Burası Diyarbakır Yolları Taşlı
Gözleriniz yoldan geçenlere takılıyor; koltuk altlarında cilt cilt kitaplar. Güle oynaya yol almaları sizi aldatmasın . Gencecik yaşlarında ellerinde geleceklerini market poşetlerinde taşır gibi giderler yollarda. Yüzlerindeki gülümsemeler “kara” bahtlarına düşen bir bukledir. Bağırlarında taşıdıkları dertleri; Karcadağın eteklerinden toplanarak devşirtilen ve üst üste konularak düşmanların karşısına aşılmaz setler oluşturulan Diyarbakır surlarından daha derindir. Hele okumaya olan özlemleri…
Reklamize edildiği gibi olmasa da “baba beni okula gönder” diyen nice insanlara göre şanslı olduklarını var sayarak gıpta ile bakmanız, onlar açısından bir “kıymeti harbiye” ifade etmez.
Onlar; gelecek adına umutlarını bir adım daha ileri götürmek isterler. Bilgi daracıklarını zenginleştirmenin ardı sıra, kitapçılara uzanan kitap dostları olmasını isterdiniz elbetteki. Ancak, gerçek; hayatları karartılarak bir yığın şeklinde bir ortamdan diğer ortama havale edilen aslını yitirmiş, ancak atılamayan bir eşya gibi oradan oraya nakledilirler.
Asma köprülerden geçerek azgın suları aşmışlar. Kerpiç duvarlardan örülü, tahta böceklerin cirit attığı mekanlarda tedrisat görmüşler. Sabah akşam demeden kilometrelerce yol kat etmişler; okuma adına. Düşüncelerine vurulan prangalardan sıyrılarak “aydınlanma” uğruna, dağ bayır demeden yol almışlar. Ancak ne yazık ki hepsi bu kadar.
“En çok edebiyat insanı yetiştiren şehir”
Diyarbakır, elbette ki bir kültür şehridir de. Bunun en önemli göstergesi yüz yıl öncesine kadar ki zengin etnik ve entelektüel harcıdır. Kürt, Türk, Ermeni, Süryani, Keldani, Yahudi’nin hep beraber yaşadığı tarihin kavşak noktasında odaklanmış bir şehir. Belki de Osmanlı’nın son dönemlerinde nüfusuna göre en çok edebiyat insanı yetiştiren şehir unvanını bu zengin mozaiğe de bağlamak gerek. Cahit Sıdkı Tarancı, Süleyman Nazif, Faik Ali Ozansoy,Ziya Gökalp… bu dönemin yetiştirdiği şahsiyetler
Diyarbakır’ımız bugün geçmişten aldığı kültürel mirasa gerekli özeni göstermemiş,”kentli kimliği”ne ihanet raddesine gelmiştir. Kültürel mozaiğini kaybetmiştir. Son yıllarda bölgede yaşanan olumsuzluklar bölge halkını derinden etkilediği gibi, Diyarbakır ahalisini de derinden yaralamıştır. Kültürel zenginlikleri tarumar edilmiş bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmuştur. İnsanlar kitap ve kitapçılardan soğumuş , okumaya olan düşkünlüklerini başka yollara kanalize ederek, tatmine yönelmişlerdir.
Diyarbakır’da son zamanlarda geçmişin özlemi ile yeni atılımlara kalkışmışsa da kısır ve sınırlı kalmıştır. Kuşatıcı bir kimliğe olan gereksinim ve özlem; tüm Diyarbakırlıların gelecek adına temennisini oluşturmaktadır.
Osmanlının son döneminde “en çok edebiyat insanı yetiştiren şehir” kültürel fukaralığa mahkum edilerek geleceği karartılmıştır. Bu Mezopotamya coğrafyasının bereketli topraklarına başkentlik yapmış olan Diyarbakır’a yakışmayan bir davranıştır.
Kitapçılarda seyirlik kitapların dahi sayısını parmakla gösterebileceğiniz kitapçılar, popüler eserlerin dışında bulabileceğiniz ne bir dergi, ne de kitaplar mevcuttur.
