Bir Bakan Geçti
Dış cephesi alüminyum kaplı ve parlaklığını yılların aldığı on katlı PTT Başmüdürlüğü binasının asansörleri, yenilense de, sık sık arızalanması, memurları gün içinde oldukça korkutuyordu. Çoğu kez, asansörün içinde kalacak tedirginliğiyle merdivenleri arşınlayan yaşlı memurlar, henüz üçüncü kata yaklaşmadan, kan-ter içinde kalıyorlardı. Dağıtıcılar ise, sırtladığı çantalarıyla yamuk ve bitkin şekilde görevli oldukları mahallelere neyse ki, üçüncü kattan itibaren, yol alıyorlardı. Dördüncü katın evrak kabul memuresi Nilgün, biraz şişmanca ve emekliliğine neredeyse birkaç sene kalmıştı. Kalın çerçeveli gözlüğü ardındaki gözleri ise, oldukça küçük görünüyordu. Sabahın erken saatinde asansör fobisiyle servisine yine yürüyerek çıkmayı tercih etti. Nefes nefese odasına girdiğinde, boncuk boncuk ter içindeydi. Masasına henüz oturmuştu ki, faks cihazının sabahın köründe çalışmasına çok sinirlenmişti. “ Haydahh!..Bismillah, daha yerime bile oturmadım!..” diyerek hayıflanmasına devam etti. Birkaç dakika sonra gelen, Şakir bey’de kamburumsu, beyaz saçları ve bitkin haliyle masasına geçtiğinde suratı asıktı. Terini kurutmaya çalışan Nilgün,
“ Hayırdır Şakir Bey, sabah sabah bu ne surat ?”
“ Hiç sorma. Bizim oğlan akşam tutturdu, yeni cep telefonu isterim, diye..”
“ Geçenlerde yeni almadın mı, neden istiyor ki?”
“ Kerata elindekini telefondan saymıyor.! G3 müdür, nedir, şimdi de ondan istiyor. Efendim neymiş, okuldaki arkadaşlarının hepsinde varmış. Sanki anasının karnından telefonla dünyaya geldi!…” Nilgün, nemlenmiş desenli eşarbını çıkartıp, bilgisayarını açtığında, Müdürleri de asık suratıyla içeri girerek, “Günaydın” sözcüğünü sessizce ve otoriterce bırakmıştı. Servisi her gün ki gibi kolaçan ettiğinde, sabah fırçasına da atmayı ihmal etmedi.
“ Şakir bey, fakstan yazı gelmiş, neden bakmıyorsunuz?” sorusu ortaya atılsa da, Nilgün hanımın terini iyice artırmıştı. İçinden, “ Yerimize henüz oturmadan, sabah sabah, ille de bir gıcıklık yapacak!” mırıldanmasını söyletmişti. Müdür odasına yöneldiğinde, Şakir de, kafasını, “ Allah! Allah!” sözcükleri arasında iki tarafa sallamakla rahatlayabilmişti.
“ Nilgün Hanım, bu adam…” sözünü tamamlayamadan Müdür aniden, tekrar içeri dalmıştı.
“ Tamam, Müdür Bey, evrakı aldık, şimdi odanıza sunacağız…” sözü sicil korkusunun verdiği yumuşaklıktaydı. Nilgün, çantasından çıkardığı kahvaltısını çekmecesinin içine yerleştirdiğinde, liseyi henüz yeni bitiren çaycı Âdem’de tepsisindeki buharı çıkan çaylarla birlikte içeri dalmıştı. Dışarıda fırtına dinmek bilmiyordu. Pencere kenarlarından giren rüzgârın sesi sanki ıslık gibi binanın içinde durmadan ötüyordu. Hani insanın sinirlerini de bozmuyor, değildi. Nilgün, önüne konulan çayından bir yudum çekip, çekmecesinden gizlice çıkardığı zeytini ağzına götürmek üzereyken, servise ani dalmayı alışkanlık yapan Müdürleri;
“ Nilgün Hanım, hayırdır?”
“ Ne hayırdır Müdür Bey?”
“ Kahvaltı diyordum.”
“ Hiç sormayın Müdür Bey, bizim ufaklık gece rahatsızlandı. Eşimle birlikte, başında sabaha kadar nöbet tuttuk. Uyuduk sayılmaz. Malumunuz geç uyandığımızdan kahvaltımızı da yapamadık.”
