- 6840 Okunma
- 42 Yorum
- 0 Beğeni
Genelevde Bir Dram
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Müşteriler neredeyse üst üste binmiş, hararetle dört numaralı odadan çıkacak Gizem’i bekliyorlardı. Gizem bu geneleve yeni gelmişti. Asıl adı Hamiyet olmasına rağmen bu ismi kullanıyordu. Genç ve güzel oluşu buranın müdavimlerinin hemen dikkatini çekmişti.
“Hadi açın şu kapının önünü” diye bağırdı Hacı ana kapının önüne yığılmış adamlara. Onun da asıl adı bu değildi. Sultan’dı kimliğindeki ismi. Tam yirmi beş senesi geçmişti bu bataklıkta. Diyarbakır’lıydı. Yaşlanıp bu işleri bıraktıktan sonra on dört numaralı bu genelevin sadece kasasına bakar olmuştu. Yanında çalıştırdığı sermayeleri takmışlardı bu ismi ona. Hacı ana şimdi odun sobasının yanındaki sandalyesine oturmuş kapının önünde duran ve adeta cama yapışmış içerideki et pazarını seyreden adamlara bakıyordu. Bir ara gözü kapıdaki adamların bacakları arasından sıyrılıp içeri giren kediye takıldı. Kedi sakince gelip sobanın kenarına boylu boyunca uzandı. Hacı ananın aklı birden gerilere, çocukluğuna gitti. Gittiğinde de içini yine o her zaman ki hüzün kapladı.
O zamanlar daha on beşindeydi. Evlerinde buna benzer alaca bir kedileri vardı. İşte hayatının dönüm noktası da o zamandan sonra başlamıştı. Küçücük bir evde on kardeş, yokluklar, sıkıntılar içinde yaşıyorlardı. O zamanlar nasıl olduğunu bilmeden gönlü düşmüştü, aynı sokakta oturduğu Ferudun denen sonradan şerefsiz olduğunu bildiği gence. Bir gece kaçıp gelmişlerdi Adana’ya. Sonra kabus gibi geçen günler… İmam nikahlı kocası tarafından dövülmeler, işkenceler… Ardından evden kaçmalar, parklarda sabahlamalar ve sonra da işte bu günler… Kaç sefer tövbe edip bu işi bırakmak istemişti de, bir türlü bu pisliğin içinden çıkamamıştı. Belki de çıkmak istememişti. Çünkü çıksa ne yapacaktı, nereye gidecekti? Diyarbakır da ki ailesi daha o vakit ölüm fermanını çıkarmışlardı.
Tam bunları düşündüğü sırada içerideki odadan bir müşterisiyle kavga eden Ahu’nun bağırma seslerini duydu. Müşterisi, Ahu’ya “Hırsız… Pis ib.. cüzdanımı sen çaldın” diye bağırıyor. Ahu da adamı yakasından tutmuş küfür ederek sarsıyordu.
Hacı ananın yüzü gene ekşidi. Belli ki Ahu yine sıkıntı yaratmıştı. Bu evin en problemli sermayesiydi o. Asıl adı Ferhat’tı, Ahu’nun. Yani bir dönmeydi. Aslında Onun da hayat hikayesi can yakanlardandı. Ferhat daha sekiz yaşlarındayken babası ölmüş, anası da ikinci evliliğini serseri, ayyaş herifin biriyle yapmış. Ama adamın sapıklığı sonradan ortaya çıkmış. Bu serseri herif zaman içinde yavaştan yavaştan sübyana ilişmeye başlamış. O sübyan da almış bir akşam tuz ruhunu adamın yüzüne boca etmiş. Sonra evden kaçış o kaçış. İlkin köprü altlarında yatmış. Ardından bali çekmeler, iğrenç arkadaşlıklar ve geri dönüşü olmayan hatalar. Sonrasın da otobanlarda fuhuş ve alınan pembe hüvviyetten sonra burada işbaşı…Ama bu en kötü huyuydu Ahu’nun sürekli müşterilerinin cüzdanını çalması. Kaç kere uyarmıştı, kaç kere kızmıştı. Ama daha öteye de gitmemişti. Vicdanı da elvermiyordu zaten. Hepsinin acınası bir hayat hikayesi vardı. Hiç biri anasından Or…… ya da, İb…… doğmamıştı ki. Çoğunu içinde yaşadıkları şartlar bu hale getirmişti bunu çok iyi biliyordu. Mesela bu dönmenin bir kardeşi vardı. Anası onu küçükken bir yurda vermiş. Onu yurttan evlat edinen aile adam gibi düzgün bir aileymiş. Şimdi o çocuk bir öğretmen olmuş. Hacı ana bunları düşündüğü sırada birden içini derin bir üzüntü kapladı. Bu dönmenin öğretmen olan kardeşi buraya gelmişti bir gün, kardeşini bulup kurtarmak için. Ama Ahu, onu utancından tanımazdan gelip, “Ben değilim demiş”, ardından günlerce gözyaşı dökmüştü.
