- 761 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÜNİVERSİTE KAZANSA DA BİN PİŞMAN KAZANMASA DA BİN PERİŞAN
Zaman, en değerli kavramdır; boşa ve yanlış tükettiğimizde de kaybımızın telafisi kimi zaman da hiç olmaz. Kişi bir pişmanlık sürecine girer ve “keşkeler-belkiler” i duygu heybesine boca eder.
Zaman, kimi zaman da peşinden koştuğumuz, yetişemediğimiz ve vazgeçemediğimiz en kıymetli emeğimiz olurken, kimi zaman da ertelediğimiz sevinçlerimizin, neşemizin, hatta gurur ve kibirlerimizin sığınağı bir liman olur.
Hangimiz demedik ki;
“Bırak zamana, en iyi o merhem odur yarana” diye…
Sabır, çoğu zaman zamanın kardeşidir.
Nazım Hikmet kendiyle baş başa kaldığında hem kendisini, hem de zamanın önemini vurgulamış dizelerinde;
Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde.
Demiştim sana hatırlarsan:
“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil,
‘zamanla bırakmamaktır.”
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır
Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...
***
Şu son dört sene; hızla örgün eğitim kurumlarında değişimler başladı. Her gün yeni anayasa, yeni “falan/filan” maddelerle yapılan değişikliklerden artık gına geldi. Bu yetmiyormuş gibi bir de “mutlu bir gelecek” yalanlarıyla vaat edilen umutlarla oyalanıp kendimizi bırakıyor, uzayan süreçte “çelişki-belirsizlik” duygu yumaklarımıza sarıyoruz geleceği.
Üniversite kapılarında boşa zaman tüketen gençler gittikçe fazlalaşıyor, milyarlarca TL’si harcayan ailelerse helak oluyor.
Hele hele dershanelere yazdırıp, umut dağıtan gayri-resmi eğitim kurumlarda boşa geçen senelerimize öyle hayıflanıp-üzülüyorum ki...
İnsanların "ev" almak için bankalara koşturmaları, toplu konut evlerindeki yaşanan hayal kırıklıkları gibi, her sınav sonrası umutlar "balon" gibi sönüyor. Yıllarca başarmak için çırpınan gençlerimiz, üniversite sıralarına değil de depresyona girip soluğu psikiyatristlerin karşısında alıyor.
Haydi, gelin bir çocuk okutalım!
Ve sizinle inceden inceye küçük bir maliyet hesabını yapalım.
Çocuğumuzu temel eğitimden alıp üniversiteye taşımanın bedeli ne kadardır? Bunu hiç düşündünüz mü?
Yaşam kulvarında harala, gürele bir yarış atı gibi çocuğumuzu dershaneden dershaneye koşturmuyor muyuz?
Bir ömür boyu eğitim ve öğretim veren kültür- eğitim kurumlarında, anaokulundan başlayarak lise bitimine kadar süren 14 yıllık eğitim hayatının faturası 40 ile 50 bin TL. arasında değişmektedir.
Lisenin ardından üniversiteye gidecek öğrencilerin ödeyeceği bedel ise 20-30 bin TL. Toplam eğitim masrafı 80 ile 90 TL. mal olursa;
Şimdi şu soru gelmez mi aklımıza?
OKUL BİTİRDİKTEN SONRA İŞ İMKANI YOKSA ÇOCUĞUMUZU NEDEN OKUTALIM?
Öyle ya, nasıl olsa çocuğumuz lise diplomasını da üniversite diplomasını da yaşamın içinde riske girmeden tam bir ayda alabilecek. Üstelik uluslar arası geçerli bir diploma…
Nasıl mı?
On Line müracaat yaparak;
45 dolar müracaat parasından sonra,
- 1200 dolara iki yıllık üniversite;
-1300 dolara dört yıllık üniversite,
-1450 dolara da mastır diploması alabiliyorsunuz.
Oh ne ala, ne ala hoş geldin sevgili Mualla!
Anladığım kadarıyla da bu kıyak üniversitelere girebilmek için de fazla bir şey talep edilmemiş.
Gerekli Belgeler:
1=İlgili alanda iş tecrübesi En az 3 yıl
2=Pasaport veya kimlik
3= Noter onaylı Lise Diploması noter tasdikli sureti
4=65 ya da daha Değerlendirme Testi puan.
5=Bazı üniversiteler de geçerlidir alanında profesyonel bir tez talep edebilir.
Sitenin Adresi:
www.usaeducationcenter.org/
Sitenin adresine gittim ve içimden "Pes doğrusu!" dedim.
-Bizim zamanımızda okullar tam gündü.