“ Anladım da, muavin bey odaları dolaşıyormuş, bana boşu boşuna laf işittirmeyin. Bu yaştan sonra, çekilmiyor hani.”
“Haklısınız. Zaten iştahımda kalmadı!..” Şakir, kendine gelemeyen suratıyla akşamdan kalan gidecek evrakları bir yandan zarflayıp, diğer yandan kaşeliyordu. Sarı zarflar zaman geçtikçe masasında yükseliyordu. Telefonun sesi ise, peş peşe çalarak küçük odayı yırtıyordu. Şakir, telefona baktıktan sonra;
“ Nilgün Hanım, Müdür Bey fakstan gelen evrakı sordu. Götürmedin mi?”
“ Aaaa kahvaltıya dalınca unuttum vallahi, şimdi götürüyorum.” Nilgün, şişman vücudunu zorda olsa kaldırabilmişti. Çayının son kalanını da yudumlayıp, elindeki bir tomar evraklarla müdürün odasına yönelmişti. Rüzgârın ıslık çalan sesi arasında odalarının önünden hızla geçen çaycıya arkadan seslendi;
“ Çayın buz gibiydi, şöyle okkalı bir çay getir de keyiflice içelim.” Sözüyle masasına tekrar oturmuştu. Şakir Bey ise kafasını kaldırmadan, gidecek evraklarla haşır-neşirdi. Nilgün;
“ Bizim zamlardan haberin var mı?” Şakir, az işiten kulaklarıyla söyleneni duymamıştı. Nilgün, bu kez biraz daha hızlı bağırmak zorunda kalmıştı. Şakir bey, evrakların arasından kafasını kaldırıp;
“ Akşam haberleri dinledim. Hükümet yine buçuklu zam verecekmiş. Vallahi kaç yıldır, memurlarla dalga geçiyorlar. Sendikalarda, en sonunda verilen zamları kabul etmek zorunda kalıyor. Hakkımızı kim savunacak anlamadım gitti.” Evraklarını almaya gelen beşinci katın memuru da söze katılmıştı.
“ Baksanıza bizim kurumda önüne gelen sendika kuruyor. Hükümetten yana olanı mı dersin, sağımı solumu, ortası mı, hangi çeşit ararsan var. Hepside ayrı kafadan ses çıkartıyor. Bizim haklarımızdan ziyade, siyasetle uğraşıyorlar. Oysaki bizler ekmek peşindeyiz. Şu gişelerde çalışan memurların hallerine bir baksanıza, sorunları alabildiğine” Nilgün;
“ Geçenlerde bir gişe memuru, uzun müşteri kuyruklarından tuvalete bile gidemediklerinden şikâyetçi oldu.” Şakir;
“ O da bir şey mi, hani bizde çalışan Ayhan bey var ya, hastaneye gittiğinde, prostat teşhisi koymuşlar. Adam, çişini sıkarsa, prostat da olur, sidiğide tutulur.” Nilgün, gelen postaların zarflarını açmaya devam ediyordu. Odaya diğer müdürlüklerden gelenlerin giriş çıkışları, odanın havasını da bozmuştu. Nilgün, nefessiz kaldığını hissedip, pencereyi açtığında, rüzgâr da olanca hızlıyla odaya girmişti. Evraklar neredeyse birbirine karışacaktı ki, Nilgün, son anda davranıp, olanca gücüyle tekrar pencereyi kapatmak zorunda kalmıştı. Masasına peş peşe çay bırakan çaycıya;
“Yavrum, zırt- pırt çayı masa koyup durma. Ben isteyince getir.”
“ Abla ben ne yapayım. Patron, çayları doldurup tepsime koyuyor sonrada, satmadan sakın gelme diyor.”
“ Ona söyle, enayi yok. O zaman, al bunu götür patronun içsin.!.. İyi gelir!…” Çaycı homurdanarak odadan çıktığında bu kez odaya Müdür, yüzü kızarmış, elleri titrek bir halde girdiğinde hiddetliydi…
“ Şakir Bey, şimdi yandık!..”
“ Hayırdır Müdür Bey, ne oldu ki?”