Hacı ana bunları düşündüğü sırada kapıdan içeri bakan adamlarda bir hareketlenme oldu. Gizem dört no’lu odadan dışarı çıkıp, yeni müşteri almak için salona gelmişti. Kapıdaki erkekler neredeyse Gizem’e yiyecek gibi bakıyorlardı. Gizem de onlara bakıyor paralı bir müşteriyi gözüne kestirmeye çalışıyordu. Bugün alacağı son müşteri olacaktı bu kişi. Çünkü bugün oğlunun doğum günüydü ve erkenden eve gidecekti.
Hacı ana göz ucuyla Gizem’e baktı. Bu evin en çok para kazandıran sermayesiydi o. Onun da hayat hikayesi buradaki diğer kadınlarından daha farklı değildi. Bingöl’lüydü o da. Daha on üç yaşındayken babası onu zorla İstanbul dan gelen elli iki yaşında bir adama zorla gelin etmişti, sırf yirmi bin lira başlık parası için. Sonra da adam tutup onu İstanbul’a getirmişti. Önce eziyetler, ardından beraber içki içtiği arkadaşlarına karısını peşkeş çekmeler… Bu sırada bir de çocuğu olmuştu Gizem’in. Gizem bu yaşadıklarına ancak bir süre daha dayanabilmiş, sonra da namusunu iki paralık eden o aşağılık kocasını delik deşik etmişti. Kocası mezara giderken o da koynunda bebesiyle mapus hanenin yolunu tutmuş, orada yıllarca yatmıştı. Çıkınca da, katil olduğu için ne bir işe girebilmiş, ne de ailesinin yanına dönebilmişti. Ceza evinde tanıştığı eski hayat kadınlarından Behiye’nin kafasını yıkamasıyla da şimdi o da buralara düşmüştü.
Gizem, kendisine ve buradaki arkadaşlarına leş akbabaları gibi bakanlar arasından son müşterisini seçmeye çalışıyordu. Yaptığı bu işten nefret ediyordu. Üzerinden, yaşlı, genç, psikopat, hasta kimler geçmiyordu ki! Bu insanlar üzerinde tepinirken ruhu bedeninden çıkıyor, o an sadece hissiz bir et parçası oluyordu. Ve yaşadığı bu iğrenç hayata ancak böyle katlanabiliyordu. Tek isteği para biriktirip kendine zorla imzalatılan senedi ödemek ve bu bataklıktan bir an önce çıkmaktı. Tam bu sırada kapıdan içeri elli beş altmış yaşlarına yakın bir adam girdi. Gizem’e gelip odasını sordu. Gizem adama “dört numara” derken bir garip oldu! Bu adamı tanıyordu sanki. Ya önceden gelmişti ya da…. O an anımsayamadı. Adamı odasına gönderdikten beş dakika sonra düşünceli bir halde odaya gitti. Adam yarı çıplak halde onu bekliyordu.
Gizem odadan içeri girdi. Üzerindekileri çıkarırken bir ara gözleri adamın gözlerinin içine daldı. Durdu. Soyunmadı. Bu adamı çok iyi tanıyordu. Bilmediği bir şekilde kalbi hızla çarpmaya başladı. Adam Gizem’e yalakalık yapmak için sırıtarak konuşmaya başladı;
“Kızım sen ne güzelsin böyle. Senin gibi birisinin buralarda ne işi var. Ne biçim adammış bu anan baban senin.”
Adam bunları söylerken Gizem’in sinirden elleri titriyor, gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
O sinirli haliyle gelip adamın yakasına yapıştı ve ağlayarak bağırdı;
“Peki baba!!! sen beni daha on üçümde dedem yaşında birine satarken adam mıydın?
On dakika sonra adam genelevin kapısından çıkarken yüzü kıpkırmızıydı. Öfkeden kuduruyordu.
Bir saat sonra on dokuz yaşındaki İsmail apış arasına sakladığı silahla geneleve gelmiş ablasının olduğu on dört numaralı eve doğru hızla ilerliyordu.
Gizem başına gelecekleri hissetmiş gibi odasında sessizce bekliyordu. Evet, babasıyla yıllar sonra burada karşılaşmıştı. Şu andan itibaren başına gelecekleri de çok iyi biliyordu. Suçlu kimdi bilmiyordu. Gözyaşlarını silerek çantasından oğlunun resmini çıkardı. Son kez öptü, kokladı ve yerine koydu. İnfazını bekleyen bir mahkum gibi olduğu yere çaresizce çöktü kaldı. Artık kaçmaktan ve pis hayattan çok yorulmuştu.
İsmail’in kalbi deli gibi atıyordu. Kafası karmakarışıktı. Taa köydeyken babası kafasına kazımıştı, kötü yola düştüğünü öğrendikleri ablasını öldürmesi gerektiğini. Fakat buraya, yani İstanbul’a göç edip, okula başladıktan sonra bu düşünce ona yanlış gelmeye başlamıştı. Bir gün hep bundan korkuyordu. Yani babasının az önce eve gelip, “O şıllığı buldum hadi git namusumu temizle” demesinden. Korktuğu da başına gelmişti. Eğer şimdi bunu yapmazsa ömür boyu bu kara lekeyi üzerlerinde taşıyacaklar ve akrabalarının yüzlerine bakamayacaklardı.
