DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN…
Hiç unutmam, o senenin yirmi sekiz Nisanı’nı, sabaha karşı saat üç otuzdu sanırım. Telaşla evden çıkışımız, yardımcı olmaya çalışan polis otusunda taksi arayış, hastaneye varış ve öğlene doğru doğumun. Can kızım zaman büyüdün, nasıl büyüdün? Büyüdün de yirmi iki yaşına geldin. Yine hiç unutamam, sen altı yaşında iken biz, havale geçiren kardeşini hastaneye yetiştirme telaşı içinde çırpınırken sen, evde yalnız kalma korkusuyla ben de geleceğim diye feryat etmiştin ve ben de nasıl, neden olduğunu bilmeden sana tokat atmıştım, alnında bir anda koskoca şiş olmuştu. Canının yanmasına rağmen, “Ne olur vurma babacığım, gelmeyeceğim babacığım” deyişinle ve alnını görüşümüzle; hep birlikte ağlayarak beraber gitmiştik hastaneye. Yaşamımda sizlere ( daha doğrusu sadece sana ) attığım ilk ve tek tokat ( dayak da ) sanırım sadece bu olmuştu. Yarın doğum gününü kutlarken bu olayı hatırlatsam belki de hatırlamazsın, benim için her aklıma geldiğinde inceden bir sızıdır yüreğimde.
Senin doğumun ve çocukluğun, yokluk günlerimizdi bizler için. Gündüzleri seni annenin de, benimde işe gitme nedeni ile komşuya bırakışımız, geceleri annenin ev işleri uğraşı, benim gereksiz içki alışkanlığım; önüne konulan resim defterine sevgiye dair resimler çizmene engel olmazdı, yaşadığın şefkatsizliğe rağmen.
Çabuk mu büyüdün, ben mi farkına varmadım. Oysa her söylediğin, üzerinde günlerce düşünülecek anlam taşıyordu, ailemizin çalkantılı dönemlerinde. Bir ara annen ile anlaşmazlığa düşmüş ve ayrılmaya karar vermiştim. Bunu da büyük olduğun için kardeşinden önce seninle konuşmak istemiştim. Ses çıkarmadan konuşmamı sonuna kadar dinlemiş ve “ annen ile ayrılsam bile sizleri seveceğim” diyerek sözlerimi bitirdiğimde de; “ben seni sevmeyeceğim” çünkü “sen bizi bırakıp gidiyorsun, akşamları okuldan eve döndüğümde seni hiç göremeyeceğim, Okulda arkadaşlarım babalarından bahsettiklerinde ben seni, haftada bir, ayda bir göreceğim için nedensiz bir eziklikle başımı önüme eğeceğim” demiştin ve sözlerini kesmeme izin vermeden devam ederek; “nedenin ne olursa olsun, bizi bırakıyorsun. Eğer gerçekten seviyor olsan, bırakmazdın” diye sözlerini bitirmiştin. Bu sözlerin, yüreğime ok gibi saplanmıştı.
Bir ay önce annen, “birini seviyor, arkadaşı var” dediğinde ve babalık duygularımın kabarması ile daha okulu var, bu da nereden çıktı diyerek tepki gösterdiğimde; benimle konuşarak, “baba, farkındaysan ben büyüdüm. Sevmek benim de hakkım, fakat nerede nasıl hareket edeceğimi de biliyorum” dedin. Ne desen haklısın kızım, büyümüşsün. Sevecek kadar, sevgini savunacak kadar büyümüşsün. Ben seni ( hatta sizi ) bebeklik zamanlarınızın, annenin okuldaki zorunlu toplantılara gittiğinde altınızı temizlediğim, yıkadığım zamanlarda kalmışım.
Bu gün doğum günün, bizden uzaktasın şu anda ve dün sana telefonda “ne hediye istiyorsun” diye sorduğumda; “ yanaklarımdan öperek, kutlamanız en büyük hediye olur benim için” deyişinle bir kez daha ders verdin bana; artık iyice farkına vardım, büyümüşsün.
Unutma kızım, sizler büyüdükçe anne ve babalar da yaşlanıyor ve yine unutma ki; insanlar yaşlandıkça çocuklaşıyor. Sanma ki, büyükler yaşlandıklarında tecrübelerini aktarırlar çocuklarına, aktarmaya çalıştıkları; ya yapamadıkları ya da tatmin olamadıkları.
Doğum günün kutlu olsun kızım.
Seni seven, sevgisini göstermeyen; gösteremeyen fakat yüreğinde dolu dolu taşıyan baban…
İST. 28. 04. 10 / 01. 00