“ Bunca işin arasında, birde postane açılışı için Bakan Bey buraya gelecekmiş”
“ Üzülme Müdür Bey, başa gelen çekilirmiş”
“ İyide zamanımız az. Ödeneğimiz yok. Genel Müdürlüğe yazacağız da… Neyse, sen bu emri fakstan çoğalt, sonra da Başmüdüre, muavinlere ve ilgili müdürlüklere hemen aktar!…”
“ Emredersin!” Nilgün, neredeyse içinden devam ettiği gülmeyi, dışından da belli edecekti ki, kendisini zor tuttu. Müdür, odalarından ayrıldığında; Şakir; gülmeye devam eden arkadaşına;
“ Ne gülüyorsun, ortada maymun mu oynuyor? Zaten canım sıkkın!…”
“ Aman Şakir Bey, ben senin ‘Emredersin’ cevabına güldüm. Sanki askerdeymişsin gibi yaptın. Yoksa yengeye de mi böyle söylersin?”
“ Ne bileyim ağzımdan kaçtı. Bizim Müdür de amma tela…” sözcüğünü tamamlamadan Müdür içeriye tekrar girdiğinde, Şakir bey;
“ Siz merak etmeyin, elimizden geldiğince çabalar, bu işin üstesinden de geliriz. Hem bu işle sorumlu Müdürlükte işleri yapacak eleman çooook… Tören içinde, diğer müdürlüklerden şöyle fiziği düzgün birkaç memur bulduk mu, iş tamamdır. Siz rahat olun” Nilgün, içinden “ Yağcı ne olacak. Biraz önce adama ‘telâşe müdürü’ diyecekti. Adam içeri girince, doksan derece dönüverdi” sözünü yinede yüzüne vurmadı.
Akşam, saatin beş buçuk olmasıyla birlikte, koridorlarda memurların ayak sesleri çoğalmıştı. Gün boyu esen rüzgârın ardından yağmur damlacıkları da caddeleri yürünmez yapmıştı. Memurlar, yağmura ansızın yakalanmanın cezasını, pervazın altında sığınarak beklemekte buluyorlardı. Zira caddeye adım atılacak gibi değildi. Dolmuş ve otobüs durağına koşuşturan memurlar, ıslanmalarına rağmen, cesaretli olanlarıydı…
Ertesi gün, tüm müdürlüklerde bir telâşe başlamıştı. Başmüdür ve muavinler, önce Müdürleri toplantı odasına davet etti. Yapılacaklar bir plan dâhilinde not alınıyordu. Kuruma yeni gelen ve “Jet” adı takılan Başmüdür, hiper aktif bir şekilde yerinde duramıyordu. İdari İşler Müdürüne;
“ Sen, balon, kompet gibi süsler alıp, ayrıca Belediyenin folklor ekibini getireceksin”
“ Anladım Efendim”
“ Müdür, aksilik istemem, anlaşıldı mı?” Eli, ayağı titreyen ve yüzü kızaran Müdür, kafasını öne eğerek, tekrar “ Anlaşıldı” sözcüğünü bu kez güçlü çıkarmıştı. Başmüdür, bu kez diğer müdürlere dönerek;
“ Arkadaşlar, bakınız, Bakan buraya geldiğinde, organizasyonda hiçbir hata istemiyorum. Vallahi hata yapanı yakarım!” Dediğinde, müdürlerin yüzü bir bir kızarmaya başlamıştı. Başmüdür, konuşmasına heyecanla devam ediyordu;
“ Ben anlamam, basınla irtibata hemen geçip, haber verin. Diğer merkezlerimizden takviye alın, eli ayağı düzgün elemanları görevlendirin. Görevli arkadaşlara, törende ‘Nasıl davranacakları’ konusunda tatbikat yaptırın. Malzeme Müdürü Burada mı?”
“ Buradayım Başmüdürüm.”
