ŞİMDİ HEPTEN ÖLDÜ DE!
Amudi bir yükselişti sana olan miracım bir anda son bulan…
Göğsümde yumuşattım küfrün her çeşidini. Uzadıkça saçların kök salar gönlümün en derin kuytularına. Avuçlarımda kasımdan kalma ümitlerim, eylül bakışlı hüzünlerim vardı sen giderken. Bir de zülüflerine takıp gittiğin gözbebeklerimin hasreti…
Can versin istiyorum nisan yağmurları solmaya yüz tutmuş sevinçlerime. Yollar kurulsun altından ırmaklar akan köprülerden gülümün diyarına. Üveyikler pervaz edip haberini getirsin Sis dağının yamaçlarından. Zemheride boy vermiş kardelenlerimin ardından renk renk begonyalar açsın istiyorum gönlümün köşelerinde. Mutluluğun zindanlarında hapis kalalım sonsuza dek…
Koca bir uçurumun kıyısına kök salmış bir ağaç gibi ölümün soğuk nefesini duyuyorum her an. Seyyar bir hayatın nerede son bulacağı bilinmeyen bağbozumu günlerini yaşıyor kalbim. Lodoslar bağrıma bağrıma vuruyor demir hançerlerini. Kıyılarımı dövüyor esmer denizin köpüksüz dalgaları. İçimi boğuyor yokluğun, nefesim kesiliyor bazen. Kalbimin ritmi yavaşlıyor, bitkisel bir hayat sürüyorum gecelerin ıslak yanaklarında.
Düşlerimi katil bir rüyaya kaptırdığım o günden beri ümitsizliğin kucağında inim inim inleyen yaralı bedenim fırtına öncesi sessizliği yaşamaktadır şimdi.
Karanlığa karşı yankısı bile olmayan nağmeler düzdüğümün benden başka herkes farkındayken gönlüme söz geçirememişliğin ağırlığı altında ezilir dururum. Dönüşü olmayan karanlık ve sığ bir gidişin patikalarında ayaklarım şişene kadar senden kalan bir iz bulma hayalinin peşinde koşarım ben.
Mevsim bir bahar bir kış olurdu saçlarına çiğ düşmüş gecelerimde. Deniz bir yosun kokardı, bir ölüm…
Gözlerinin hayalini öldürürdü ayrılıkların perçemi, örselenmiş zamanlarda…
Yorgun bir rüzgarın yelelerinden yakalayıp senli günlerime yeniden götürsün diye öğütledim düşlerime. Kapısını çalıp kaçtım bir çocuk gibi sevdanın. Bazen de o benden kaçtı, kovaladım durmadan. O yüzden mi yalnızım şimdi bu gurbet ellerde bilemiyorum ama suskunluğum; ela gözlü bir gülün kalbimi çalıp götürmesindendi uzaklara…
Şimdi ölü bulutlar geçiyor kızıl günlerimin üzerinden, hüzün yüklü yağmurları dökülüyor eteklerime kırkikindilerin.
Her gamzen bir çizik çizerdi kirpiğin hançeriyle göğsümün üzerine…
Her biri sana doğacak günler biriktirirdim dünlerimde ve ben yaşlı bir dilenci gibi el açardım kapında. Sensiz gecelerimin kırıntılarını toplardı gözlerinin dokunduğu avuçlarım…
Kurşuna dizilmiş sözcüklerim vardı kafiyesi sen olan şiirlerimde methi senanı eden... Hüzün soluklu şarkılar mırıldanırdı yüreğim sahillerinde.. Parmak uçlarım adını yazardı yolunu gözlediğim penceremin buğulanmış camına…
Hasretinin sızısı döküldü saçlarıma yıldız yıldız. Âma bir bakışın ihtirasına esir edilmiş yarınlarımızın mavisi alınmış göklerinde uçurduğumuz uçurtmalarımızı neden geri getirmez zalim felek düşlerimizden?..
Daha tomurcuklanmadan solan güllerimin kurumuş yapraklarını dererken gözlerim, yanaklarımdan süzülen dürdanelerim yangınıma çıra taşırdı. Narında kavrulur hayallerim kızgın bir temmuz sıcağının, içimi acıtır ısırgan sürülmüş sözlerin…
Hele o “git” deyişin yok mu?..
Külsüz bir ateşin ortasında bırakır ruhumu…
Komşusu yalnızlık ve karanlık olan bir sürgüne atar bedenimi..
Madem istemiyorsun;
Gidiyorum uzaklara kırgın ve üzgünüm…
Zaten yaşamıyordum sensiz,
Şimdi hepten öldü de…
30 Nisan 2010 / Kumru
ŞİMDİ HEPTEN ÖLDÜ DE! Yazısına Yorum Yap
"ŞİMDİ HEPTEN ÖLDÜ DE!" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.