- 595 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Mevsimler Yiter Gözlerinde...
Sevginin hiçbir romanını okumadık biz, hiçbir acının gramerini çizmedik
Fışkın kelimelerle, tenimdeki kırışıklıklarla hüzzam bir şiirdir sana yazdığım.
Soytarı bir gülüş, mevsimsiz gülüşdür kimi zaman aşk, bıçak gibi sokulur yaramıza.
Kaçtıkça bizi kovalayan bir muamma, kunduz ısırığı gibi dokunur hayatlarımıza
Acıların ve sevinçlerin gecelerde erkekliğini soyunan çığlıklarında dudağımızdan göklere savrulan sigara dumanlarının macerası gibi kısadır düşlerimiz. Uçarı ve dingin dertlerin hüzne dönüştüğü anlarda kaçkın oluruz dertlerimizden, bıçkın oluruz zevklerimizden ve terimizdeki tuza dokunur, depremlere tutulmuş bir sevda gibi mutluluğun şarkısını söyleriz.
Soytarı bir gülüştür kimi zaman aşk, bıçak gibi sokulur yaramıza. Kaçtıkça bizi kovalayan bir muamma, yanlış denklemlerde kurulan bir masa, kunduz ısırığı gibi dokunur hayatlarımıza. Sorgularında buram buram terlediğim, boşluktan kendimi saldığım, sesine ölümlere kuşandığım ve canıma can katan dudaklarına kapıldığım anlarda pırıl pırıl ovalar düşlerim. Yalnızken insan topyekun bir başınadır aslında. Hiçbir şeyi yoktan var edemem, sevgidir ölümden önce yaşadığım tek hayat.
Sevginin hiçbir romanını okumadan, hiçbir acının gramerini çizmeden birbirimizin içinde kalmak ve saksıda büyüyen bir çiçeği izlemek, üzeri çizilmiş tüm sözcüklerden yeni bir yazıt yaratmaktır ince hesaplarla kıvranan aşk. İçine çiğler düşen bir yüreğin köklerini duru nehirlerle sulamak, kışın kabasından, baharın fışkınından ve yanaklarımdaki kırışıklıklardan hüzzam bir şiirdir sana yazdığım.
Göz göze geldiğimiz mevsim geçişlerinde Venüs güzelliğinin sorgularına kapılırdım çocuklar gibi. Bir kuklacıya emanet ettiğimiz iplerimizi özler, ay gibi kocaman gözlerine baktıkça seni arzular, karabasan korkularımızı saatlerin tik taklarına dolardık. Tel tel saçlarında yuvalanan kuşları gökyüzünün en doyumsuz mavilerine uğurlar, aşktan yana, sevdadan yana ne varsa biz onu konuşurduk.
Yorgun göz kapaklarımın ağırlığı altında ruhumdaki bulut kümelerinde sana sarılarak bedenimi dinlendirirdim yokluğunda bile. Tarifsizdi, sonsuzluk gibiydi seni özlemek bunu da öğrenirdim. Sesin düşüyordu denizlerime, gözlerin giriyordu düşlerime, ellerin değiyordu sensizliğime ansız. Yoktun ama sürekli bu yürekte, bu bedendeydin. Çığlık geçişleri yaparken martılar, biz sahillerin tenha köşelerini arar, masalsı düşlerimizi yorumlayarak birbirimizi bulurduk.
Uzaklardan gelecek sevinçli haberlerin fal açımlarında kendi yansımalarımızı özlerdik arada bir. Bir sarhoş narası, belki de anason ağlaması deler de geçerdi geceyi sonra. Göklerin sancısı yalnız odaları sallarken rüyalardan küfürlü ve öfkeli başkaldırılarla silkelenilir ve doğanın hesaplaşması dinlenirdi. Bir rüzgardı esen çiçek tozlarını getirir, götürürdü. Asırlardır pembe düşlenmişti güller anlayacağın. Bu yüzden yüreğim seni sevdikçe hep fışkın, hep pembe dururdu.
Sevinçlerimin nefes almaya yeltendiği minicik bir yüreğe sığdırarak seni, evrene kafa tutmaya başlardım seni sevdikçe. Ne yaparsan yap bundan daha fazla sevmeyecektim seni. Ne yaparsam yapayım böylesine bir sevgiyi yargılayamayacaktık ve atacaktık kahkahaların en ayıpsızını birlikte. Bir gülüşe, birbirimizin sevgisini süzüşe dize olarak kalacağız elbet. Nasıl ki yıldızlara varamayacaksak gülüm, öyle özlemle bakacağız asırlarca gözlerimize.
İmgelerin çiçeklere bezendiği yürüyüşlerimizde sevgimizin rüzgarı ısıtır içimizin yollarını. Şiirlerimizin direnç yangınlarında soluğumuz kesilse de ağlamaktan, özlemlerimiz ayakta tutacaktır bizi. Her gece çocuklar gülecekler düşlerimizin parklarında. Sevdamızın gürül gürül çeşmelerinden aktıkça sularımız, bulutlar kıskançlığın hüznünü dökecek göklerden ve masalımız dinlenecek yüzyıl ötelerden.
Sonsuz düşlerin çıkmaz sokaklarında ellerimizdeki derin çizgilerle dualara durmalarımız da bitiverir sonunda. Hiçe saydığımız korkularımız, bir daha asla dönmeyecek yıllarımız, ulaşamadığımız mutluluklarımız, sazlıklarımızdan havalanan kuşlarımız gibi uçarlar birer birer. Damağımız buruk, yüreğimiz yanık, tutkularımız kavruk kalıverir. Kapsül yalnızlığımıza geri döner, sadece bir mevsim yeşil kalan ağacımızın gölgesinde içli içli ağlarız.
Selahattin Yetgin