Yürek Acısı...
Bir bahar ayı...Toprakta çiçeklerin,yürekte sevgi tohumlarının tomurcuklandığı bir bahar ayı...
Güneş,dağların arasından gönderdiği o sıcak gülüşüyle,diğer günlerden farksız başlayan bir günün habercisiydi. Baharın gelişiyle birlikte kırağı çökmüş toprağın o mest eden kokusu,sabahın güzelliğine güzellik katmıştı. Sigara fabrikasından sızan keskin tütün kokusu,baharın gelişiyle çatı ağızlarını süsleyen atmacaların sabah uçuşları ve başında börek sinisiyle,henüz açılmamış kantine doğru ağır adımlarla ilerleyen börekçi sabah sahnesinin diğer dekorlarını tamamlıyordu.
Kalk zilinin ardından, "Uyan!"diye bağıran müdür yardımcısının gürleyişi,iki yüz küsur öğrenci kapasiteli öğretmen lisesi pansiyonunda sabahın diğer bir habercisiydi. Diğer günlerden farklı olarak müdür yardımcısı,elinden hiç düşürmediği araba kontağıyla,üst kısmı tamamen cam olan yatakhane kapılarına sert sert vuruyor,kapıları tek tek açarak:
-"Uyanın bakalım,tembel herifler!Haydi kahvaltıya!Yatakta tek bir öğrenci bile görmek istemiyorum."diyerek uzun yatakhane koridorunda hızlı adımlarla ilerliyordu.Ardından kollarını böğründe düğümleyerek,bir hatip işvesiyle:
-"Ankara’dan gelecek olan teftiş kurulu,bugün okulumuza ulaşıyor.Okulumuzun imajını zedeleyebilecek en basit bir yanlışın bile sizin için nelere mal olacağını eminim duymak bile istemezsiniz. Anlayacağınız bugün önemli bir gün.Ona göre ayağınızı denk alın." şeklinde sürüp gidiyordu sözleri.
Bir türlü sevgilerini kazanamadığı öğrencileri,uykudan yeni uyanmanın yorgunluğunun da etkisiyle hepten çileden çıkıyor, mırıldanmalar şeklinde şikayetler ve ardından dualar sözcüklerle şekil alıyordu öğrenci lisanında:
-"Yine ne geveliyor bu öğrenci düşmanı?"
-"Yine başladı bizimkisi. Susturana aşk olsun! Ulan, kendi cebinden maaş bağlasan yine de susmaz vallaha."
Fesih de başını yorganın altından, uyku sersemi gözlerle, şakayla karışık:
-"Vurun beni arkadaşlar! Vurun da kurtulayım. Her sabahım bu adamın zırıltısıyla zehir olmak zorunda mi ? Ulan, ölürsem gözüm ardında kalır; huzurlu bir sabaha ‘Merhaba’ diyemedim diye". Şeklinde sürüp gidiyordu serzenişler.
Kahvaltı için aşağı kattaki yemekhaneye inen öğrenciler bir an durakladılar.
Masalarda peçeteler;beyazlara bürünmüş,başları kepli aşçı ve yardımcıları;o ana kadar masalarında hiç göremedikleri bollukta ve çeşitte kahvaltılıklar...Öğrenciler‘Acaba yanlış yere mi geldik’ diye şaşkın gözlerle birbirlerine bakıştılar.Ama hayır,geldikleri yer pansiyonun yemekhanesinden başka bir yer değildi. Sadece teftiş için hazırlık(!) yapılmıştı. Ee,o kadar da olacak artık. Dört yılda bir yapılıyordu bu teftiş. Bunların lafı mı olurdu? Geçici bir şaşkınlığın ardından kahvaltılarını yapan öğrenciler,okul için son hazırlıklarını da tamamlayarak okul müdürünün konuşma yaptığı okul binasının önündeki toplantı alanına doğru ilerliyorlardı.Sadece sabahları (yaparsa) toplantıda görebildikleri okul müdürü teftişin nefesine kadar yaklaştığını anladığı için tedirgindi. Bunu sözleriyle dile getirmese de,yüz hatlarıyla ister istemez dışa yansıtıyordu.Halinin verdiği sıkıntı ile,nefes alışverişindeki düzensizlik dikkatlerden kaçmıyordu. Yüzünde her zaman bol bol ve rahatlıkla dağıttığı sahte tebessümden de eser kalmamıştı. Konuşmuş olmak için birkaç şey söylemekle yetindi ve ‘iyi dersler’ diyerek konuşmasını tamamladı.
