- 697 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
bir varmış bir yokmuş
İki arkadaş denize bakan bir çay bahçesinde oturmuş muhabbet ediyorlardı. Uzun boylu ve ince yapılı olanın ismi muzaffer’di, orta boylu ve tombulca olanın ismi ise Hamdi. 22 yaşlarında olan bu gençler üniversite öğrencileriydi. Bu çay bahçesinde oturup ince belli bardaklardan çay içmeyi ve muhabbet etmeyi pek seviyorlardı. Bu kez muhabbet konuları ise ölümdü. Muzaffer yüksek sesle ve heyecanlı bir biçimde anlatıyordu;
- Dostum ben ölüm hakkında hiç kimsenin bir fikrinin olduğuna ihtimal vermiyorum. Ölüm hepimizin kafasında gezip duran en büyük soru işareti. Daha önce hiç kimse ölmediği için yani insanların ölüm deneyimleri olmadığı için ölüm hakkında bir şeyler bilmeleri beklenemez. Bilgi ancak deneyimlerle genel geçer olabilir bence.
- Nasıl yani?
- Yani daha önce hiç İstanbul’a gelmemiş bir kişinin İstanbul hakkında yazılar yazması beklenemez ya da daha önce hiç çay içmiş bir insanın çayı tarif etmesi beklenemez. Ancak birileri tarafından aktarılan bilgilerle anlaşılabilir. Elbette ki bu benim için geçerli bilgi değildir. Ölüm hakkında dinimizde de birçok bilgi mevcut. Ama bir bu bilgileri yaşamadığımız için tam olarak bilemiyoruz.
- Ben senden farklı düşünüyorum dostum. Bence herhangi bir şeyi bilmek için illaki o şey hakkında deneyim yaşamış olmak gerekmez. Aktarılan bilgi ve gözlem aracılığıyla da bilgi edinilebilir. Mesela sen bir kimyacısın ve sülfirik asitin yakıcı eritici olduğunu biliyorsun öyle değil mi?
- Evet
- Bu bilgiyi edinirken deneyimin oldu mu? Yani sülfirik asit tarafından yakılıp eritildin mi?
- Hayır ama eriyen ve yananları gördüm. Daha doğrusu duydum.
- Yani bu bilgiye gözlemlerinle ulaştın.
- Evet gözlemlerimle ulaştım.
- Bende bunu demek istiyorum işte. Elbette ölüm hakkında bildiklerimiz sınırlı. Ama bu ölüm hakkında hiçbir şey bilmediğimiz anlamına gelmez. Çünkü bizler yaşarken etrafımızda birçok insan ölüyor ve biz bunlara şahit oluyoruz. Dahası merakımıza yenik düşüp ölümle ilgili kitaplar ve belgeseller izliyoruz doğru değil mi? Şu halde ölümün ne olduğu hakkında az veya çok bilgiye sahibiz.
- Aslında haklısın. Ama sanırım beni yanlış anladın. Benim bahsettiğim hissiyat ile ilgiliydi. Elbette ki ölümün ne olduğunu biliyorum. Çeşitli nedenlerle insanların ölmelerine şahit oldum. Benim bahsettiğim bambaşka bir konu. Senin ve benim inancıma göre ölüm aslında öbür dünyaya bir geçiş kapısı. Yani ölüm aslında ikinci bir doğum. İlk doğumumuzda neler olduğunun farkına değildik hafızamız silinmiş gibiydi. Hiçbir şeyi hatırlamıyorduk. Ama bu ikinci doğumumuzda her şeyin farkında olacağız. Zaten bence asıl korkutucu olan da bu. Cehalet insana huzur getirir ve cahil cesur olur. ama bile bile can vermek ve bu dünyadan diğerine bile bile geçiş yapmak hiç kolay olmasa gerek.
- Allah hayırlısını versin dostum. Doğru söylüyorsun. O geçiş anını ve o geçiş anında yaşanılanları elbette yaşayandan başkası bilemez. Çünkü her insan için farklıdır bence. Mesela denize bak ve bana ne gördüğünü söyle.
- Denize… mavilik ve güneş görüyorum.
- Benimse gördüğüm ilk şey şu gemi. Aynı denize baktık ama farklı şeyler gördük. Bu farklılaşmayı insan ölüm anında da yaşar muhakkak. Aslında muhakkak demem yanlış oldu sanırım.
- Haklısın dostum. İşin acıklı tarafı ise günün birinde öleceğimizi bilerek yaşamak. Gerçi sık sık unutuyoruz ama.
- Zaten bence unutmak insan oğluna verilmiş en büyük hediyelerden birisi. Unutmadan yaşadığımızı bir düşünsene. Hayatımız ne kadar da kötü olurdu.
- Evet gerçekten de çekilmez bir hal alırdı.
- …..
- Ne oldu ?
- Öhhö…. Öhhööö…..
- Ne oldu? boğazına bir şey mi kaçtı?
- ……. Öhhöööö……
- Su iç su iç!!!!!
- Hııııııı…. Hıııııııı
- Hamdi ne oldu? Hamdi! Hamdi!!!!
Bu muhabbetin sonunda Hamdi öldü. Ölüm nedeni ise boğazına kaçan bir arıydı. Arı soluk borusuna kaçmıştı. Soluk borusunu birkaç kez sokup şişirmişti. Her ne kadar arıyı öksürerek tükürmüş olsa da arı sokmasıyla soluk borusu şişerek tıkanmıştı. Hamdi merak ettiği ölüm kuytularında süzülürken Muzaffer yaşadığı dehşet nedeniyle yıllarca kimseyle konuşmadı….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.