, yarın ola hayrola.” söylemleri ile teselli buluyor, dayanma gücü olmayanlardan intihar edenler bile oluyordu.
Mahir, etrafında olup bitenlerle hem maddi hem psikolojik çöküntü yaşıyordu. Kısacası, hayatın sıkıntılı akışına karşı koyamayacak kadar güçsüz hissediyordu kendini.
Siyasilerin, televizyonlarda işsizliğe çare bulacakları nutuklarını dinliyor, ancak verilen sözlere güvenmiyordu. Bu sorun ülkemizin yeni bir sorunu değil, yıllardır çare bulunamamış, herkes kısmetini başka başka ülkelerde arar olmuştu. “Acaba bende mi yurtdışına gitsem.“ diye düşündü bir an. Ancak bu düşünceyi hemen aklından çıkardı. “Benim ülkeme borcum var gidemem.“ dedi kendi kendine.
Her sabah içinde bir sıkıntıyla uyanıyordu Mahir. Bu sabahta diğer sabahlardan farklı değildi. Yataktan kalktı, tek göz odalı evinin banyosuna doğru yürüdü. Aynada baktığı yüzünün ne kadar yorgun ve mutsuz olduğunu gördü. Elini çenesine götürüp sakallarının uzadığını fark edince “Hey gidinin Mahir’i bu yıl okulun bitiyor, şimdi ne halt edeceksin?” diye geçirdi içinden. Aslında bu sorunun cevabını biliyordu.
Ailesini uzun zamandır aramamıştı, onlara kırgındı. Üniversite sınavlarını kazandığında ailesi ona destek olmadığı için kendisini dışlanmış hissediyordu, biraz da babasının sözleri onu öfkelendirmişti. “Okuyup da ne olacaksın, okuyanlar ne olmuş ki sen ne olacaksın. Eninde sonunda diplomalı işsiz olacaksın.” demişti. İşte bu sözler Mahir’in kulaklarında yeniden yankılandı. Babası belki de haklı çıkacaktı ama o, yine de okumanın, eğitimin gerekliliğine inananlardandı. Kafasında bu düşüncelerle kapıya doğru yöneldi. Ayakkabılarını giyerken okuldan kız arkadaşı ile randevulaştığını hatırladı. Aceleyle evden çıktı. Koşturarak yokuşu çıktı, yokuştan aşağı kaymadan inmeye çalışan komşusu Zakir Dedenin elinden tuttu, düz yola çıkıncaya kadar yardım etti. Aynı yokuşu koşar adımlarla yeniden çıktı, otobüs durağına geldi. O gün şansı yaver gitmişti, otobüs beklemeden hemen geldi.
Taksim meydanına geldiğinde saat 11.00 olmuştu. Randevusuna yarım saat geç kalmıştı. Etrafta kız arkadaşını ararken simitçinin önünde gördü onu. “Ne kadar vefalı bir arkadaşsın Meral.” dedi içinden. Yarım saat geç kalmasına karşın o kendisini beklemiş gitmemişti. Koşarak yanına geldi, nefes nefese kalmış bir halde kesik kesik cümleler ağzından döküldü.
—Özür dilerim Meral geç kaldım. Meral gülümseyen gözlerle baktı Mahir’e.
—Önemli değil kuşları seyrettim, oyalandım dedi Meral. İleride bulunan banklara yürüdüler birlikte. Meral elindeki simidi ikiye bölerek yarısını Mahir’e verdi. Simidin yarısını Mahir, diğer yarısını kuşlar yedi.
Kısa bir sessizlikten sonra Meral; “Yarın Taksim meydanında olacağız, işçi bayramını kutlayacağız, sen de benimle birlikte kutlamaya katılır mısın?” diye sordu.
Mahir önce düşündü, Taksim meydanında işçiler bayramlarını kutlarken hep kavga, hep kan olurdu. Gitmek mi doğruydu, gitmemek mi? Düşünceler arasında bocaladı. Kısa bir süre sonra yüzünde kararlı bir ifade ile Meral’e döndü “Biz de yarının işçileri olacağız belki de, katılalım ve onlara destek olalım Meral.” dedi.
