ŞİİRDE SOYUTLUK NEDİR ?
Günümüz şiirinde en çok çıkmazda kalınan, tartışmalara yol açan bire bir benimde bizzat şahit olduğum ve yıllar öncesinden şiddetli tartışmalara sebeb olan konu üzerinde paylaşımda bulunmak istedim.
Şiirde soyutluk nedir ? Pek çok şair dostun hem fikir olduğu gibi anlamsızlıklar bütünü mü? , herhangi bir toplumsal amacı olmayan, bireysilliği yansıtmayan ( Her şiirin birbirine benzediği ) bir ifade şekli midir?
Okumuş olduğum bir yazıda soyutsal şiir yazan bir şairin şiirinin arasına başka bir soyutsal eser yazan şairin dizeleri eklendiğinde kesinlikle fark edilmeyeceğini yazıyordu.
Aslında bir düşündüm ; Cenap Şahabettinin eserinin arasına Nazim Hikmetin eserinden bir dize koysak fark edilmez mi?Hem de nasıl fark edilir.Her ikiside öznel, özge şairsel kimliklerini kabullendirmiş büyük şairler.
Peki henüz yolun başında olan bizler yanlış anlaşılmasın lütfen öznelliği kimsenin başaramadığından yada başaramadığımızdan değil belki de tanınmıyor olduğumuzdan henüz kendimde dahil olmak üzere şiirde yol katmeye azimli insanlar olarak bu soyut şiirlerdeki benzer görme gafı bundan mı kaynaklanıyor yoksa ciddi anlamda bir haklılık payı var mı?
Şiirde soyutluğun bugün dayandığı temel ilkenin divan edebiyatına dayatanlar var ki ben de bu fikre yürekten katılıyorum.Ne var ki uygulama açısından arada dağlar kadar fark olduğuna da kat-i sûretle tarafım.
Şiirde soyutluğun varlığına, varolması gerektiğine inananlarca genel itibarla ayağı yere sağlam basamayan imge dediğimiz söylem şekilleri araç olarak kullanılmakta.
Divanda da soyutluk vardır demiştik ama orda soyutluğun bağlı olduğu bir somutluk vardı "Sevgili" .Somutluk soyutluğu doğurmuş idi.
Sevgilinin kaşları keman, dudakları kiraz idi...
Yada Ahmet Haşim’in "merdiven" şiirinde
"Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?"
dizelerinde güneş batarken oluşan kızıl rengin suya aksiyle suyun ateş alması gibi bir anlatıma gitmesi yine mermerin de bu yansımadan tunca benzetilmesi .
Öncelikle orta da bir somut olay var.Güneşin batmak üzere aldığı kızıl renk ve bunun nesnelere yansıması olayı.
Yani mutlaka dayanılan bir somutsal gerçeklik var idi Divan Edebiyatında.
Çoğu yeni şiirleri okuduğumuzda soyut anlatımla soyutsal bir duygu yada düşünceyi anlatım yolu seçildiği gözlemlenmekte sanırım bütün kargaşa burdan çıkmakta.
Somuta ve soyuta bakılan penceler ve eserlerde işleniş şekillerine verilen anlamlar değişmedikçe sanırım bu kargaşa bitmek bilmeyecek.
Şükran AY
YORUMLAR
Şairi fırıncı ustası, şiiri fırıncının ekmek pişirme küreğine benzetiyorum; emek veren ve bu emek için sıcak ve sürtünmeyle eskiyip- yok olan...
Ekmek yiyenler; insanlığa faydalı olabiliyorlar mı, o önemli?.
Selâm ederim...
kadiryeter
23.11.2011-TRABZON.
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=56663
Şükran AY
Saygıdeğer Şükran hanım; şiir adına değerli yazınızı beğeni ile okudum
"Ne masayı anlatacağım diye masa sözcüğünü kullanacaksınız, ne kuşu anlatacağım diye kuş sözcüğünü; ne de aşkı anlatacağım diye aşk sözcüğünü." (Cocteau)
Bu yoldan imgeye; gerçek, güçlü, zengin, estetik şiire çıkar yol. Pek de kolay değil bu yolculuk. Sanatın her dalında bu geçerli, ancak anlamayana ucube(!) gözüken bir yol bu.
Size ve sayfanızda görüş bildiren kalemlere saygıyla.