“ Ne saklanıp duruyorsun, Müdür anladın mı? Diğer müdürlüklerle iyi bir koordine kur ve ne malzeme lazımsa talebini yap! Bakan gelinceye kadar erken çıkmak yok. Ne zaman iş biterse, o zaman eve gideceğiz. Anlaştık mı? Sahi unutuyordum, reklam broşürleri bastırın, pankartları binanın onuncu katından aşağıya kadar sarkıtın, binanın ışıklandırmasını da sakın unutmayın ha!.” Göbekli, saçları dökülmüş, ancak kulakları ardında seyrek saç telleri ve kalın gözlüklü Muhasebe Müdürü “ Bu akşam misafirliğe gideceğimizi söylesem mi?” diye içinden geçirdiğinde, sorusuna; “ Adam sinirli, ters bir laf söylese, bu yaştan sonra onca insanın arasında, lafı kaldıramam.” söylemiyle susmayı tercih etti. Başmüdür, toplantı odasından ayrıldığında, müdürlerin, homurdanmaları ve “ Geç geleceğim” Oğlan beni beklemesin” sözleri arasında telefon trafiği de susmak bilmiyordu…
Beşinci katın memurların da hareket, diğer günlere nazaran oldukça fazlaydı. Herkes sanki burnundan solurcasına çalışıyordu. Yazışmalardan kafasını kaldıran yoktu. Telefonlar ise susmak bilmiyordu. Dışarının soğuğunu tek kesen gelen çayların sıcaklığıydı. Başmüdürün bir alt sorumlusu Kazım Muavinin neredeyse ikinci emekliği gelmişti. Siyaha çalan ütülü takım elbisesiyle başını kaldırarak yürümesi, kendisine sanki milletvekili havasını veriyordu. Kel kafasındaki sarı saçları seyrek de olsa sıkı taranmıştı. Odaya girdiğinde, herkes masasında önündeki evraklarla meşguldü. Servisin Müdürü onu kapıda karşılamıştı.
“Buyurun muavin bey, çayımızı içmez misiniz?”
“ Başka zaman, Başmüdür bey çok sıkıştırıyor. Bakan için neler yapacağız, buyurun odanızda biraz mütalaa yapalım” Müdür, odasının yanından geçen çaycıya;
“ Evladım bize iki çay getir!”
“ Tamam efendim.”
“ Muavin Bey, ben çalışmayı hemen başlattım. Broşür için basılacak metni de hazırlattım. Bir ara okursunuz. Uygun görürseniz bastırtacağız. Pankartlar içinde Ankara’ya yazdık. Sanırım yakın zamanda gelir. Geldiğinde de binaya ve tören alanına asarız.”
“ Müdür Bey, diğer merkezlerden memur istediniz mi?”
“ Onun yazısı da hazır, birazdan odanızda olur.” Çaycı odaya sinirlice girip, titreyen eliyle çayı muavinin üstüne dökmüştü. “Ayyyyy” sesi servisi inletmişti. Çaycı mahcupça;
“ Çok özür dilerim efendim. Yeni girdim. Biraz heyecandan oldu. Durun hemen temizleyim.” Muavin çatık kaşları arasında;
“ Nerden alıyorlar sizi yahu!.. İşi bilini bulamazlar mı, Bırak bırak üstümü ben temizlerim!…” Müdür’de muavinin konuşmalarını tasdik edercesine çaycıyı fırçalamaya devam ediyordu.
“Müdür Bey, nerde kalmıştık?”
“ Diğer merkezlerden alacağımız personellerde”
“ Evet, şöyle fiziği ve diksiyonu düzgün personelleri seçsinler.”
“ Ben telefonla merkez müdürleriyle görüşürüm, siz merek etmeyin.”
“ Aman bana laf getirmeyin zira Başmüdür Bey, çok sinirli bir tip.”
“ Siz rahat olun efendim. Biz gerekeni yaparız.”
Merkez yeni konseptiyle tamamlanmıştı. Yenilenen bankolar pırıl pırıldı. LCD televizyon, her iki tarafta kurumun reklamını da yapıyordu. Personeller, yenilenen merkez gibi iyi giyimliydi. Kameralar her tarafı dürbün gibi izliyordu. Işıklandırma, zemini bir başka parlatıyordu. Başmüdür sık sık kontrole gelerek, yapılması gerekenleri Merkez Müdürüne aktarıp, noksanlıkların bir an önce tamamlanmasını istiyordu. Merkez önündeki sokakta, kimlerin hangi düzen alacağı kâğıt üzerinde planlanıyordu.
Beşinci katın memuresi Zeynep;
“ Bir bakan gelecek diye yapılanlara bakın yahu” Kafasını bilgisayardan kaldıran, Tuncer;
“ Şu yapılan masraflarla kim bilir, hangi okulun ihtiyaçları giderilirdi. Şakşakçılık ve törencilik zihniyetinden bir türlü kurtulamadık. Sessizce açıp, hizmete sokulsa ne olur ki?” Diğer masadan kafasını kaldıran Ziya;
“ Birde verdikleri zamlara bakın. Bu törenleri yapmasalar da, parasını bizlere verseler olmaz mı?” sözü oda içindeki herkesi güldürmüştü. Zeynep;
“ Bugünde akşamı yaptık…” Ziya;
“ Ne akşamı yahu! Müdür Bey şimdi aradı. Kimse ayrılmasın dedi.”