Öğrenciler sınıflarına dağıldılar. Kimi öğretmenler derslerine gecikmişlerdi. Belli ki onlar da hazırlıksızdı. Ülkem böyleydi işte; hiçbir şey olması gerektiği gibi değildi,sadece olması gerektiği gibi sahnelenirdi. Öğretmen,bugün için ideal öğretmen;idare,bugün için eğitim öncüleri,fedakar eğitimciler topluluğu,dillerde ‘her şey öğrenci için’ ve personel elemanları,bugünlüğüne,mola dakikalarını dahi her şeyin daha iyisini düşünmekle geçiren model tipler(!). Tabii her şey senaryo.Bundan ötesi yok.
Gün, öğretmenlerin teftiş kurulunca denetimiyle sürdü. Mesuliyetinin farkında olan öğretmenlerin rahatlığı,yüzlerindeki içten tebessümle okunabiliyordu. Sorumsuz öğretmenleri ise, bir telaş sarmış ki,yüz hatlarından tedirginliğin tüm kıvrımlarını müşahede etmek mümkün.
Gün böylece sürüp gitti; kimileri için rahat geçen, kimileri içinse zehir zemberek bir günün yorgunluğuyla.
Paydos zilinin çalmasıyla öğrenciler,omuzlarından ağır bir yük inmişçesine,derslerin ve artan sıcakların verdiği bezginlikle pansiyona yöneldiler.O gün diğer günlerden farklı olarak pansiyon açılmamıştı. Sebep ise,teftiş kurulunun denetiminden geçecek olan pansiyonun,denetim gerçekleşmeden yeniden kirletilmesini önlenmek istenmesiydi.Ellerindeki kitaplarla kimi çömelmiş,kimi ayakta durmaya çalışan öğrenciler mazeretin açıklığına rağmen bu durumdan şikayetçiydiler.Öğrenciler duydukları rahatsızlığı,belli belirsiz mırıldanmalarla dillerinde şekillendiriyorlardı.Efkarlı başlardan sitemli sesler yükseliyordu. Öğrencilerden biri:
-"Ah ulan! Şu idarenin teftiş kuruluna yaranmak için yaptıklarına bak yaa! Öğrencilik kepazelik bu memlekette Kitap çarpsın",ardından Fesih’in en yakın arkadaşı Hüseyin de,pansiyonun duvarına yaslanmış vaziyette söze karıştı:
-"Neymiş? Kontrol için pansiyon açılmıyormuş! Ulan,diğer günler Allah’ın günü,biz okulun öğrencisi değil miyiz be? Şu hale bakın Allah aşkına! Teftiş kurulu gelmiş diye ortalık tertemiz;yerlerde bir çöp bile yok. Tuvaletler,lavabolar gıcır gıcır. Aşçı da kendine gelmiş olsa gerek;yemekler hiç olmadığı kadar leziz. Personel de nasibini almış bu telaşeden. Takım elbiseler,kravatlar ve aşçıların başlarında ilk defa aşçı kepi. Ortalık burcu burcu resmiyet kokuyor vallaha!"
Şikayetler bu şekilde sıralanıp gidiyordu dillerde,o halin verdiği sıkıntıyla. Derken Fesih,yaslandığı duvardan doğrularak,arkadaşlarına hitaben:
-"Arkadaşlar! Hadi bana eyvallah. Kapıyı açmalarını beklersem eve yetişemeyeceğim bu gidişle. Zaten karanlık da çöktü ,çökecek;annem de merak eder."diyerek arkadaşlarının yanından ayrıldı.
Hüseyin ve arkadaşları, müdür yardımcısından pansiyonun kısa bir süre için açılıp kapanması isteğinde bulundular. Müdür yardımcısı ise,her zaman olduğu gibi, umursamaz bir gözlük altı bakışıyla,lafını evirip çevirip teftiş kuruluna getiriyordu. Bu da, Hüseyin ve arkadaşlarının girişimlerini sonuçsuz kılıyordu. Sinirleri altüst olmuş vaziyette müdür yardımcısının odasından ayrılan Hüseyin ve arkadaşları, okulun bahçesinde ceza evlerindeki mahkumları anımsatan halleriyle volta atmaya başlamışlardı. Sıkıntılı olduklarını, yere eğik başlarından anlamak mümkündü.
