- 630 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kan Kırmızı Kaldı Geriye...6...
Şoför hızlıca sürerken arabasını, bir yandan da yan gözlerle bakıyordu ardına... İçini bir telaş ve korku sarmıştı... Arka koltukta boylu boyunca uzanıp yatan adamdan bir ses gelmiyordu artık... Dörtlüleri yakmış, ışıklarda hızlıca geçerken; bu durumdan garip bir zevk alıyor, içinin telaşı büyüyor, heyecanı ve öfkesi birbirine karışıyordu... Taksiyi bir o yana bir buna sürerken, arabalar arasında zikzaklar çiziyor, adeta bir yarışı sonlandırmak ya da yarışı kazanmak isteyen bir sürücünün aceleciliğini gösteriyordu...
Bıraksalar rüzgârla yarışacaktı... Dışarıda sesler birbirine karışıyor, hemen peşinde bir ambulansın çığlıkları geceyi bölüyordu... Birisi daha yaşam mücadelesi veriyor olmalıydı...
’Hayat ne garip şey anne... Öptüğüm kızlar geliyor aklıma... Bir açıklaması vardır elbet...’Acıyla gülümsedi şoför...
Ne çok şeyler değişiyor hayatta... Ve zaman; ne kadar hızla akıyor... Taksinin yapacağı son hız bile, akıp giden zamana yetişemiyordu işte... Evler, sokak lambaları, ışıklar, boylu boyunca uzanan gökdelenler, apartmanlar, yolda tek başına yürüyen kadınlar, çocuklar, gençler, kızlar, adamlar... Ve el ele tutuşmuş sevgililer; birer birer ve hızla geride kalıyordu... Sürükleniyordu yitip giden zamanın ardından...
Giden geri gelmiyordu işte... Yitenlerin yerine birileri geliyordu elbet... Ama zaman akarken ileriye, her şey gidiyordu gerisin geriye; savruluyordu işte... Zamanın dişlileri acımasızca öğütüyordu geride kalanları... Kimse avuçlarının içine alamıyordu zamanı...
’Kasap et derdinde koyun can derdinde’olmalı... Hayat böyle bir şey işte...
‘’İnşallah başıma da bela almamışımdır... Abi bak az kaldı hastaneye, gözünü seveyim ölme... Bak daha genç birine benziyorsun... Bırakma kendini, dayan biraz. Seni bekleyen karın, çocukların, dostların vardır...
Bunları söylüyorum da... Ben bu adamın daha kim olduğunu bile bilmiyorum ki... Nereden uyduruyorum adamın evli olduğunu, çocukları, dostları olduğunu... Hem yüzünü bile iyi göremedim daha... Sadece kısa bir hal hatır sorduk birbirimize’...
Birden yüzü geldi gözlerinin önüne... Islak, kan lekeleri, mosmor olmuş gözler, bir ölüye benzeyen solgun ve ölgün bir yüz... Yüzü çamura mı bulanmıştı, yoksa benzinin solukluğu mu öyleydi tam anlayamamış; bir ara bir mumya gördüğünü dahi sanmıştı... Saçları da yoktu ayrıca... Belki de bundan mumya görüntüsü canlanmıştı gözlerinde.
Garip bir kızgınlık duydu kendisine...’Kahretsin ya, bir de ölürse başım belaya da girecek... Sonra uğraş dur işin yoksa... Ne yapsaydın yani almasa mıydım? Adam kendisini yolun ortasına atmamış mıydı? Ölmeye mi bıraksaydım yani... Ne olacak bizim insanlığımıza... Hey Allah’ım, adam arkada ölmek üzere ben de neler düşünüyorum’... Dikkatini yeniden yola çeviriyor, ani manevralar yapıyor, ambulans peşi sıra sürükleniyor, konuşuyor, sorular soruyor ama arkadaki adamdan ses gelmiyordu...
Nihayet varmışlardı hastanenin acil servisine... Bir telaşla koşup haber verdi... Sonra hastane personelinin telaşını izledi kenardan... Gördüğü; adamda hiçbir yaşam emarelerinin olmadığıydı...
Gerekli yasal işlemleri tamamlayıp taksisine bindi... Yorucu bir gün geçirdim... Umarım yaşar... Hızlıca taksisinin gazına basarak gecenin karanlığını, sessizliğini bölerek hızla uzaklaştı oradan...
Canı eve de gitmek istemiyordu... Bir siğara yaktı... Bu gün hiç kazanamamış, üstelik son götürdüğü hastadan da para alamamıştı... Nedense hasta demişti işte... Yoksa bir ölüden mi demeliydi... Arabayı bir kafeteryanın önüne çekti... Canı çay istemişti... Arabayı uygun bir yere park etti... Aşağıya indi... Kafeteryaya yöneldi... Birden ani bir hareketle geriye döndü...
Arka koltuğa bir bakmak istemişti... Batmış olabilir diye düşündü nedense... Gözleri birden arka koltuğa kaydı... Gözlerine yerdeki kagıt parçaları ilişti... Eğilip hızlıca topladı yerden... Bir kısmı ıslanmıştı kâğıtların... Tek tek özenle topladı kâğıtları... İçinden de inşallah yaşar diye söylendi... Belli ki okuyan yazan birine benziyor olmalı... Ellerinin arasında kâğıtlar, dalgın ve aheste adımlarla çıktı kafeteryaya... Bir çay söyledi... Kâğıtları masanın üzerine serdi... Acaba ne yazıyor içinde... Okusam mı? Ya özel şeylerse... Ama ilk kâğıdı okumaya başlamıştı bile.
Bitince; çekip gidebilmeli insan... Biten şey ne, yitenler kimler, hangi değerlerdir kaybolan... Bir aşk acısı mı, siyasal yenilmişlikler mi... Varmak istediğin yerlere varamamak mı? Ne önemi var ki bunların... Bitti mi gideceksin işte... Sessizce ve kimseler duymayacak gittiğini... Veda etmeye de gerek yok... Vedalar uzatır gitmeleri... Artırır pişmanlıkları... Direnirsen kalmalara, uzatırsan gitmeleri, çirkinleşir birçok güzellikler; bilinmeli...
Elbet her şeyin bir bedeli olmalı... İnsan ne kadar mutluluklar yaşıyorsa, ne kadar zevkler alıyorsa yaşamdan, mutlaka bir bedel de ödüyordu... Yenilmeler, ihanetler, terk edilmişlikler, acılar ve hastalıklar bu bedellerin karşılığı olmalıydı
Tüm bunları anlar da insan; ya düşüncelerin yenilmişliğine ne diyecekti... İnsanı insan yapan, onu hayata bağlayan inanmışlığı değil miydi?
Bütün bu duyguları yaşayan bedeni artık taşıyamıyordu onu... Bu nedenle kaçmak istiyordu... Kaçmak; aslında dönmek oluyordu bir yerlere... Bozulmamış, kirlenmemiş, saf ve sade bir gelecek yoktu önünde... Bu nedenle geçmişe özlem duyar olmuştu... Çocukluğuna dönmeyi bu nedenle istiyordu...
Gitmek istiyor muydum? Günlerdir bu sorunun yanıtını düşündü... Ve neden gitmek istiyordum ki... Daha güzel bir gelecek umudunu insan neden elinin tersiyle iter de, geçmişe gitmek ister ve neden geçmiş, o güzel günlerin peşine düşer ki...’Âlice Harikalar Diyarında’ nereye gitmek istediğini düşünen kişiye; kedinin verdiği yanıtı geldi aklına... Hangi yola sapmalıyım...’Bu senin nereye gitmek istediğine bağlı’...demişti kedicik...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.