-Bizim zamanımızda laboratuarlar vardı ve bu laboratuarlarda gerçekten deneyler yapar, sınama-yanılmalarla somut çalışmalara imza atılırdı.
-Bizim zamanımızda stajlarımız olurdu ve bu stajlarda mesleki bilgilerimiz pekişirdi.
-Bizim zamanımızda hoca-öğrenci takıntısı ile sınıf geçme engelleri de yaşanırdı.
-Bizim zamanımızda iklimler daha sert ve binaların saçaklarından buz sarkıtları olan kışlar yaşanırdı. Okul yollarında mahsur kalır, dönüşlerimiz dualarla olurdu.
Kısaca özetlemek gerekirse;
-Bizim zamanımızda ilk-orta ve lise son sınıfta bir de "bitirme sınavları" olurdu. Şayet bu sınavları da verdiniz mi diploma hakkınız olurdu.
-Öyle kolay kolay okul bitirmek şöyle dursun, beklemeye bile alınırdı, üst üste sınıfta kalınca.
Vay canına, şimdi internet ile oturduğun yerden hem çal, hem de oyna, ne ala ne ala!
Her meslek diploması veriyorlarmış.
“Hukuk ve Doktorluk hariç.”
Yandı insanlık!
Öyle ya, siz bir ayda öğretmen diploması aldınız, bu diplomayla iş başvurusu yaptınız, kabul gördünüz, işe başladınız...
Peki, siz o çocuğa ne öğreteceksiniz?
Bir ayda öğrendiğiniz bilgi bir ömre sığacak mı?
Veya bir mimarlık/mühendislik diplomasıyla işe başladınız; bir köprü, bir ticaret merkezi, çok katlı bir apartman projesi çizdiniz. Köprü çöker, ticaret merkezleri göçer, apartmanlar da başımıza çöker. Teknik bilgiler bir aylık on line internet aracıyla verilemez.
Akıl sır ermiyor, ne sırrı!
Adeta bilgiler sırra kadem basıyor.
İnsanlar mı çok zeki, yoksa ben mi çağ dışı kaldım?
Uludağ Üniversitesi Fizik Bölümünü kazanan ve iki senedir aşamadığı sisteme isyan eden oğlum, sanırım en doğrusunu yaptı:
"Anne-Baba, benim için daha fazla boşuna para harcamayın, ben sistem ile başa çıkamam, bu gidişle de mezun olamam. En iyisi sevdiğim bir iş arayıp, bitiremeyeceğim üniversite yıllarım yerine, sigortalı yıllarım olsun."
Şimdiye kadar bilmem kaç milyar harcadığımız paraya değil de zamanı boşa geçirdiğimize yanmaktayız.
Bir bilgeye sormuşlar:
“Evlilik nasıl bir şeydir?” diye…
Bilge yanıt vermiş:
“Evlilik kaleye benzer”
“Neden?”
“İçeridekiler bir süre sonra dışarı çıkmaya, dışarıdakiler de içeri girmeye çalıştıkları için.”
Kısacası eğitim ve öğretim kurumlarımızın Atatürk’ün onayladığı köy enstitülerinin bilgi meşalesi yeniden yakılmalıdır; böylece kısıtlı köy-kent ilişkisi gelişecektir. Böylece köyler durağanlaşmaktan kurtulup, çağdaş toplumsal ve ekonomik yaşama katkıları olacaktır. Atatürk-ün öngördüğü laik öğretim, Türkçe’mizle öğretim, karma eğitim, ulusal eğitim ilkeleri uygulanmadığı zaman mozaik bir kültür dokusuna sahip Türkiye-miz bir bilinçsiz çıkmaza taşınacağı gibi gerici yazgıya boyun eğecek, çağdaş Cumhuriyetten uzaklaşıp, emperyalist dış güçlerin kuklası olacaktır. Atatürk-ün ışığı ile aydınlanıp, çağdaşlaştırılması için çözümler üretilmelidir.
Unutmayalım ki sorunların çözünürlüğünde sorumluluk almayanlar, o problemin bir parçasıdır.
Son yıllarımızda 1,5 milyon genç umuda kuru sıkı kurşun sıkmaktan bunalmış durumdalar. Bir de çalınan sorular ve tekrarlanan sınavlar, gençlerimizin umutlarına kurşun olmaktadır.
Sonuç:
Kısacası öyle bir duyguya teslim oluyoruz ki adı pişmanlık olan. İnsan yürüdüğü yollardan vazgeçiyor da pişmanlık duygusundan bir ömür boyu vazgeçemiyor.
Üniversiteleri kazananlar da bin pişman, kazanamayanlar da bin perişan!..
Sevgi ve ışıkla
Emine Pişiren/Edremit-Akçay
Gazeteci-Yazar-Editör