- 1186 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
KEŞKE ÜÇ GÜN GÖREBİLSEYDİM!
Düşünün; yalnızca üç gün görebilecek zamanınız olsaydı, gözlerinizi nasıl kullanırdınız? Eğer üçüncü günün akşamıyla gelecek karanlıkta güneşin sizin için bir daha doğmayacağını bilseniz, aradaki bu üç kıymetli günü nasıl geçirirdiniz? Bakışlarınızı nerelerde yoğunlaştırırdınız?
Bazen düşünüyorum da, her günü yarın ölecekmiş gibi yaşamak ne güzel olurdu! Böyle bir düşünce hayatın değerlerini çarpıcı şekilde ortaya koyardı. Her günü daha gelecek günler , aylar, yıllar var düşüncesiyle çoğunlukla unuttuğumuz yumuşak hevesli ve gayret dolu bir pazarlıkla yaşamak gerekir ne dersiniz?!.
Bilinen bir gerçek vardır ki, ölümün gölgesinde yaşamış veya yaşamaya çalışan kişilerin yaptıkları her şeyde tatlı bir olgunluk vardır.
Çoğumuz hayatı önemsemeyiz. Bir gün öleceğimizi biliriz ama genellikle o günü uzakta görürüz. Sağlıklı olduğumuz zamanlarda ölümü düşünmek güçtür, nadiren onu düşünürüz. Günler sonsuz bir uzaklıktaymış gibi uzanır önümüzde. Böylece önemsiz işlerimizle uğraşmaya devam eder, hayat hakkındaki fikirlerimizin çok zor farkına varırız.
Maalesef aynı savurganlık yeteneklerimizi, duyularımızı kullanmada da kendini gösterir. Yalnızca bir sağır, işitmenin önemini çok iyi kavrar, ya da bir kör görmenin önemini çok iyi anlar. Bir şeyi kaybetmeden onun değerini anlayamadığımız, hasta olmadan sağlığın farkına varamadığımız acı bir gerçeğimizdir.
Bazen düşünüyorum da, keşke insanlar ilk yetişkin çağlarında geçici olarak birkaç gün için kör veya sağır olabilseler. Karanlık onlara görmenin değerini anlamayı, sessizlikte sesteki eğlenceyi fark etmeyi öğretirdi.
Gözleri görmeyen Helen Keller anlatıyor; Geçenlerde ormanda yaptığı uzun koşu ve yürüyüşten sonra arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Kendisine neler gördüğünü sordum. “Dikkate değer hiçbir şey görmedim!” Ormanda ağaçlar arasında bir saat yürüyüp, nasıl olur da dikkate değer hiçbir şey görülemez! Göremeyen ben bile yalnızca dokunmakla yüzlerce ilginç şey bulabilirim. Bir yaprağın hışırtısındaki güzelliği hissederim. Ellerimi çam ağacının dikenli ve sert yüzeyinde sevgiyle gezdiririm. Bir çiçeğin heyecan dolu kadife kokusunu hisseder, kıvrımlarını keşfederim. Ellerimi küçük bir ağacın üzerine koyar, şarkı söylemekle meşgul küçük bir kuşun mutlu titreyişini hissederim. Parmaklarımın arasından dökülen serin sular coşku verir bana. Bence çam yapraklarından veya yumuşak otlardan oluşan kaba bir halı, en lüks İran halısından daha çekicidir. Böyle anlarda kalbim bütün güzellikleri görebilme isteğiyle dolar. Yalnızca dokunmakla bu kadar zevk aldığıma göre, görmek ne hoş olurdu? Maalesef görebilen insanlar çok az şey görüyorlar. Dünyayı dolduran renk ve hareketlerin oluşturduğu tablo çoğu kez önemsenmiyor. Elimizde olanı çok az değerlendirir, elimizde olmayanın peşine koşarız. Fakat ne üzücü ki; ışıklı dünyada bize bahşedilen armağanı, hayatımıza anlam kazandırmaktan ziyade rahatımız için kullanırız.
Bir üniversitenin başkanı olsaydım, ”Gözlerinizi nasıl kullanmalısınız?” başlıklı mecburi ders koyardım programıma. Dersin profesörü öğrencilerine, dikkat etmeden geçtikleri birçok şeye cidden bakarak hayatlarını nasıl daha mutlu kılabileceklerini göstermeye çalışırdı. Onların kullanmadıkları yeteneklerini ortaya çıkarmalarına yardımcı olurdu. Bir arkadaşın kalbine “ruhun penceresi” olan gözlerinden bakmanın nasıl olduğunu bilmiyorum. Ben yalnızca parmaklarımla yüzünün dış hatlarını görebilirim.
Bir şey daha; beş arkadaşınızın yüzlerini tam olarak tarif edebilir misiniz? Bazılarınız yapabilir ama çoğunuzun yapabileceğini sanmıyorum. Bir deneme olarak uzun yıllar evli beylere eşlerinin göz rengini sorardım; ya tereddütle cevap verir veya bilmediklerini söylerlerdi. Zaten hanımların çoğu şikâyetleri de, eşlerin yeni elbiselerini veya evlerindeki değişiklikleri fark etmemeleri değil midir? Gören insanların gözleri çevrelerindeki tekdüzeliğe kısa zamanda alışır. Fakat gerçekte en çok bakmaya değer olaylarda gözler tembellik eder. Hergün mahkeme kayıtlarında, şahitlikte gözlerin nasıl yanılabildiği açıkça görülebilmektedir. Bazı insanlar diğerlerinden daha çok şey görebilir. Ancak görüş alanı içinde olan her şeyi görebilenler çok azdır.
YORUMLAR
Ders verici ve farkındalık yaratan bir yazı ve acaba insanları bu kadar tekdüze yapan etken ne? çok mu neme lazım veya önemsiz mi geliyor hayat bazı kimselere?
Ki sanırım insanları duyarsız kılan tek şey şahsi çıkar ve egosal yetersizlik. Ve yaşıyorsa başkaları hıç umursamaz bir adet halini aldı gibi
Teşekkürler.
Sevgiyle...
bencilliğin arşa çıktığı bir dünyada henüz kaybetmeden değer bilme düzeyine eremedik...:(
illa kaybedeceğiz ondan sonra anlıyacağız değerini...tekrar elde edince sevineceğiz sonra unutacağız değerini ta ki kaybedinceye değin...toplum olarak empatik duygularımız üst düzey gelişememiş ne yazık ki...
bu demektir ki ; aldığımız eğitimler yetersiz...:(
"komşusu açken tok yatan bizden değildir" inancını yaşamaya başladığımızda başkalarını da kendimiz gibi hissettiğimizde (insanlar hayvanlar bitkiler tüm evren dahil ) dünya sevgiyle dolacak cennet olacaktır şüphesiz...
anlam dolu paylaşım için teşekkürler değerli yazar...
sevgim saygım tebriklerimle ...