Bedelli Emeklilik
Çocukluğumda ve ilk gençlik dönemimde topla yatıp topla kalkan birisi olduğum için futbol literatürüne yabancı değilim. Gerçi kalmadı o eski hevesim ama çok sık olmamak kaydıyla televizyondan takip ediyorum futbol maçlarını. Bu literatürde özellikle ülkemiz takımlarının eksikliğini hissettiği ve futbol yorumcularının da üzerine basa basa anlattığı bir oyuncu tanımlaması var: Oyunu geniş alana yayabilen, oyunu iyi okuyabilen, karşılaşmanın sonucuna her an etki edebilecek düzeyde kıvrak, hareketli oyuncu… Bu tanımlamayı yaptıktan sonra şampiyonluk kovalayan takımlarla ilgili yorum yapacağımı sanabilirsiniz. Hayır, şimdilik böyle bir yorum yapmıyacağım. Yeri gelince onu da yaparız; fakat ben başka bir konuya değinmek için bu tanımlamayı yaptım.
Geçtiğimiz günlerde Sayın Başbakan bir televizyon programına katıldı ve kendisine yöneltilen sorulara açıklık getirmeye çalıştı. Değindiği konuların geniş kapsamlı olmasına karşın ben iki husus üzerinde durmak istiyorum. Birincisi Başkanlık Sistemine geçiş; diğeri ise bedelli askerlik mevzusu...
Malumunuz olduğu üzere Meclis yoğun bir çalışma içerisinde. Anayasa değişiklikleri Anayasa Komisyonu’ndan geçtikten sonra Meclis Genel Kurulu’na taşındı. Birinci tur görüşmeleri sona erdi. Hararetli ve sert tartışmalar yaşandı. Bazı Milletvekilleri, hoş olmayan ifadeler kullanmaktan geri durmadılar. Hele ki değişiklik görüşmelerinin ve oylamalarının yavaşlaması için icra edilen çocuk oyunları utanç vericiydi. Oylamaya katılmayan partilerin niye var oldukları da ayrı bir tartışma konusu. Bütün bu yaşananları gördükçe ve Sayın Başbakan’ın önerisini aklıma getirdikçe kendi kendime sormadan edemiyorum: Bizler daha demokrasiyi benimseyememişken ‘Başkanlık Sistemi’ne dair görüş bildirmenin zamanı mıydı?
Başkanlık Sistemi deyince herkesin aklına Amerika Birleşik Devletleri geliyor. “Orada tıkır tıkır işliyor, bizim ülkemizde neden olmasın?” diyenler var. Bunları belirtirken ‘Başkanlık Sistemi’ne karşı ya da destekçi olduğum anlaşılmasın. Sadece şunun altını çizmek istiyorum. Belki bahsedilen sistem milli dokumuza uyacaktır, belki de ülkemizi şahlandıracaktır; ama bence bu sisteme geçişin zamanı değil. (Henüz sivil bir anayasamız bile yok!)
Anayasa Değişiklikleri görüşmelerini takip ettikten sonra bu kanıya vardım. A.B.D. ‘de iki siyasi parti kapışıyor; biz de ise kaç tane olduğu belli değil. A.B.D. ‘de seçim öncesi Barack Obama ile Hilary Clinton seçimi kazanmak için var gücüyle mücadele ediyorlar. Seçimden sonra bir bakıyorsunuz Hilary Clinton Obama’nın Dış İşleri Bakanı olmuş. Bir de bunu bizim ülkemizde düşünün? Bahsedilen bir uzlaşma var, sadece ismi gündeme geliyor, uygulamasını görmek imkânsız gibi bir şey. Herkes kendi dayatmasını kabul ettirmeyi uzlaşma olarak benimsemiş. (Kanaatim odur ki hiçbir zaman yüzde yüz uzlaşma olmaz.)
Gelelim Sayın Başbakan’ın gündeme getirdiği ‘bedelli askerlik‘ konusuna. Sayın Başbakan konuyla ilgili bir açık kapı bıraktı ve çoğu ilgili insanın ümitlerini depreştirdi. Konuyu Genelkurmay Başkanı ile değerlendireceğini söyledi. Daha Genelkurmay Başkanı ile görüşme yapmadan görüşmeden ne sonuç çıkacağını kestirmek zor olmasa gerek. Ve görüşme sonrasında yapılan açıklamada ordumuzun asker ihtiyacı hesaba katılarak şu an için ‘bedelli askerlik’ uygulanmasının mümkün olmadığı belirtildi.
Ben, Sayın Başbakan’ın bile bile bir umut oluşturduğunu düşünüyorum ve Sayın Baykal’ın konuyla ilgili yaptığı yoruma katılıyorum: “İnsanlara umut verilmiştir, bekleyiş yaratılmıştır ama bir süre sonra ’Olmuyor, yapamıyoruz’ deme noktasına getirilmiştir. Bu, hayal kırıklığı yaratmıştır.”
Genelkurmay Başkanlığı, Başbakanlık’a bağlı. Milli Savunma Bakanlığı da Hükümet’in bir bakanlığı ve ortada bir koalisyon ortaklığı yok. Saf düşüncelerim bu üçlü kombinasyonun mutat görüşmeler yaptığı yönünde. Hal böyle iken Sayın Başbakan’ın ordumuzun asker ihtiyacını bilmemesi safdillik olur.
İşte bu iki konunun gündemlerde yer etmesini Sayın Başbakan’ın yazımın başında belirttiğim gibi oyunu geniş alana yayabilmesi kabiliyetine, kıvrak ve hareketli olmasına bağlıyorum. Sayın Başbakan’ın oyunu iyi okuyamaması ise bahsettiğim futbolcu tanımlamasında yer bulmuyor. Gelin görün ki bu tip oyuncuları durdurmak ise çok güç. Yapılabilecek iki seçenek var: Ya rakibinize kasti bir müdahale yapıp onu durduracaksınız-ki bu hareketin sonucunda hakemden kart görmeniz muhtemeldir; ya da tereyağından kıl çeker gibi, usta bir edayla topu rakibin ayağından alacaksınız. Bu ikisini de yapamadınız mı? Gene karşınıza iki seçenek çıkacak. Ya kalecinizin topun kaleye girmesine engel olmasını bekleyeceksiniz; ya da golü yiyeceksiniz...
Mustafa Yılmaz
30 Nisan 2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.