İsmail ablasının çalıştığı evin önüne geldi. Elini beline atıp, hızla içeri daldı ve dört no’lu odaya girdi.
Birkaç saniye sonra acı bir silah sesi yankılandı genelevin sokaklarında…
Kediler oldukları yerde sindiler.
Çatıdaki kuşlar korkuyla havalandı.
Açmaya hiç fırsat bulamayan bir kardelen tomurcuğu, kan kırmızı gelincik gibi yükseldi göğe.
Ve bir küçük çocuk annesinin kötü kaderini devraldı. Ve o çocuk bir daha hiç bir yaş gününü annesiyle kutlayamadı.
YORUMLAR
Konu güzel de keşke travesti öykünüzdekine benze cümleler kullanmasaydınız. orda da bu cümlenin aynısı var; ''Ama adamın sapıklığı sonradan ortaya çıkmış. Bu serseri herif zaman içinde yavaştan yavaştan sübyana ilişmeye başlamış. O sübyan da almış bir akşam tuz ruhunu adamın yüzüne boca etmiş. Sonra evden kaçış o kaçış. İlkin köprü altlarında yatmış. Ardından bali çekmeler, iğrenç arkadaşlıklar '' Bir de okuyucu filmlerden alıntıymış gibi hissediyor. bu başarı mı başarısızlık mı onu bilmiyorum. Kaleminizin hiç bitmemes dileğiyle..
Mustafa Sakarya
elemm | nilgün akçay 29 Nisan 2010 Perşembe 01:33:31
"Haya ederiz bu tarz konuları konuşmaya ...Zira yazınızda ki uslup o kadar edepli geldi ki...Okurken bir rahatsızılık duymadım, konu bu kadar müstehcen olduğu halde...
Elbette konuşulmalı, insanlar bilinçlenmeli, bilgiyle güçlendirilmeli...Bazı arkadaşlar kınamışlar bu yaşam şeklini, oysa kimin ne olacağı bilinmez, çok güvenirsiniz kendinize, yapmam dediğinizin, muhatabı bir gün siz olursunuz...
Şayet bir insanın yüreğinde, Allah korkusu yoksa, sığındığı Mevla değilse, hiç kimse ben yapmam diyerek öncülük edemez...Bir şeyi yapmam diyene şeytan yaptırana kadar ondan uzaklaşmaz diyor Hadis-i Şerif de...O yüzden konuşmalarımızda bu kadar acımasız olmayalım...İnsan oğlunun başına herşey gelebir... Sevgili Ağyar ve Engin Bey yazınıza çok güzel ilavede bulunmuşlar, Hepimiz yapıcı olabilseydik eleştirip uzaklaştırmaktansa anlamaya çalışabilseydik insanlık bu kadar zayıf düşmezdi...
Yazınız da takıldığım bir nokta var ki, Hacı kelimesini bu bataklıklarla aynı safhaya koymuşsunuz... Hacı Kabeyi görmüş insana diyoruz... Kabe Allahın evi olarak atfediliyor... O zaman nedir sevmediğimiz kabullenemediğimiz... Buralara gidip yanlış yapan insanların yüzünden, Allah'ın evini ziyaret eden insanları bu kadar küçültmek sizce Allah'ın gücüne gitmez mi?
Kİm ister Mevlayı gücendirmek...! Sanıyorum bazen farkına varmadan yapıyoruz...!
İnsanların bütün kötü işlere muhatap gösterdikleri ismin başına bu sıfatı (HACI) yakıştırmalarını, adaletsizliğin en büyüğü olarak görüyorum... Diliyorum ki bu hassaslığa herkes kulak verir...
Yazınız yüreğime çizikler attı bir an Hamiyet Ahu ve Sultan oldum... Keşke herkes olabilse, onların yerine koyabilse kendilerini, eleştirmeden anlayabilse bakabilse onların gözünden dünyaya... Tirmizli Şems olabilmek sanıyorum asl olan....
Tebrik ediyorum akıcı, anlaşılır, ifadeler net, sade bir sunuş... Başka da anladığım yok zaten..."
Burada kastedilen "Hacı" Kadın satan pezevenglerdir. Kadın olanlarına da " Hacı ana derler."
Elbette yakışmayan bir kelime ama hikayenin dili tam olarak konuşulan dili yansıtmak istediği için mecburen kullanılmış plmalı.
Çok güzel bir konuydu.
Okumayanlar tekrar okumalı.
İbret babında.
Saygılar.
ARZ-TALEP DURUMLARI....
Hayvani arzularının esiri olan erkekler olduğu sürece Kadının mal gibi kullanılması hiçbir zaman bitmeyecek.
Erkeğim diye geçinenlerden Para karşılığı birlikte olduğu insanın kendi bacısı, anası, kızı veya eşinin olduğunda ne halde olabileceğini düşününceye kadar bu manzaraları hep okuyacağız.
ÇOK ACI ÇOOOOK...
Burada aciz olan erkeklerdir( para karşılığı birlikte olanlar ) Yüreği yetmemiş ki paraya müracat etmiş...ZAVALLILAR
RABBİM ONLARA DÜŞÜNME GÜCÜ VERSİN....
Kutluyorum gerçekleri yazdığınız için, selamlar....
