ARMUT AĞACI
ARMUT AĞACI
--- Salami…
--- Uyanıyor galiba…
--- Salami…
--- Selami demek istiyor herhalde…
--- Salami…
--- Selami kim oğlum?
--- Kendine geliyor, şimdi anlarız…
--- Salami…
Çok derin bir kuyunun dibinden ucunu gördüğü minicik aydınlığa ulaşma çabası içindeydi. Aydınlık giderek büyüyor ama ona bir türlü ulaşamıyordu Ali… Kuyunun ağzında onu bekleyenlere sesini duyurmaya çalışıyor ama bir türlü bunu başaramıyordu. “”Elimi tutun, çıkarın beni buradan…” der gibiydi. Aydınlığa ulaşmaya çok az kaldığında ona el uzatmaya çalışan birilerini fark etti. Tam seçemiyordu. Ama giderek de onlara yaklaşmaya başlamıştı. Yarı bulanık görmeye başladığında elini uzatanlardan birinin hemşire olduğunu anladı. Hastane duvarlarındaki resimlerde gördüğü güzel hemşire gibi olmasa da, O’na yardım etmeye çalışan biriydi. Aydınlık artıp, karanlık kuyunun dibinde kalmaya başladığında, diğer kişileri de hayal meyal tanımaya başladı. Biri annesi öteki babasıydı…
--- Salami…
--- Aç oğlum gözlerini hadi… Benim baban Selami değil…
Az kalmıştı. Uzattı ellerini ve o karanlık kuyudan çıkıp aydınlığa attı kendini…
--- Ne oldu bana neredeyim ben?
--- Nerede olacaksın sağlık ocağında… İğneyi görünce bayıldın.
Bu Ali’nin ilk bayılışı değildi. Daha önce de çok gelmişti başına… Bu yüzden sağlık ocağındakiler ve ailesi alışkındı. Hatta öyle alışkındılar ki, “ bizim oğlan bayılır yine…” bile demişlerdi sağlık ocağına geldiklerinde…
İki yıl önce soğuk bir kış sabahı uyandığında, bahçelerinde bembeyaz karlar üzerinde titreyerek kıvrılan simsiyah bir köpek gördü. Kapıyı açıp ona yöneldiğinde kuyruğunu sallayarak irkilip Ali’nin gözlerinin içine baktı. Hem korku vardı gözlerinde hem de çaresizlik… Aç ve üşümüş olduğu çok belliydi. Masaldaki karınca gibi kapıyı yüzüne kapatıp “ ne halin varsa gör!” diyemezdi Ali… Sokak köpeği olduğu her halinden belliydi. Evden onun yiyebileceği bir şeyler getirdi. Kara’nın karnını doyurup, ısınabileceği bodrum kapısının yanındaki korumalı merdivenlerin bulunduğu yere götürdü… Kendine gelen Kara, sevinçten kuyruğunu sallamayı sürdürdü. Ali’nin dizlerine sürtünüp, ayaklarını yalayarak O’na teşekkür etti adeta… Kapkaraydı… Karla kaplı bahçede simsiyah kendini gösteriyordu. “Kara” koydu adını… Aslında Kara’nın karnını doyurup mutlu etmekti amacı… Ama O’nun Ali’ye bu kadar alışacağını hiç tahmin etmemişti. “Nasıl olsa gider dediği köpek, artık ayrılmıyordu bahçelerinden… Ali de çok alışmıştı O’na… Okuldan geldiğinde oynaşıyorlardı. Dedesi pek memnun değildi bu durumdan. Defalarca uzaklaştırmayı denese de, Kara, dönüp dolaşıp geliyordu bahçeye…
İki aya yakın sürdü bu beraberlikleri… Bir gün okula gitmek için evden çıktığında, bodrum kapısı önünde yatarken gördü Kara’yı… Kapı açıldığında heyecanla Ali’nin bacaklarına sarılırcasına gelen Kara, o sabah gelmemişti… Yanına gittiğinde, Kara uyumuyordu… Ölmüştü… İlk kez çok sevdiği bir şeyi kaybetti Ali hayatında… Kaybedilen kalem gibi, para ya da çanta gibi yerine gelecek bir şey değildi. Vardı, yok oldu…
--- Neden ölmüş köpek? Araba falan mı çarpmış?