Hüseyin ve arkadaşları ikinci turlarını tamamlamamışlardı ki,pansiyon tarafından büyük bir gürültü koptu. Önce bir şey anlayamayan öğrenciler şaşkınlıkla birbirlerine bakındılar. Daha sonra gürültünün duyulduğu yöne doğru koşuştular. Manzara tam anlamıyla bir dehşetti. Öğrenciler,tüyler ürperten bu tablo karşısında kaskatı kesilmişlerdi. Fesih arkadaşlarından ayrıldıktan sonra,pencere parmaklıklarından faydalanarak ikinci kattaki odasına geçmişti. Üstünü değiştirip,dışarı çıkmak için yeniden aynı yolu deneyen Fesih’in, üzerine basarak geçmeğe çalıştığı pencere eşiğinin köşesi kırılmış, Fesih de dengesini kaybederek pansiyon kapısının önündeki beton zemine kafa üstü düşmüştü.Düştükten sonra yüzüstü kalmış,düşüşün şiddetiyle,değil bir bardak suyun yetiştirilmesi,dilinden dökülen son sözleri işitmek dahi mümkün olmamıştı.Her şey bir anda oluvermişti.Fesih vardı,Fesih yoktu.
Fesih’i yerden kaldırmak için sırt üstü çevirmek istemişlerdi.Çünkü,yerde kan izi falan yoktu.Bu,bir nebze de olsa,sönmekte olan umut kıvılcımlarını alevlendiriyor,çaresizliğin dört bir yandan kuşattığı gönüllere su serpiyordu.Ama,sırt üstü çevirmelerinin tesiriyle ,Fesih kan kusmaya başlamıştı;ağzından,burnundan...
Fesih ağzından kan kusuyordu. Baş ucuna üşüşmüş arkadaşları,sinir krizleri geçiriyor,bir şey yapamamanın çaresizliği ile "Yardım edin!.. Taksi çağırın!.."diye haykırıyorlardı. Fesih’in o güzel yüzü,jöleli saçları,aceleden çıkarmamış olduğu beyaz gömleği ve yeni giydiği kot pantolonu kana bulanmıştı. Sadece can çekiştiğini hissettiren bir titreyiş hakimdi bedeninde.Ortalığı bir ölüm sessizliği sarmıştı,bir de gönül kulaklarının duyabileceği Azrail’in ayak sesleri.Kimsenin ihtimal olarak değerlendirmeye cesaret edemediği,hele bir gencin aklından bile geçirmekten korktuğu ölüm şimdi bir nefes kadar yakındı ve emanetini alıp gidecekti.Olaya şahit olan öğrencilerin beyinlerinde,şakaklarını çatlatırcasına bir gerçek haykırıyordu şimdi:"ÖLÜM!"
Fesih’in hareketsiz bedeni,telaşeyle,apar topar çağrılan bir arabaya bindirildi. Arkadaşlarının yüreklerinde en ufak bir ümit kırıntısı dahi depreşmiyordu.Otomobil tüm hızıyla ilerliyordu yamalı asfaltlarda.Bu yol eve giderken,Fesih’in her hafta sonu kullandığı yoldu.Yalnız bu kez yoldan geçen,yol kenarındaki çakıl taşlarıyla top oynar gibi Hüseyin’le paslaşan Fesih değil,son nefesini vermiş cansız bedeniyle geçmekte olan Fesihti.Fesih’in her zaman yanında olmuş can yoldaşı Hüseyin,dizinde Fesih’in hareketsiz başı olduğu halde hıçkırıklar içinde ağlıyordu.Fesihle yaşadığı güzel günler,ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerinden buğulu bir film şeridi gibi geçiyor,daha yarım saat öncesinde gülen şakalaşan,etrafına neşe saçan bu güzel insanın,şimdi nefes almaktan bile aciz olduğu gerçeği beyninde zonkluyordu.
Kan akışı durmuştu. İlikleri kurumuştu belki de garibin. Can havliyle ve son bir umut temennisiyle acil servise yetiştirilmek istenmişti.Ama,ne yazık ki,bunca telaş ve bunca gayret boşa gitmiş;Fesih fani aleme gözlerini yummuştu. Doktor,Fesih’in kafa üstü düşmesiyle meydana gelen iç kanamanın,bütün müdahaleleri yersiz kıldığını belirtiyordu.