“ Ben anlamam. Kızımı kreşten almam lazım! Orda mı kalsın?”
“ Ne demişler; emir, demiri keser”
“ Ben konuşur giderim.”
“ Vallahi benimde işim vardı. Offf be! Nereden çıktı şu Bakan!” Tuncer;
“ Söylediklerinize bakın. Hiç sizlere yakışıyor mu? Bakan şehrinizi ziyarete geliyor, önemli bir konuşma yapacak, sizin yaptığınıza bakın. Her müdürlüğe nasip olmaz. Hadi hadi, bir de hatıra fotoğrafı çektirir, çoluk çocuk çoğunuza, hatta torunlarınıza bile gösterirsiniz. Hem Televizyoncularda gelecek, geçin Bakanın arkasına, sallayın ellerinizi, belki de meşhur bile olursunuz!..” Zeynep;
“ Sen işine baksana!.. Dalgamı geçiyorsun, yoksa adam mı seçiyorsun?”
“ Ne kızıyorsun Zeynep Hanım ya, biraz moral veriyorduk…”
“ Müdür Bey, diğer merkezlerden geleceklerin isim listesini istemişti. Verdiniz mi?”
“ Biraz önce verdik”
Muavinin odasına giren çıkanın haddi hesabı yoktu. Akşama kadar kapıyı tıklayan eller nasır tutmuştu. Atılan imzalardan kollar yorulmuştu. İçilen çayın haddi hesabı, tuvaletin alafrangasındaydı. Muavin, telefonla beşinci katın müdürünü, odasına çağırmıştı. Kapı yine tıklanmış, içerden gelen ses yine aynıydı;
“ Buyur” Önü ilikli Müdür, kalın çerçeveli gözlükleri arasında saatin geç olması ve çocuklarını alamamanın sıkıntısı ile suratı asıktı.
“ Müdür Bey, bir şeye mi sıkıldın?”
“ Çocukları okuldan alacaktım, ona canım sıkıldı.”
“ Vallahi Başmüdür Bey, bu konuda çok hassas, hiç kimse izin için yanıma gelmesin, dedi. Bakan gidinceye kadar, sanırım böyle devam edecek. Şunun şurasında bir hafta kaldı. Hepimiz dişimizi sıkmaktan başka çaremiz yok.”
“ Ne yapalım, başka çaremiz mi var?”
“ Merkezlerden geleceklerle yarın bir toplantı yapmak istiyorum. Hepsini odama bekliyorum.”
“ Sabah, tüm merkezleri ararım”
“ Hayır, şimdi arayın.”
“ Aman efendim, herkes evine yola çıkmıştır.”
“ Ben anlamam, Merkez Müdürlerini arayın, gelecek personellerin cep telefonlarına ulaşsınlar.”
“ Emredersiniz!” sözü oldukça asabi ve anlamlıydı.
On katlı binanın her katındaki hareket bir başkaydı. Ankara’dan gelen pankartlar koridorlarda uzun uzadıya açılıp kontrol ediliyordu. Tüm detaylar en ince noktasına kadar tekrar ediliyordu. Muavinin kapısı her zamanki gibi kapalıydı. Törende bulunanlar kapının önünde şık elbiseleriyle diğer günlere nazaran biraz farklıydılar. Muavin, kapının tıklatılarak içeriye girilmesinden hoşlanırdı. Kalın çerçeveli, orta yaşlardaki, müdür gerisinde bekleyen personelleriyle kapıyı yavaşça tıklattı. İçeriden; “Gel” sesi biraz gecikmişti. Kapı açıldığında, muavin, koltuğu yeni giydiği koyu takım elbisesi ve ciddiyetiyle doldurmuştu. Konukları eliyle içeri buyur edip, telefona sarıldı. İlk kez, makama gelen memurlar biraz ürkekti. Müdür;
“Törende bulunacak ekibi evlerinden tek tek çağırttım”
“ Pek de şıklarmış” şakalaşmasıyla hemen yanındaki butona basıp bekledi. Kapıda, sıska ince bıyıklı odacı belirdiğinde;
“Kelle başı çay getir bakalım” sözüyle geriye doğru koltuğuna yaslandığında bazı memurlarda ayakta kalmıştı. Odacısını çağırtıp;
“Oğlum diğer odalardan sandalye getirsene, misafirlerle neden ilgilenmiyorsun”
“Hemen efendim” seyitmesiyle, sandalyeler içeriye dolmuştu. Odanın içinde nefes almak mümkün değildi. Muavin;
“ Bakanımızı kim karşılayacak?” Siyah döpiyes ve yapılı saçlarıyla Meral Hanım öne çıkarak; “Ben efendim” dediğinde, muavin, sessizce memureyi ayaklarından saçlarına kadar süzmüştü. “ Güzel” sözcüğünü uzattığında, tepsisine tıka basa dolan çaylarıyla odacı girmişti. Sessizlik içinde karıştırılan çay kaşıklarının sesi, müzik namelerini andırıyordu. Höpürdetme seslerinin karışıklığı içinde çaylar bittiğinde Muavin Meral Hanım’a;
“ Kızım, Bakanı nasıl karşılayacağını biliyor musun?”