Böyle konuları kaleme alırken sadece zevk ve de akla gelebilecek çirkinlikleri ballandıra ballandıra dökenler bunu okuyup da utansınlar !!!
Öyleli deli bir öfke sardı ki yüreğimi hâlâ gözlerimin yaşlarını kurutamadım ve susacağa da benzemiyor sanırım; sözlerim aynam olsun!
Evvela kaleme teşekkür ediyorum ; okur olarak hakikaten sorumluluk üstlenildiğini ve bu bilincin var olduğunu hissedip de okuduğum bu yazı gerçekten başarılıydı. Bu hassassiyetinizin kaleminizde daima olmasını diliyorum.
Şu bilinsin ki hiç kimse okuduğunun konusuna laf edebilecek hakka sahip değildir fakat bunun nasıl anlatıldığı (üslûp) ile ilgili olarak noktası virgülüne varana kadar konuşabilir ; elbette ki farklı niyetler de sırıtır da hak nedir gören göz duyan akıl bilir. Güne düşmüş olması da ayrı bir sevince sebep; okunmalı evvela ebevynler okumalılar ki hal ve hareketlerinin nelere sebep olabileceklerini düşünebilsinler. Genel manada bakılınca hep yanlış evlilikler sebep gibi görünürler evet öyledir yazık ki fakat bunların yanında farklı durumlar da mevcuttur. Düşünün bir işe giriyorsunuz normal olan iş kabulünden sonra gerekli yerlere bildirimidir ve şartlar belirtilerek gerekli sözleşme vs. Ama senet ne demek ? Bu bakıldığında hele ki bu kadar çirkinleşince dünya hemen her yerde karşılaşılması mümkün hale gelmiştir.
Yahu hiç mi akıl,edep,haya olmaz insanda !
Bunlar da olmayınca işte böyle evlatlarınızın yataklarına düşecek kadar Rahim azabına mahkum olursunuz.
Yazıya bakalım:
anlatım akıcı ve kullanılmış kelimeler en azından vicdanı acıtmayacak haldendiler. Evet mevzu yeterince acıtıyor ama en azından tahammül sınırları aşılmamış. Fakat bir şey de dikkatimi çekmedi değil. Kullanılan memleket isimleri...bu eksikliktir kanımca. Nedenine gelince odak noktası ki başlıkta da görünüyor bu da karmalığa işarettir. Her yerden ve her türden ama aynı dünyada yaşayanların farklı sebeplerden bu gibi yerlere mecbur kaldıkları durumdur. Sanıyorum ki bilinç altı bir gerekçe var tabii kendice bile belki bilinmeyen. Ve şu da bilinsin ki hayatta kimsenin rozetine göre namına göre muamele etmeyen insanlar da vardırlar. Bir Hacı yanındayken hacılığına ayrıca bir saygı durumu olmaz insanda en azından bazılarında; biliriz ki nefsi yok olan bir peygamberler vardır kimse kendini sûmme hâşâ öyle bilmesin. Her insan ki akı da karası da aynı saygıya lâyıktır fazlası da kişinin kendine zûlmüdür. Buna dikkat etmeliydik- inanıyorum ki burada bir tepki var ama dikkat edilmeli çünkü artık bu bile kalktı kimse bu türlülere inanmıyor , artık para güç görünüyor; burada gücünüz varsa tüm dünyayı ateşe verin en haklı siz oluyorsunuz-.
Yazım da bir kere kontrol edilmeli. Zirâ özel isme gelen ekler kesme işareti ile ayrılırlar arada boşluk bu görevin aksine işaret olur.
Yine de iyi bir yazıydı tabii belirtilen eksiklikler göz önünde tutulmalıdır.
Sevgiler.
Yazımı, vakit ayırıp okuyan ve kıymetli yorumlarını bırakma nezaketi gösteren değerli dostlara gönül dolusu teşekkürlerimi sunmak isterim. Bu arada bazı yorumlara istinaden küçük bir açıklama yapmayı gerekli görüyorum; Öncelikle bir konu hakkında yazmadan önce, bilmediğim detaylar hakkında muhakkak araştırma yapıyorum. Emin olmadığım hiç bir konuyu asla derinliğine yazmıyorum. Olayları yazıya dökerken mümkün olduğunca, sanat edebiyatı dilinde değil, halk edebiyatı dilinde yapmaya özen gösteriyorum. Yani toplum içinde neyse, yazıya da aynı dilde yansıtmaya çalışıyorum. Tabi ki bunları yaparken hassas noktalarımız olan, din, saygı, edep ya da insanları asılsız ve yanlış düşüncelere saptıracak cümlelerden, fikirlerden şiddetle kaçıyorum. Saygılarımla.
Bir çok kadınımızın istemeden içine düştüğü ve kurtulmak için çırpındığı halde kurtulamadığı olayı öyle akıcı ve öyle güzel bir dile ile anlatrmışsınız ki, okuyucu sonucunun nasıl olacağını bilmesine rağmen "belki değişir" diye düşünerek okumaktan alamıyor kendini.