1 Mayıs 1977 tarihinde Taksim meydanına akın akın gelen işçilerin aralarında onlar da vardı. Mümkün olduğunca kenarda durmaya çalıştılar, ancak kalabalık o kadar fazlalaşmıştı ki birden kendilerini topluluğun tam ortasında buldular. Ellerinde pankartlar ile işçiler yürüyüşe başladılar, ne Meral ne de Mahir bu tür yürüyüşlere fazla katılmamışlardı.
Ne yapacaklarını bilemeden topluluğun sürüklediği yere onlar da bilinçsizce gider olmuşlardı. O arada bir anons duyuldu. Sendika Başkanının alana geldiği ve işçilere hitaben bir konuşma yapacağı duyuruluyordu. Herkes pür dikkat konuşmanın yapılacağı yöne döndü, Sendika Başkanı konuşmasına başladı. Coşku ile yapılan ve zaman zaman alkışlarla kesilen konuşmasının sonunda bir takım silahlı provokatör güçler, miting alanına toplanan beş yüz binin üzerindeki insana, neresine geleceği ayrımını yapmadan ateş açmaya başladılar. İnsanlar panik halinde kaçmaya çalıştılar. Miting alanına tam bir kaos ve keşmekeşlik hakimdi. Kalabalık panik içinde birbirini çiğneyerek koşuyor hem paniğin çoğalmasını, hem de katliamın artmasını sağlıyordu.
Mahir ve Meral farklı bir yöne kaçmaya çalışırlarken üzerlerine polis panzerlerinin geldiğini gördüler. Mahir, Meral’i elinden tutup kaçmaya çalışırken omuzundan düşen çantasını almak için geriye dönen Meral’e çarpan polis panzeri, onun ömür boyu sakat kalmasına sebep olacaktı.
Biraz önce ne kadar coşkulu ve ne kadar hayat doluydular. Yasal bir gösteri için alana gelmişler ve işçi kardeşlerine destek olmuşlardı.
1 Mayıs 1977 işçi bayramı onlar için ömür boyunca unutamayacakları bir kâbusa dönmüş ve kanlı bitmişti. Hiç kimsenin unutamadığı, Mahir’in ve Meral’in hafızasından silinmeyen her daim tazeliğini koruyan katliam sonucunda taksim meydanı otuz yedi kişiye mezar olmuştu. Yüz kırk yaralı ve onlarca yaralının içinde ömür boyu sakat kalanlar.
O tarihte yirmi bir yaşında olan Mahir, bugün elli dört yaşında. Hiç evlenmedi, evlenemedi. Güvenemediği dünyaya çocuk getirmekten, onlara iyi bir gelecek verememekten korktu. Korkuları isteklerinin önüne geçti. Sevdalarını 1977 yılında miting alanında bıraktı. En önemlisi Meral’in uğradığı son, onunda hayatının sonu oldu. Şimdi kendini yaşayan bir ölü olarak görüyor yarım kalan aklıyla.
Başından geçenleri anlatırken gözlerinden süzülen yaşlara engel olamadı Mahir. Keşke o mitinge hiç gitmeseydim, keşke Meral’in teklifini kabul etmeseydim, keşke Meral’in elinden daha sıkı tutsaydım bugün sakat olmayacaktı. Keşke diyerek suçladı hep kendini.
Suçlu Mahir miydi? Yoksa halkın üzerine rastgele ateş açanlar mıydı?
Mahir’in yüreğine asılı kalmış o fotoğraf hayatını değiştiren karelerden ibaretti. O günleri hatırladığında ve ölen otuz yedi kişi gözlerinin önüne geldiğinde dudaklarında hep şu cümle vardı.
Böyle de ölünmezdi ki ama! Haksızlıktı, adaletsizlikti bu!
Hülya TÜRK
30.04.2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.