- 1164 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
ASKERLİK Mİ OKUL MU ?
( On Mart iki bin yedi tarihinde Edebiyat Defteri’ndeki ilk giriş yazımda, ne kadar klişeleşmiş olsa da ’ Ben de Hayatım Roman diyenlerden biriyim ’ diyerek söze başlamıştım. Amacımın, olmadığım halde iyi bir yazar olduğumu iddia etmek değil, yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak olduğunu, bunu yaparken de hayatın bana fazlasıyla sunduğu şansları değelendiremediğim için sadece kendimi suçlayabileceğimi, en az doğrularım kadar yanlışlarımı ve bu güne kadar kimseye, hatta çocuklarıma bile anlatamadıklarımı, bu sayfalarda anlatmaya çalışacağımı yazmıştım. Halâ sözümün arkasındayım ; kaderimde kendimden başkasını suçlama hakkını kendimde görmüyorum.)
( Müebbetlik Hayatım’dan )
Baba annemin genç yaşta veremden ölmesi, dedemin üvey anne getirmesi, babamın onu dövdüğü için evden kovulması, üç çocuklu annemle ağa tarafından baş-göz edilmesi, annem tarafından istem dışı dünaya getirilmem , ben daha bir buçuk yaşındayken ayrılmaları, sekiz yaşıma geldiğimde annemin beni babamın yanına göndermesi, on sekiz yaşıma kadar babamla birlikte kahve köşesinde sefalet içinde yaşamam , ilk aşkımın beni terk etmesi, sonrakinin babasından hamile kalması gibi olaylar her ne kadar da kazığı iseler bana hayatın, bıçakladığım çocuğun ölmemesi, aldığım cezadan af sayesinde kurtuluşum, yaptığım araba kazasından üç arkadaşımla birlikte sağ olarak kurtulmamız da hayatın verdiği şanslar, ödüllerdi benim için.
Askerlik muayene zamanım gelmiş çatmıştı artık. Kıbrıs Barış Harekâtı o günlerde sonuçlandığından, millî duygular herkeste olduğu gibi bende de çok yoğundu. Muayene yerinde tartıldığımda kırk yedi buçuk kg. geldiğimi görünce yalvardım askere ;
- Ne olur kardeş, kırk sekiz yaz şunu da çürüğe falan ayırmasınlar !
- Tamam, tamam, geç !
Mart, Kasım ve Temmuz olmak üzere üç tertipte alınıyordu o zamanlar askere. Ben bir an önce gitmek istiyordum. İlk tertipte çıkmadığımı görünce bozuldum biraz. İkinci tertipte de çıkmadığımı görünce daha fazla bozuldum. Artık son tertipte yani Kasım’da gideceğim kesinleşmiş oluyordu.
O günlerde aklım biraz başıma gelmeye başladı. İçkiyi sigarayı çoktan bırakmış, vakitleri evde, cumaları camiide kılmaya başlamıştım. Abartmıyorum ; böyle zamanlarda insanın işi hem rast gidiyor, hem de daha sağlıklı düşünübiliyor. Eski günlerimi, çevresinde sevilen, örnek gösterilen biri olmayı özlemiştim. Açık saçık filmleri almamaya gayret ediyordum.
Benden bir iki yaş küçük fakat en iyi çocukluk arkadaşlarımdan biri olan Sedat’ı gördüm bir gün. Okul zamanı değildi, fakat onun elinde defter-kitap vardı. Merak edip sorduğumda
orta okul bitirme kursuna gittiğini öğrendim. Bizim zamanımızda ilk , orta ve liseden sonra bitirme sınavları olurdu. Sedat da benim gibi orta bitirme sınavlarından takıntılı idi.
Benim de içimden bu kurslara katılmak geldi. Anında Sedat’la birlikte bindim minibüse. Pendik’in belki de ilk dershanesi. Şimdiki Belediye binasının az altında, iki katlı ev şeklinde Fen Dershanesi. Sahibi emekli öğretmen Yahya Bey ve kızı. İkinci katta kurs veriliyor. Ben de kurslara katılmak istediğimi söyledim ve anlaştık. Fen Bilgisi ve Matematik idi benim derslerim. Yahya Bey Fen Bilgisi dersini kendisi veriyordu. Fizik ve Kimya sadece. Bioloji yoktu. Ona göre zaten gerek de yoktu Bioloji’ye. Matematik için başka bir hoca vardı.