Artık yüreği fani dünya için atmıyordu Fesih’in.Aynanın karşısına geçip ıslık eşliğinde dakikalarca taranamayacaktı,kendince güzel sesiyle arkadaşlarına türkü söyleyemeyecekti,Cim Bom formasını giyip sahada estiremeyecekti ve ona ‘Fessooo!Fessooo!!!’ diye tezahürat yapan arkadaşların Fesih’i yoktu artık.
Kim bilir o pencere eşiğinden faydalanarak nice öğrenci odasına geçmişti.Ama ecel polisi, ‘DUR!’ levhasını göstermişti bir kere. Yaşın kaç diye sormuyordu ecel polisi. Beton parçasıymış... Dinler miydi hiç?Vaad olunan mühlet dolmuştu.
Fesih’in ölümünden daha beter bir şey beklemekteydi Fesih’in sevenlerini. Evet... Yürekleri dağlayan feryadıyla,Fesih’in annesi göründü uzaktan;viraneyi anımsatan hali ve yedi kat arza tırmanan figanıyla...
İşte bu manzara,evet bu manzara herkesi kendinden geçirmeye yetmişti. Hastasından ,hemşiresine;öğretmeninden öğrencisine herkes olduğu yere yığılıp kalmıştı. Sinir krizleri geçiren müdür yardımcısı yaptıklarının bedelini en ağır şekilde ödüyordu, ‘Vicdan azabı...’
Servi boylu,kömür gözlü,kara kaşlı,şahin bakışlı oğlunun artık yaşamadığını, ‘Canım anam!’ deyişini bir daha duyamayacağı ve biricik oğlunun artık doktor olamayacağını nasıl anlatacaklardı garip anaya? Kaldırır mıydı narin yüreği evlat acısını,kaldırır mıydı böyle bir sızıyı?Anlatmalarına ne gerek vardı?O bir anaydı.O hissetmese kim hissedecekti bu sızıyı.Ölümün kokusu,hastane avlusunu dolduran sevenlerinin göz yaşlarında,en acı haliyle kendini hissettiriyordu.Bu hengamenin içerisinde,şefkat abidesinin yürekleri dağlayan feryadı bir anda kesildi.Herkes o an baygınlık geçirdiğini sandı.Ama hayır,O, omuzları çökmüş de olsa,abideleşmiş şefkatiyle dimdik ayaktaydı.Yaşlı gözleri baktığının ardına bakar gibiydi.Ağlamaktan şişmiş göz kapaklarını hiç kırpmadan öylece duruyordu.Önce bir tebessüm görüldü yüzünde.Sonra olduğu yere yığılıp kaldı.Bu,fani dünyaya son tebessümüydü.
Dokuz ay karnında taşıdığı;gecelerinde uykusuz,sofrasında aç kaldığı;bir ahıyla yüreğini sızlatan,bir gülüşüyle dünyaları bahşeden Fesih’inden hiç ayrılmamıştı;ölümün o soğuk nefesi de ayıramayacaktı.
(Bu hikaye yaşanmış bir olaydan kurgulanmıştır.)
Sedat Aydın
YORUMLAR
Bizzat sizden dinlediğimde çok etkilenmiştim.Ama tekrar tekrar okuduğumda daha çok etkilendim.Bu öyküyü unutmayacağıma eminim.Bu öykü öyle güzel ve anlamlı ki ağlamamak elde değil.Yaşadıklarınız gözlerimde canlanıyor okuduğumda.Belki hissettiklerinizi hissedemem ama sizi anlayabilirim.
SEVGİ ve SAYGILARIMLA
İnanır mısınız, öyküyü okurken, gözyaşlarıma engel olamadım. Gerçek olduğunu daha başlar başlamaz anlamıştım. Yazınız için sizi tebrik etmek istiyorum. Akıcı bir anlatım ve acı bir öykü. Sadece bir önerim olacak size. paragrafları ve konuşmaların arasını biraz açarsanız, okuyucu tarafından daha rahat okunacaktır. Çok bilmişlik olarak değerlendirmeyin lütfen. Tebrik ediyor be başarılarınızın devamını diliyorum. Selamlar