Zaman zaman onları kitapçı vitrinlerini seyrederken bulacaksanız kitap dostlarını. Kimi zaman kitapçılardaki tozlu kitapları karıştırırken göreceksiniz. Mahcupturlar. Suçluluk psikolojisi ile yaklaşırlar kitaplara. Üzgündürler… Ürkektirler her an gözetlendiklerini psikozu ile kapıları aşındırırlar... Ceplerinde kitap alacak paraları yoktur çoğu zaman. Seyretmeyle geçirirler vakitlerini kitaplar arasında dolaşırken.
Her kentin kendine has kültürü vardır. Yaşananların tarih süresince gelecek kuşaklara aktardığı birikimleri , gelenekleri, görenekleri mevcut. “her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” Sözünde olduğu gibi, her kentinde bir yaşam tarzı vardır. Her kentin kendine has geliştirdiği , bağrında büyüttüğü ve genç kuşaklarına aktardığı bir emaneti. Her kentlinin muhafaza edip aktardığı mirası, kültürü vardır. Kutsal bir hazine gibi koruyup kolladığı… İnsanlarımızın kent kültürüne yakınlığı ve uzaklığı o yapıyla bütünleşme ve modernize olmasıyla direkt ilişkilidir. “ben bozulmadım, beni bozdular” mantığı geleceğe güvenle bakmanın negatif yönünü göstermekle birlikte ,sahip olunan olunması gereken değerlerin, yani geçmişten, atalarından miras olarak devir aldığı geçmişine, kültürüne de yüz çevirmektir. Kutsal bir emanet gibi “devr” alınan “kültürel miras”ın yaşatılmayarak; “geçmişin kuruntuları”, “bayağı” davranışlar olarak değerlendirilmesi, “kent” kimliğine yapılan en büyük ihanettir. O kentin kültürel mirasının gelecekte yok olmasına , yozlaşmasına sebebiyet verdiğinden, kent kültürünü yaşatanlarca “ihanet” olarak değerlendirilir. Haklı olarak…
“Anadolu tarihinin taşlara yazıldığı kent; surlar kenti Diyarbakır”
Siyah dişi erkek bazalt taşlarına işlenen tarihi ve kitabeleri ile şehrin her noktasında kendisini belli eden göstergeleri. Geçmişte bölgenin kültürel açıdan, civar illerden farklı bir konumda olduğunu fısıldayacaktır kulağınıza. Gizli hazinelerini açacaktır size; evlibeden’den, yedi kardeş burcundan, benu-senden, ulucamiden, zembilfüroş’tan söz açılacak, hikayelerini dinleyecek gizemlerine ortak olacaksınız..
Diyarbakır “Taşlar” la “Düşler”in Toplamıdır
Diyarbakır taşları ile düşlerini birleştiren taşları ile ilgili efsanesi şöyle rivayet edilir:
“Bir zamanlar Karacadağ’ın Tepesi’nde, dağ büyüklüğünde bir ejderha yaşarmış. Ejderhanın ağzından çıkan alevler kasıp kavururmuş ortalığı. Günün birinde bir zincir şakırtısı duyulmuş. Zincir dağın içine inerek ejderhayı boynundan yakalamış ve göklere çekmiş. Halk böylece kurtulmuş bu ateş saçan ejderhadan...
Derler ki; Karacadağ’ın taşları işte o ejderhanın ağzından çıkan alevler nedeniyle yanmış, kararmıştır...”
Diyarbakır “taşlar”ın kentidir,
Diyarbakır “düşler”in kentidir... Diyarbakır “taşlar”ın “düşler”le buluştuğu yerdir. Taşların aşkla buluştuğu yerdir Diyarbakır kitabeleri
Yüzbinlerce yıl önce Karacadağ gibi volkanik dağların kraterlerinden püsküren lavların, yüzbinlerce yıl sonraya armağanıdır Diyarbakır...
Taşların düşlerle buluştuğu yerdir Diyarbakır...Taşlarla düşlerin toplamıdır....
Taşların ve düşlerin kenti olan Diyarbakır, gizemli duruşunun arkasında tarihin büyük adımlarını saklar. Bu sadece Anadolu tarihinin değil, insanlık tarihinin büyük adımlarıdır. Kesintisiz, sürekli ve görkemli...