Sınıfta on kişi ya var ya yoktuk. AK partiden üç dönem Pendik Belediye Başkanlığı yapan Sayın Erol Kaya ile tanışmam bu kursta oldu. O da o sınıftaydı. Benden üç yaş küçük, temiz yüzlü, iyi ahlâklı, yakışıklı da bir çocuktu. Doğrusu iyi bir arkadaşlığımız oldu. Yazarlığa o zamandan merakım olduğu için ’Fikret Arif ’ olarak tanıttım kendimi. Defter ve kitaplarımın üzerine böyle yazdım. Erol, beni daha çok Arif olarak tanıdı. Belli ki, Fikret ismi pek sevimli gelmemişti ona.
Bir de İlknur adında çok güzel bir kız vardı kursta. Birbirimize belli etmesek de galiba paylaşamadığımız güzel kız..
Günler hızla geçti. Öğretmenleri ve diğer arkadaşları şaşırtan başarım ve İlknur’a karşı duymaya başladığım platonik aşk.
Aklıma gelmeyen başka bir şey vardı aslında benim : Ben aslında hazır askerdim. Üstelik yaklaşan Kasım ayında askere alınacağım kesinleşmişti. Bunu hiç aklıma getirmeyip, bir yandan okuyup öğretmen olacağım günlerin hayallerini kuruyor, diğer yandan da İlknur’a nasıl açılacağımı düşünüyordum sadece.
(Devamı ; Okula Dönüyorum )
Fikret TEZAL
YORUMLAR
On Mart iki bin yedi tarihinde Edebiyat Defteri’ndeki ilk giriş yazımda, ne kadar klişeleşmiş olsa da ’ Ben de Hayatım Roman diyenlerden biriyim ’ diyerek söze başlamıştım. Amacımın, olmadığım halde iyi bir yazar olduğumu iddia etmek değil, yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak olduğunu, bunu yaparken de hayatın bana fazlasıyla sunduğu şansları değelendiremediğim için sadece kendimi suçlayabileceğimi, en az doğrularım kadar yanlışlarımı ve bu güne kadar kimseye, hatta çocuklarıma bile anlatamadıklarımı, bu sayfalarda anlatmaya çalışacağımı yazmıştım. Halâ sözümün arkasındayım ; kaderimde kendimden başkasını suçlama hakkını kendimde görmüyorum.)
Cok samimiyet dolu aciklamalar bunlar.
Onun icinde seviyorum sizin yazilarinizi okumayi icinde samimiyet ve insanin özü olan hersey güzeldir.
Hatalar yalnislarda basarilarimizda dogrularimizda bizimdir .
Kimin hayati dört dörtlük olabilir.Inis cikislar hayatin gercegi.
Cok düzenli de olabilirdi hayatiniz bastan itibaren ama hic bir cocuk secemiyor dogacagi yeri.
Evet yasamak hep mücadele hedefisiz mücadelesiz olmamali insan.Sizinde olmadiginiz gibi.
Merak ediyorum gelecek bölümü.
Yüreginize saglik cok güzeldi
sonsuz saygimla
hicbitmez tarafından 4/30/2010 12:22:37 AM zamanında düzenlenmiştir.
Baba annemin genç yaşta veremden ölmesi, dedemin üvey anne getirmesi, babamın onu dövdüğü için evden kovulması, üç çocuklu annemle ağa tarafından baş-göz edilmesi, annem tarafından istem dışı dünaya getirilmem , ben daha bir buçuk yaşındayken ayrılmaları, sekiz yaşıma geldiğimde annemin beni babamın yanına göndermesi, on sekiz yaşıma kadar babamla birlikte kahve köşesinde sefalet içinde yaşamam , ilk aşkımın beni terk etmesi, sonrakinin babasından hamile kalması gibi olaylar her ne kadar da kazığı iseler bana hayatın, bıçakladığım çocuğun ölmemesi, aldığım cezadan af sayesinde kurtuluşum, yaptığım araba kazasından üç arkadaşımla birlikte sağ olarak kurtulmamız da hayatın verdiği şanslar, ödüllerdi benim için.
kopyalamak zorunda kaldım ama ürperdim okurken....gerçekten çok soğuk bir müebbet....
hayat işte zor...
saygılar....
Ben tercihlerinizin hangi yönde olacağını biliyorum ve onun için o konuda bir şey söylemeyeceğim. ama yazınızın girişinde söylemiş olduğunuz sözünüze yürekten alkış tutuyorum.
Ben de sizin gibi " Hiç yaşamöadım deme, yaşamak bile bir hikaye" diyen bir yazı ile karşılaştığım siteyi açıp, orada okuduklarımdan sonra denemeler yazmaya ve içimdekileri paylaşmaya başladım. Çünkü gerçekten nefes almamız bile başlı başına hikayeler oluşturuyor insan yaşamında.
Öğrendiklerimi paylaşmadıktan sonra yaşamın da çok büyük anlamı yok" galiba Fikkret bey.
Yine düşündüren ve sorgulayan bir yazı idi okuduğum. Saygılar yüreğinize