- 677 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
LORA
Cumartesi günüydü. Selim kahvaltısını henüz yeni bitirmişti. Aklına kakaolu bisküvi geldi. Zihninde kakaolu bisküvi serenat yapmaya başladı. Televizyonda bir filmde görmüştü. Kadın misafirine çayın yanında kakaolu bisküvi ikram etmişti.
Selim o an televizyondaki sahneye öyle bir imrendi ki çağrışımlar peşi sıra geldi.Birazı okuduğu Voltaire kitaplarından birazı yazarların kendine özgü yaşantısından. En çok sosyal ve medeni olma zevki.
Selim sanki görünmez ve gizli bir şey bulmuştu. Onda zenginlik vardı. Onda tat ve sıcaklık vardı. O şeyi tadan başka bir şey istemezdi.
Gizem boşuna mı vardı. İyi ki de vardı. Değilse tarifi imkansız hisleri insan çözer talan ederdi.
Hemen evden çıktı. Merdivenleri acele ile indi. Binanın hemen yanında, yolun karşısındaki bakkala girdi. Kendine bir paket kakaolu bisküvi aldı.
Dayanamıyordu. Ama kakaolu bisküviyi evde balkonda çay ile içmek başkaydı.
Kendini tuttu. Binaya girdi. Merdivenleri üçer beşer çıktı. Eve girdi. Mutfağa geçti. Kofcanına çay kattı. Balkona geçti.
İlk bisküviyi ağzına attığında zihninde çağrışımlar yapan simgeler eriyor midesine karışıyordu. Sonra onlar hayat buluyordu.
İnsan her şeyi hazmeder, her şeyi yutar!.. Var olması için nicelerinin yutulması gerektiğini düşünür. Önce aşk. Aşkın insanda hayat bulması için acı ve ızdırabın yutulması gerekir. Tatlı düşler ise sonra içilir.
Sevgilisi Lora ona her gün acı ve ızdırap içiriyordu. İçtiği tatlı düşler ise Lora’nın balkona tadımlık çıkmasıydı. Balkona çıkra hemen içeri girerdi.
Geçen akşam üstüde balkona çıkmıştı. Sağına soluna bakıp ardından kısa bir müddet Selim’i süzmüştü. Çok tatlı anlardı. Selim süzüldüğünü fark edince Lora’ya parmaklarını oynatarak Selma vermişti. O an gülümsemiş miydi ne? Gülümsemişti. Çünkü Lora Selim’in el işaretinden sonra ne yapacağını şaşırmış balkondaki çamaşır iplerine dayanmıştı. Heyecandan O da belli belirsiz el işareti yapmıştı.
Az sonrasında kendini heyecandan korkuya kaptırmıştı. Balkona önce Lora’nın dedesi sonra amcası gelmişti. Tabi işaretleşmelerde bitmişti.
Bir cumartesi günüydü. Hıristiyanların kutsal günüydü. İskenderun da Katolik, Ermeni, Ortodoks ve Protestan kiliseleri vardı. Selim için kiliseler canlı birer sinemaydı. Gizlenmiş duyguları göründüğü yer.
Selim Katolik kilisesine girdiğinde inancına heyecanlar aktı. Karşıda haç duruyordu. Rahip vaaz ediyordu. İlahiler, kominyon, tütsü, yardımlaşma. Hepsini yaşadı.
Orası sanki saklı cennetti. Neden öyle olmasın. İnsan kendi dininde olan yasak meyvelerden niye yemesin. Adem bile cennette kendini aşıp meyvenin cazibesine kapılmamış mıydı?
O an kilise Selim’in zihninde tatmadığı oksijenleri pompalamıştı. O oksijen Hıristiyan cennetinden geliyordu. Kim bilir Hıristiyanlardan da camiye gitmeye can atanlar vardı.
Selim Lora’nın hangi kiliseye gittiğine henüz tanık olmamıştı. Bildiği Lora’nın sadece Alman bir Türk olduğuydu. Düşündü. Protestanlık Almanlar’dan çıkmıştı. Lora Protestan kilisesine gidiyor olabilirdi.
Selim son bisküvisini ağzına atınca aşağıda Lora’nın bakkala doğru ilerlediğini gördü. Selimin duyguları konuşmaya başladı. “Ah Lora Sevgilim. Bir tanem. Aşkım. Hayatım. Her şeyim.”
Aşık maşukun gözünde herkesten güzeldi. Duyguları yine konuşmaya başladı. “.Saçları bukle bukle. Vücudu kutsal bir mezar. O vücutta ölmeli. O vücuda gömülmeli. Tapmak nedir ki. Sevmek ya da aşık olmak! Selim Lora’ya ne tapıyordu. O’nu ne seviyordu. Ne de O’na aşıktı. Lora’ya bir aptal gibi bakıp dalıp gitmenin zevki hiçbir şeyde yoktur.”
Lora kutsal bir cennetti. O cennetin bahçelerinde bir tane değil bir çok yasak meyveler vardı.
Lora elinde poşet içinde ekmekle binaya girdi.
Selim “Haydi Lora balkona bir kere çık. Ne olursun” Diye söylenip durdu.
Akşama doğruydu. Selim hala Lora’nın balkona çıkmasını bekliyordu. Çıktığı yok. Naz mı yapıyor. Olsun Lora’nın balkona çıkmasını beklemek bile ayrı bir zevkti.
Selim’in dışarıya çıkıp ahava alması gerekiyordu. Beklemek zevkli de olsa yoğunlaşan zihnini boşaltması gerekiyordu.
Yerinden kalktı. Evden çıktı. Mahallenin parkına doğru yol aldı. Oraya her yaştan insan gelir otururlar dinlenirlerdi. Park adeta mahrem bir yer gibiydi. Hatta bazıları evinde demlediği çaylarını orada içerlerdi.
Hemen karşısında ülkü ocağı vardı. Kahvehaneden bozma bir yer. Mahallenin geçleri orada biriken heyecanları atar çay içerler, kendi aralarında sohbet ederlerdi.
Ocağın önünde oturan birkaç kişiden biri seslendi. “ Selim gel oturalım. Çay içelim. Selim yanlarına geldi.
Aynı genç “Haydi Selim bize şarkı söyle” dedi
Selim “Elvis Presley’den okumaya başladı. Aynı genç içeriden haydar dediği sopayı getirdi.
Selime uzatarak “Bunu mikrofon olarak kullan.” Dedi. Selim öyle yaptı.
Selim şarkısını bitirdiğinde ocak başkanı “Sen Antalya’da konserde şarkı söylesen çok meşhur olursun” diye konuştu.
Selim bir müddet daha ocakta oturdu. Kendisine ikram edilen çayı içti. Sonra yerinden kalkıp evine doğru ilerledi.
Tuna Mustafa Yaşar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.