Güne düşmeyi hakeden bir yazı idi Mustafa bey. Kutluyorum kaleminizi ve saygılar yüreğinize. Hiç bir kadının, hiç bir kızımızın bu tür yollara düşmemesi ve aile içinde kız evlatlarının satılık mal gibi görülmeden yalnızca çocuk ve insan oladuğunu düşünülerek sevilmesini ve sahip çıklımasını diliyorum.
Saygılar
Haya ederiz bu tarz konuları konuşmaya ...Zira yazınızda ki uslup o kadar edepli geldi ki...Okurken bir rahatsızılık duymadım, konu bu kadar müstehcen olduğu halde...
Elbette konuşulmalı, insanlar bilinçlenmeli, bilgiyle güçlendirilmeli...Bazı arkadaşlar kınamışlar bu yaşam şeklini, oysa kimin ne olacağı bilinmez, çok güvenirsiniz kendinize, yapmam dediğinizin, muhatabı bir gün siz olursunuz...
Şayet bir insanın yüreğinde, Allah korkusu yoksa, sığındığı Mevla değilse, hiç kimse ben yapmam diyerek öncülük edemez...Bir şeyi yapmam diyene şeytan yaptırana kadar ondan uzaklaşmaz diyor Hadis-i Şerif de...O yüzden konuşmalarımızda bu kadar acımasız olmayalım...İnsan oğlunun başına herşey gelebir... Sevgili Ağyar ve Engin Bey yazınıza çok güzel ilavede bulunmuşlar, Hepimiz yapıcı olabilseydik eleştirip uzaklaştırmaktansa anlamaya çalışabilseydik insanlık bu kadar zayıf düşmezdi...
Yazınız da takıldığım bir nokta var ki, Hacı kelimesini bu bataklıklarla aynı safhaya koymuşsunuz... Hacı Kabeyi görmüş insana diyoruz... Kabe Allahın evi olarak atfediliyor... O zaman nedir sevmediğimiz kabullenemediğimiz... Buralara gidip yanlış yapan insanların yüzünden, Allah'ın evini ziyaret eden insanları bu kadar küçültmek sizce Allah'ın gücüne gitmez mi?
Kİm ister Mevlayı gücendirmek...! Sanıyorum bazen farkına varmadan yapıyoruz...!
İnsanların bütün kötü işlere muhatap gösterdikleri ismin başına bu sıfatı (HACI) yakıştırmalarını, adaletsizliğin en büyüğü olarak görüyorum... Diliyorum ki bu hassaslığa herkes kulak verir...
Yazınız yüreğime çizikler attı bir an Hamiyet Ahu ve Sultan oldum... Keşke herkes olabilse, onların yerine koyabilse kendilerini, eleştirmeden anlayabilse bakabilse onların gözünden dünyaya... Tirmizli Şems olabilmek sanıyorum asl olan....
Tebrik ediyorum akıcı, anlaşılır, ifadeler net, sade bir sunuş... Başka da anladığım yok zaten...
Aynur Engindeniz
Ayrıca "Hacı" olayında size katılıyorum. Ama bu tip benzetmeler ne yazık ki, gerçekten yapılıyor toplumumuzda.
Bence de herkes empati yapmayı bilmeli, ama bu kadınlar için değil. Ama şunu da söyleyeyim, kurtulmak için çaba gösterenine sonuna kadar destek olmayan da günahtadır. Bu yoldan dönene, tövbe edene sözüm yok.
Bunlardan çok çok, daha önce, acınacak, kederlenecek çok masum var Türkiye 'de. Ben kederlerimi o masumlara saklıyorum. Saygılar..
Nilgün Akçay
Bİr kandil günüydü kardeşim yanıma gelip Allah bu gece zine eden faiz yiyen, içki içen; yani kısaca büyük günah işleyenleri afetmiyormuş bir yerde okumuş...Olurmu öyle şey Allah daha kimi affediyor? kimin haddine insanı Allahtan uzaklaştırmak...Birileri zırvalıyor bizlerde inanıyoruz...Mevlanın rahmetini küçümsemek olur bu...! Biz insanlar aciziz, o yüzden Mevla diyor ki,''RAHMETİM GAZABIMI'' geçti...Sadece bize düşen yürekten tövbe ve sığınma...Hiçbir zaman ''zaman'' başka sözüne katılmıyorum her dönemin farklı zorlukları var...Nefisle cihad zor olsa gerek ve herkes inanç bütünlüğüne sahip değil, değil diye de bizde yüz çevirmemeliyiz...Sevdiriniz nefret ettrimeyiniz diyen bir Peygamber ümmetiyiz..Düşünsenize bu cümleyi duyan bir f...Kadın neden tövbe etsin kabul değil diyerek daha da bataklığa batar...Oysa her zaman bir kurtuluş vardır...Sizi tenkit etmek için değil bu yazdıklarım lütfen böyle algılamayın,lakin insanlar tövbe etmek istediklerinde Mevla ile aralarına girmeyelim...Sevgilerimi gönderiyorum dost yüreğinize
Aynur Engindeniz
Fuhuşu mesle k edinen kadına ya da erkeğe hiç rastlamadım, en azından rastladıysam da haberim yok...Eğer karşılaşırsam ona kendilerinden nefret ettiğimi söylemem galiba. Din ahkamı hiç kesmem. Yolumu çevirir giderim...Ama hiç bir şey onlara duyduğum nefret ve tiksintiyi engelleyemez sanırım. Bunu söylerken de korkmuyor değilim. Bir Allah düşmez kalkmaz...Allah esirgesin kızlarımız var...Yarın kimin ne olacağı belli değil....