Kitaplarla kurdukları dostluğu başka bir şeyde bulamazlar. Kendi kabuklarına çekilerek, kitapları ile baş başa kalmayı dünyanın nimetlerine tercih ederler. Bu anı yaşamanın hazzını hiçbir şeyle değiştirmezler.
“bir dokun, bin ah işit”
Diyarbakırlı kitap dostlarının en büyük özlemi; aradığı kitap veya dergiyi bulabileceği bir mekanın olmaması. Bu ihtiyaçları kimi zaman birkaç yayınevinin kitaplarının sergilendiği sözüm ona “kitap fuarları” ile telafi edilmeye çalışılsa da bu yeterli olamamaktadır. Suya duyulan özlem çiğle giderilemezse; bu tür kitap fuarları da kitap dostlarını tatmin etmekten uzaktır.
Zaman zaman kaldırmalarda görürsünüz kitap dostlarını, kimi zaman bir cami avlusunda, kimi zaman bir kahvede kaçak çaylarını yudumlarken görürsünüz onları. Küçücük mekanlarda hemen açıverirler mekteplerini. Bir iki üç … başlarlar ders vermeye yeni yetmelere. Bilgiye kucak açanlara, susayanlara…
Hararetli tartışmalar kısacık zamanda alevlenir yeni okunan bir kitap üstünde yada ortaya atılan bir konu hakkında. Harlanır ortam, toz dumana karışır mekan. Sözler havada dolaşır. Bir mekandan diğer mekana konar. Kitabelerden, Evli Bedenden, Hançepekten, Benu-Senden, Yedi Kardeş Burcundan dolanır durur Ulu Cami avlusunda muhatabını çekip vurur.
Karacadağ eteklerinden süzülerek ince kanallarda kıvrıla kıvrıla şehre ulaşan saf ve berrak sudan içilen bir yudum su söndürür harını Diyarbakırlının. Hararetli tartışmalar yerini sükunete devreder.
Küçe’lerden geçilerek kapılarından sıvışılır eski şehirden. Mardinkapı, Urfakapı, Çiftkapı, Saray kapı derken, Surlardan dışarı taşar kemiyet. Çoğalır insanlar. Neşesi kaybolur. Yine mahkum kalır yaban ellerde.
Yine yetim, yine öksüz…
Bir elinde sıkı sıkıya tuttuğu bir dergi. Avuçları arasında yok olup gitmeye mahkum. Aradığını bulamamın verdiği sıkıntı ve dert. Medeniyetlere beşiklik etmiş bir kent; Diyarbakır.
Özgündür kitap dostları. Mutsuz. Soğuk suyun çorak toprakları sulaması gibi bakir kalan Diyarbakır kentinin de edebi ürünlerle sulanmaya olan ihtiyacı; pörsümüş, kurumaya yüz tutmuş gül yaprağı gibi geleceğinden endişe ve kuşku duymaktadır kitap dostları.
Mekanlar mekan içinde… Kapı kapı içinde… Kalpler Kalplerde… Gönüller birlikte akar Dicle’de.
Gönüller akar, insanlar akar talih değişmez; “ kara toprak seni paklar.”
Selam yollanır İstanbul’daki, Ankara’daki dostlara mahcup ve özgün. Ismarlanır istenen kitaplar. Gözler kargolarda kalır.
Diyarbakır sokakları neşesini yitirmiştir. Kitap okuyucusu tırsmıştır. Geleceği karartılarak kanatları kırılmış kuş gibi hayalleri orta yerinden kopmuştur
Makus talihlerini değiştirmek ister Diyarbakırlı kitap okuyucuları;
“Çeketimi satarım, yol ortasında yatarım; anamı kesen ben!,babamı kesen ben!, kız kardeşimi kesen yine de ben!. Var mı ulan bana yan bakan?…” anlayışının yıkmak ve geleceğe emin adımlarla ilerleyebilmek için; kitaplarla dostluğu artırmanın elzemliği ile ürkek adımlarla kitapçıların kapısını aşındırır Diyarbakırlı kitap dostları.
Bedran Yoldaş