“ Müdürüm biraz olsun anlatmıştı.” Muavin çokbilmişlik taslayıp ayağa kalkarak anlatmaya başladı; “ Bak kızım, Bakana elindeki çiçekleri uzattıktan sonra, “ Şehrimize hoş geldiniz Efendim!” diyeceksin, Meral, konuşulanları ciddiyetle dinliyordu. “ Tamam efendim” onayı ile diğer memurlar kıs kıs gülüyorlardı.. Müdür, önceden hazırladığı program ile herkesin görevini en ince detayına kadar tatbikini yaptırdıkça, muavinin de keyfi yerine geliyordu…
Günler günleri kovaladığında, bir ayda çabucak geçmişti. Sınav günü çatmıştı. Hava bugün diğer günlere nazaran oldukça soğuktu. On katlı Başmüdürlük binası gelin gibi süslenmişti. Görücüye çıkacak olan PTT Merkezi ise yeni bankoları, levhaları, TV yayınıyla birlikte oldukça konsepti. Memurlar, özel gün için giydikleri elbiseleriyle gişe arkasında şıktılar. Salonun ortasındaki masalarda pasta ve limonatalar tazeliğini koruyordu. Balonlar ise gişe üstlerine asılmış bir çocuk şenliğindeydi. Yetkililer, aksaklık olmaması adına, hiç yerlerinde durmuyorlardı. Ses sistemi merkez kapısına yakın yerde yerini almış, Belediyeden getirtilen oturma platformu da bir gün önceden kurulmuştu. Ankara’dan gelen büyük pankartlar binayı neredeyse kapatıyordu. Türk ve Kurumun logosunun bulunduğu bayraklar ise, altıncı kattan aşağıya sarkıtılmıştı. Belediye’nin “Kılıç Kalkan Ekibi” ise Bakanın gelecek olmasıyla birlikte oyunlarına başlamak için start bekliyorlardı. Küçük Folklar ekibinde görev alan çocuklar da soğuğa rağmen titreyerek kendilerine gelecek sıralarını bekliyorlardı. Bakanın konuşacağı mikrofonun arkası ise oldukça hareketliydi. Televizyon ekranlarında görünmek isteyen memurlar birbirlerini itekleyerek komik duruma düşüyorlardı.
Bakanın geniş Mercedes marka aracı kırmızı plakasıyla belirdiğinde, makamda ceketlerinin önleri ilikli bir halde harekete geçmişti. Koruma görevlileri arasında, Başmüdürle birlikte, Meral Hanım’da tüm şıklığıyla Bakanın karşısındaydı. Gülümsemeler ve çiçek vermeler arasında Bakan kendisine ayrılan yere ile oturduğunda, güneş gözlüğü de çekiciydi. Başmüdürün kısa konuşmasının ardından kürsüye davet edilen Bakan, mikrofon başına geçtiğinde, hükümetinin tüm icraatlarını ortaya dökmüştü. Alkışlarda makamın bakışları arasında dinmek bilmiyordu. Bir ayın yorucu koşuşturmaları ardından, Bakanın, “on dakikalık” konuşmasıyla son bulduğunda, herkes derin bir nefes almıştı…
Ertuğrul Erdoğan
16 Kasım 2009