Ne diyeyim, Allah güzel kader ve zorluklara karşı dayanma gücü versin herkese...
Ben de size sevgiler gönderiyorum...Selametle...
Toplumumuzda, yazınızda ki karakterler gibi bir sürü kadın var.Gazetelerden, tv den, romanlardan, hikayelerden okuyoruz dinliyoruz...Aynur arkadaşım biraz acımasızca eleştirmiş...
Evet ben de bu tür kadınlara onay vermiyorum ama kendi şartlarıma göre değerlendirdiğimde vermiyorum...
Bizler şükürler olsun ki, doğru yerlerde, doğru anne ve babanın çocukları olarak dünyaya gelmişiz...
Böyle yerlerde çalışan kadınları ben 2' ye ayırıyorum.
1- Gerçekten kader mahkumu olup, istemeden o konuma gelenler
2-Asgari ücreti beğenmeyip, neonların şaşalı ışıklarına kanıp, isteyerek düşenler...
Gerçekten kader mahkumu olanları Allah kurtarsın, üzülüyorum.Ama çok para kazanmak, kolay yoldan kazanmak isteyenleri kınıyorum.
Yazınız gerçekler üzerineydi...Tebrik ederim...
Sevgi ve saygı ile
İç yakan bir yazıydı. Gerçekleri okudum. Yüreğinmiz yandı. Benim de kader kurbanlarıyla ilgili ve GÜLKIZ ismini verdiğim bir şiirim var, sayfanıza alıyorum, konuyla örtüştüğü için.
İyi günler diliyorum.
GÜL KIZ
Ondördünde kocaya gittiğinde,
Oyun sanıyordu evliliği zahir.
Evcilik oynarım diye,
Oyuncak bebeğini de götürmüştü.
Bir anası ağladı ardından.
Gerisi, yalan ağladı.
Babası Tilki Süleyman,
Bir tomar gavur parasına sattı gül gibi kızı.
Traktör alacaktı başlık parasına.
Kocası sidikli Nuri
Gerdek gecesi,
Kız çıkmadı diye
İt kovalar gibi
Tekmeleyip, atıverdi kapının önüne.
Gül kız…
Ağladı, yalvardı.
Kusur bende değil dediyse de,
İnandıramadı kimseyi
Baba evine döndü garibim
Zulüm gördü, işkence gördü.
Yine de sesini çıkarmadı
Babası,satılığa her çıkarışında
Defolu mal misali geri geldi.
Horlandı, dışlandı.
Borsa misali,
Değeri de düştü Gül kızın
En son Hacıların Ömer’e gelin gittiğinde
Kapıdaki uyuz eşek bile para etti de
Kendi para etmedi.
Bir kat giysiyle bir çift terlikti sermayesi.
Talihi gibi, yüzü de gülmedi,
Kocası hem alkolik, hem kumarbazdı
Altı aya kalmadı, en son tarlayı da
Kumar masasında bıraktı
Daha da yetinmedi
Bankadan ipotek yapar gibi
Sözleşme yaptı kavatlarla.
Ya karını alırız altından, ya canını dediler
Canı tatlı geldi piçin.
Gül gibi karısını, alemin çakallarına
Kendi eliyle verdi.
Kurtlar sofrasına düşmüştü bir kere.
Vücudu, sermayesi olmuştu nasılsa.
Bu kahpe dünyada,
Kahpece yaşamak ona göre değildi.
Ödenmiş veya ödenecek tüm bedelleri
Küçücük yüreğine sığdırmıştı.
Yüreği yaralı, bahtı karalıydı
Nerde akşamsa, orda sabahlamak vardı
Tiksinti verici de olsa,
Kaderde, yüzlerce kocayla yatmak da vardı.
Kimi eğlendi, kimi alaya aldı
Kimi sofrasında meze yaptı.
Kimi de bir gecede imam nikahı kıyıp
Sabaha boşadı.
Bu gün Karaköy’de görürsünüz Gül kızı,
Yarın Bend deresinde.
Öbür gün bir meçhule gidecektir nasılsa.
Gül kız kim diye sorarsanız tanımazlar.
Adı Kader’dir Gül kızın.
Ah benim açmadan solan tomurcuk gülüm.
Ah benim talihsiz kınalı kuzum
Yüreğim yanıyor,
Bataklıkta açan,
Bilmem kaçıncı güldür bu.
Kaderin Kader’e oynadığı
Bilmem kaçıncı oyundur bu.
Sen utanma bacım
Baban utansın
İstanbul utansın
Yurdum utansın
Sen ağlama bacım
Bir ben ağlayayım,
Bir de anan ağlasın.
Bir ben yanayım sana
Bir de baban yansın ahir dünyada.