--- Yanına gittiğimde ölmüştü.
--- Eyvah! İşte bu kötü…
--- Neden?
--- Kesin kuduzdur o köpek… Durduk yerde niye ölsün…
Babasını, Ali’nin sürekli Kara ile oynaştığını bildiğinden, bir telaştır aldı.
--- Isırdı mı seni hiç?
--- Hayır…
--- Yaladı mı?
--- Çok…
--- Eyvah eyvah!
Ali, Kara’yı düşünüp yatağına uzandığında, babasının uykusu çoktan kaçmıştı. Köpeğin kuduz olduğuna inandırmıştı bir kere kendini… “Ali’ye de bulaşmıştır…” korkusu sardı adamcağızı…
Oğlu kuduz olursa ne yapardı? Dayanamayıp kalktı yataktan.
--- Kalk hadi çabuk. Hemen giyin hastaneye gidiyoruz.
Bir yandan da Ali’nin gözlerine bakıyordu kudurma belirtisi var mı diye telaşla… Ali ne olduğunu anlamadan acil serviste buldu kendini…
--- Isırdı mı evladım köpek seni…
--- Hayır…
--- Yalamış doktor bey…
Nöbetçi doktor ısırık olmadan bir şey olmayacağını söylese de, Ali’nin babası ikna olmadı. Doktora rağmen kuduz aşısı yapılmasında diretti. Çaresiz doktor “ adamcağızın içi rahat etsin…” diye, kuduz aşısı yapmayı kabul etti. Enjektörü hazırlayıp karnına iğneyi dayadığında, Ali oturduğu koltuğa yığılıverdi… Bu ilk bayılmasıydı Ali’nin… Babası telaşlansa da bir süre sonra kendine geldi… İğneye karşı fobisi vardı ve bayılıyordu Ali… Üstelik 21 aşı daha olacaktı sağlık ocağında… Bunlar bitmeden kuduz tedavisi yarım kalırdı aksi taktirde… Her gün olmasa da iki günde bir bayılıyordu Ali…
Artık hemşireler de babası da alışmıştı bu duruma… Bu yüzden telaş etmiyorlardı. Ali de alışmıştı bayılıp ayılmaya…
Aradan iki yıl geçmesine karşın, bu alışkanlığında bir değişiklik olmadığını en son gittiğinde de anladı. İyice kendine geldiğinde yavaş yavaş evin yolunu tuttular. Bu defaki iğne kuduzdan değildi. Ali bahçelerindeki armut ağacından düşmüş, bileği burkulmuştu. Kırık çıkık yoktu ama ağrısı çok olduğundan, hemşire çabuk etki etsin diye iğne yapmıştı. Doğal olarak da Ali eski alışkanlığını sürdürüp, oracıkta bayılıvermişti. Korkulacak bir şey yoktu. Babasının koluna girip sekerek eve giderken iyice kendine geldi.
--- Selami kim arkadaşın mı?
--- Ne Selamisi…
Ayılırken tekrar tekrar söylediği şeyi hatırlamıyordu. Daha doğrusu babası Ali’nin ne söylediğini yanlış anlamıştı.
Aslında Ali’nin armut ağacından düşmesinin nedeni, ne ağaca çıkıp armut toplamak ne de başka bir şeydi. Her şey dedesinin yüzünden olmuştu.