Vecdi Murat SOYDAN
Sevgili dostlar, tabi ki her yazının okuyanlarda aynı etkiyi göstermesi beklenemez. Hepimiz, okuduğumuz yazıları, içinden süzülüp geldiğimiz kültür, aile,çevre etkenleri ışığında değerlendirir, yargılarız. Yani ailesinde bir suçlu olanla, olmayanın suç işleyen kişiye bakış açıları daha farklıdır. Dolayısıyla her düşünce kendine göre doğrudur diye düşünüyorum. Bu anlamda yapılan bütün yorumlara içtenlikle saygı gösteriyor ve çok teşekkür ediyorum.
Aynur Engindeniz
Bu çirkin kadınları aile içinde aldığım terbiyeye göre değil, kendi insanlık kriterlerime göre ele aldım.Bunların savunulacak yanı yok bence...
hep övülmeye alıştığımızda küçük de olsa aykırı bir yorum görünce moralimiz bozulur. Bu kim ki, deriz...Üzerinizde böyle bir etki yapmışsam kusura bakmayın. Saygılarımla....
Aynur Engindeniz
Mustafa Sakarya
Gök sel
Aynur Engindeniz
İşin özü, yazarı yerinde saydıran yorumlara benim sitemim. Kimse eleştirmiyor...Yazanlar eleşştirlmekten hoşlanmıyor. Allah'tan ki, siz eleştiriye açık çıktınız.
Yazınızın, günün yazısı seçilmesi münasebetiyle sizi tekrar tebrik ediyorum...Saygılar...
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
Acı... insana hayatı sorgulatan ve yaşananları. Kimi zaman kaderimize kendimiz yön veremiyor ve nehirin bizi sürüklediği diyarlarda buluyoruz kendimizi. Kadın veya erkek hiç farketmez. Hayat bize nasıl bir yol çizmişse...
Her yaşadığımız kötü olayda kaderi suçlarız ve çaresizliğimizi.
Hemen yanıbaşımızda ama bizim dışımızda yaşanan nice hayatlar. Kimisine tiksinerek, kimisine acıyarak ve kimisine imrenerek baktığımız. Ama hep kendimizi soyutladığımız.
Düşene bir tekmede biz vurmayı seviyoruz galiba. Elinden tutup kaldırmaktansa böylesi daha kolayımıza geliyor.
Neden bilmiyorum ama, ne bu kadınlar için zerre kadar üzülüyorum, ne de onlar için üzülenleri anlayabiliyorum. Bu tür yazılarda da onlar aşırı derecede masum göstreriliyor. Bunu da anlayamıyorum. Her açıkta kalan o batakhanelere sığınsaydı, ortalıkta nesil diye bir şey kalmazdı. Ama ne yazık ki, Allahın verdiği bedeni sermaye niyetine kullananlar, böylece kolay para kazanmanın tadını da almış oluyorlar. Senet imzalatmak falan...Bu kadar mı salaklar, imzalama...Polise sığın, devlete sığın...Ama olur mu, temizlik yaparak beden işçisi olacaklarına, o bedeni kiralamak daha makul onlar için. Kaç kişinin yuvasını yıkıyorlar...Bu kimsenin umurunda değil. Bilmiyorum da, Allahın dahi lanetlediği bu mahluklardan nefret ediyorum. Kendi çarşafında bir saç teli bulsa hanımına söylenip, ama son derece geniş bir mideyle, o yüzlerce kişinin girip çıktığı yerde tiksinmeden yatan adamlara da "şerefsiz" derim ben.
Yazının tekniği çok iyi. İyi yazılmış, ama yeni okuduğumuz bir yazı değil. Türk sineması izlemiş gibi oldum. Bence sizbu yazım gücünüzle daha orjinal eserler de yazabilirsiniz. Ya herkesin bildiği bir konuyu hiç bilmediğimiz bir şekilde anlatmalı iyi yazar, ya da hiç bilinmeyeni keşfetmeli...
Tebrik ediyorum...Saygılarımla...
aynur engindeniz tarafından 4/28/2010 11:16:52 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlk önce yazıyı beğendiğimi ifade etmek isterim, İşin vahim tarafı böyle olaylara müdahele etmeyi bırakın bir film seyreder gibi bakıyoruz olanlara...Toplumda gözümüzün önünde yaşananlara bu kadar kaytsız kalmamamız gerek...Ayrıca yazıyla ilgili eleştirilerim oalcak nedense olaydaki tüm aktörlerin doğu ve güneydoğudan seçilmesi ve örneklendirilmesi bana göre haksızca...bu olaylar herkesin başına gelebilir, bölgelere göre ayırmak yanlış...şöyle diyebiliriz ankarada veya istanbulda yaşayan bir tahsilli bir bayanda çok RAHAT bir yaşam sürerken bunun adı fahişelik değilken yöresellik olarak gösteripte onlara FAHİŞE denilmesi mantıksız...Bu anlamda gerçekçi olmak lazım...Aslında HERKES herşeyi biliyor...sadece görmek istediğimiz gibi görüyoruz...
Gök sel tarafından 4/28/2010 10:59:41 AM zamanında düzenlenmiştir.
sen eline kalemi al yaz karala doldur bırak......buruşturup atma sakın ola yırtmayasın....o bize yeterde artar bile.....her konuda bu başarı kaç kalemde var......su gibi uslup okuyucuyu öyle bir sarıyorki.... olayı görüp yaşayanlardan oluyoruz.......cinayet zaptı tutulurken tanık yazılacak kadar olayın içindeyiz....puanım yakışandır can kardeşim.....saygılar
Toplumumuzda bu gibi acı olaylar maalesef yaşanmakta. Kader, töre, cehalet, yoksulluk, kişilik bozukluğu vs bir sürü sebep sayabilirsininiz bütün bunların müsebbibi olarak.
Bana göre ilginç ve garip olan hala devletin resmen, ruhsat vererek, vergi alarak adı "genelev" olan işletmelerin çalışmasına göz yumması. Yani bir şekilde oraya düşmüşleri kurtaracağı yerde birde "vesika" vererek halt etmek. Devlet bunu yaparken vicdanınımı rahatlatıyor, oradakileri onöre ettiğinimi sanıyor yoksa minareyi kılfa sığdırmaya mı çalışıyor
Bazıları cevap verebilir, "daha iyi ya devlet gözetiminde olsun, kaçak göçek olsa daha mı iyi. Koskoca devlet bu, hem hijyenede dikkat eder, gidenleri düşünür, orada çalışanları hastalık taşıyorlarmı diye her ay Zührevi Hastalıklar Hastanesinde kontrola gönderir"
"Müşteriyi" düşünür. Ne kadar acı, ne kadar kolay, ne kadar ayıııp. Bu ayıpta yeter insanlığa
Amaaan canım sizde, boşuna dememişler "dünyanın en eski mesleği fahişelik" diye.
Tebrikler, selamlar
Engin Tatlıtürk
Diye bilirsin ki yazıp ta ne olacak? takan mı var?
Safımız belli olur Allah'ın huzurunda.
Selamlar.
Evlenip çoluk çocuğa karışmış kadınların bile namus adı altında öldürülüğünü gördükten sonra aslında çokta yadırgamamak gerek..
Hepimizin başta yanılgısı budur işte ,dramda anlatıldığı gibi ,insanları hemen yargılar hemen adını koyarız .. öncesinde ne olmuş neden bu duruma düşmüş sorgulamayız ..
Yüreğinize sağlık , Sevgiyle kalın..
Önce yorumları sonra yazıyı okudum.
Çok güzel kaleme alınmış. Her kelimesi hayattan ve doğru. Nasıl bir yer olduğunu merak etmeyen erkek yoktur. Lise yıllarında arkadaşlarla iki defa Ankara Bent deresindeki genel evi ziyaret ettim. Ben içeri girdim ama evlere girip kadınlarla ilişkim olmadı. Her türlü yemini ederim. Zaten çok iğrenmiştim. Merdivene oturup her şeyini aleme açan ve yalanan kadınlıktan çıkmış seks makineleri korkutmuştu gözümü. Bir daha gezmek için bile gitmedim.
Bunlar yazılmalı ve milletin gözüne sokulmalı ki uyanış başlasın.
Kadın haklarını savunan, hatta feminist geçinen dernek ve şahıslar bu batak haneleri hiç mi görmüyor ki; ağızlarından "kapatılsın" diye tek kelam çıkmıyor.
" Fuhuş sokağa yayılır" diye savunuculuğunu dahi yapanlar var. Sanki fuhuş heryerde yok.
Erkeklerden nefret etmek bir yana burada ev kadınları da ara sıra pazarlanıyor ve kutsallaştırılıyor milli vergilerimiz.
Kadınlar da kadınları pazarlıyor ve düşürüyor.
O kadar uzun ve acı bir konu ki neresinden tutsak elde kalıyor.
Cesur yüreğine sağlık kardeşim.
Pisliğe ayna tutup gün ışığına çıkardığın için.
10 Numara ÜZÜLÜYOROM.
Selamlar.
Engin Tatlıtürk tarafından 4/28/2010 10:18:14 AM zamanında düzenlenmiştir.
bir çırpıda okudum.değişmesi gereken kabul edilemez çirkinlikler.
tanrım işte bu gibi durumları öğrendikçe,bugibi hikayeleri duydukça erkeklerden nefret edesim geliyor.
çok üzgünüm çokk.
nasıl,niçin,niyee.
anne baba olmak bu denli kolaymı.
tanrım sen bu dürtüleri verirken kullanma pespektüfüde vereydin ya erkeklere.
kimi biliyor kendiliğinden kimiyse ...
güzel bir yazı edebiyat olarak ama konu .çok özür dilerim arkadaşım 10 puan verdim ama bu konuları duymak bile istemiyor içim
Yine Mustafa Sakarya eseri. Duygu yoğunluğu en üst seviyede. Konu ise kanayan bir yara. Konunun içinde, bir çok toplumsal sorun ele alınmış. Sonuç yine aynı tabii ki. Umalım ki bazı şeyler değişsin artık. Güzel şeyler yaşansın. Kadınların, başlarını sokacak genelevler değil, onlara sahip çıkacak koruma evleri çoğalsın. Kimse ağlamasın. Güzeldi arkadaşım. Yürekten tebrik ediyorum.