Son zamanlarda Ali’yi bir basketbol sevgisidir sardı. Tıpkı yurdun bütün gençlerini sardığı gibi… Küçüklüğünden beri futboldan başka oyun oynamayan Ali, televizyonda Çarşamba günleri yayınlanan “Beyaz Gölge” dizisinin etkisine girmişti. Koç Reeves önderliğinde Carver lisesi oyuncularının yaşadığı basketbol serüveni büyülemişti Ali’yi de… Hatta “koç”u sadece kurbanda kesilen mübarek bir hayvan olarak tanıyan Türk halkı, onun aynı zamanda “antrenör” anlamına geldiğini ilk kez bu diziyle öğrenmişti. Özellikle liseli gençlerde bir sevgi seli oluşturmuştu. O liselilerden biri de Ali’ydi doğal olarak… Ancak onların ne basketbol salonları ne de potaları vardı. Sadece şehrin bazı yerlerindeki sahaları kullanabiliyorlardı. Oralarda da kalabalıktan sıra gelirse… Bu yüzden Ali bahçelerine basit de olsa bir pota yapmaya karar verdi. İnşaattan bulduğu demir parçasını çember gibi büktürüp kaynak yaptırttı. Basit bir düzenek kurup, evlerinin bahçeye bakan duvarına tutturacak ve basketbol oynayacaktı. Bütün hazırlıkları tamamlayıp, çekici çiviyi alıp tahta merdivene çıktığında,
--- Oraya çakma elindekini, sıvaları dökersin…
diye dedesinin uyarısını duydu. Alt tarafı iki çiviydi ama dedesi inatla razı olmayınca, bütün hevesi kursağında kaldı…
--- Armut ağacına bağla…
Yapacak başka bir şey yoktu. O kadar emek verip çember yaptırmıştı. İstemeye istemeye de olsa ağaca çıkıp, gövdesinin en uygun yerine yerleştirdi çemberi… Duvara taksa pota görevi de görecekti ama, “hiç yoktan iyidir” deyip indi ağaçtan… Evdeki futbol topunu alıp büyük bir hevesle şut atıyor, bir yandan da spor spikeri gibi basketbol maçını anlatıyordu sesli sesli… Oynadıkça zevk almaya başlamıştı. Çember arada bir kayıp, yerinden oynuyordu ama çıkıp ağaca, usanmadan düzeltiyor ve bundan da bıkmıyordu. Televizyonda izlediği Beyaz Gölge dizisi kahramanları aklına geldikçe, oynadığı oyundan aldığı zevk katlanıyordu. Basket atarken de zaman zaman dizi kahramanlarının isimlerini kullanıp kendi kendine konuşuyordu.
--- Gomez Guliç’e pasını verdi, şut ve baskeeet…
En çok da takım kaptanının adını tekrarlıyordu. Çünkü takımın en kısalarındandı. Kendi de uzun olmadığından olsa gerek, hep onun adı vardı ağzında.
--- Salami, şut ve basket…
Topu yerde sektirip sıçrıyor,
--- Salami ve basket…
Ali oyuna o kadar kaptırmıştı ki kendini, birden Beyaz Gölge dizisi kahramanlarından “Salami” oluvermişti. Bu arada sürekli top çarpmasından çember aşağıya doğru eğilmiş, ha düştü ha düşecekti. Düzeltmek için armut ağacına tekrar çıktı. İşini bitirip tam inecekken dengesini kaybedip, ayakları üzerine sertçe düştü. Kalkmaya çalıştığında bileğine basamaz haldeydi. Salami, sakatlanmıştı…
Ali basketbolcu olamadı ama, 70’lerin sonunda başlayıp 80’lerde de bir süre devam eden Corver Lisesi öğrencilerinin maceralarıyla dolu Beyaz Gölge dizisi, pek çok basketbolcu kazandırdı ülkeye… Reeves gibi onlarca da koç kattı basketbol dünyasına…
Bu arada, babası “Selami” nin, “Salami” olduğunu, Ali yıllar sonra O’na anlatana kadar hiç öğrenemedi.
YORUMLAR
Güzel bir yazıydı; okurken gülümsedim. Beni de bir kedi ısırmıştı ve bende salami gibi kuduz aşısı olmuştum. Selami'yi çok iyi anlıyorum.
kutlarım...sevgilerimle....
Naki
Naki