şair dediğin akıllı olmaya gönüllü olacak.soyut veya somut bilmem. şair için dedik ya ilk önce akıllı olacak ister nesnel ister duygu, gönlündekini kendi anladığı gibi anlatırsa olmuyor.bir kavram kargaşasıdır gidiyor gördüğüm.benim için çok derin yazılmış, yazandan başkasının anlamadığı bir şiirden veya yazıdan çok
iki kelimeylede olsa, başkası anlayacak gibi yazmalı bence.herkes kendi duygu ve düşüncelerini kendinde saklıyorsa problem yok.ama anlatacaksa her kesin anlayacağı gibi yazmalıdır.gördüğüm kadarı ile yunus emreden dem vuruyor şairler, bence yunus yaşamadığı bir şeyi yazmamış.çıkan kaos insanlar olarak çoğumuz yaşamadıklarımızı başkalarına şiirsel olarak yazma gayretine giriyoruz.bir şeyi anlatmak için çok acayip yerlerden alakasız misaller veriyoruz.anlatmak bu kadar zor olmamalı.yunus niye yunus olmuş diye baktımda yazdıklarını en cahilimizden en alimimize herkes anlıyor.edebiyatçı şairlere bakıyorumda sanki birbirlerine yazıyorlar şiirleri.edebiyatçı bence edebi/yatmak tan çıkarmalı. adamın biri demiş ya (ey hacı sen mekkeye gittiğini san,gittiğin yolun sonu türkistan) anladım bitti.
şiir yazana özel olduğu kadar okuyanada bir parça kendinden aktarabilmeli... dil kullanımının zenginliğinin aksine (o çok daha farklı) okunan bir çok şiirde okuyana hiç bir tortu bırakmayan bağlantısız imgeler topluluğu şiir olmaktan biraz çıkıyor... tekerleme düz yazı arası bir yerlere gidiyor... yürekten katılıyorum düşüncelerinize... üstad Necip Fazıl'ın dediği gibi şiir yazana sanat için okuyana toplum için...
usta kaleminize saygı ile
Divanda da soyutluk vardır demiştik ama orda soyutluğun bağlı olduğu bir somutluk vardı "Sevgili" .Somutluk soyutluğu doğurmuş idi.
Sevgilinin kaşları keman, dudakları kiraz idi...
Yada Ahmet Haşim’in "merdiven" şiirinde ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Şükran Ay..
---------------------------------------------
...) Şair ve yorumcumuzun şiir etüdünde soyut bağlamın şiirdeki izdüşümüne dair, mülahazalarında, divan edebiyatında da müşahhas ögelerin şiire iştirak ettiğini örneklemiş bulunmaktadır...
..) Şu kadar ki, bahsedilen dönemdeki divan şiirimizin eş zamanlı Avrupasında tek-tük istisnalar hariç şiirin çok az ve olanın da, nerdeyse tamamen somut payanladara yaslanadığını görmekte, eş zamanlı süreçte Avrupa/batı şiir yerine, fantazisel entegreli olarak sevgiliyi çoğu kez basit haz uğruna materyal olarak kullandıklarına tanık olmaktayız,,
..) Oysa aynı dönemde sevgilinin bir tek gözleri için ciltler dolusu eser yazıldığını da müşahede ediyoruz, konu çok hacimli, mecazi aşk, ilahi aşk, tensel aşk ve manavi aşk boylamlarında irdeleme gerekir ki, netliği bula bilelim, söz konusu dönemin avrupası
tensel aşka müptela, sevgiliyi ucuz hazlar için sayfalarca romanlara serdiklerine tanık olurken dönemdaşlardan,,mesala Fuzuli şöyle diyordu..
CANI KİM CANANI İÇİN..
Cânı kim cânânı içün sevse cânânın sever
Cânı içün kim ki cânânın sever cânın sever
Her kimün âlemde mıkdârıncadur tab´ınde meyl
Men leb-i cânânumu Hızr Ab-ı Hayvânın sever
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
,,,) Sevgilinin ruhuna intikal etmeden dudaklarına yapışan hayvanı sever gibi olur diyerek, sevişme eylemselliğinin arka planını, günümüze kadar ışık tutacak deklanşörün maniyel tuşuna basıyordu..
...) Niye Yunus'da demiyor mu, ..ölen hayvan imiş...
..Paylaşım nedeni oluşturan arkadaşımıza ve herkese baki selamlar
ilhami
ŞİİR,BAZI ŞAİRLERE GÖRE ANLAŞILMAK İÇİN YAZILMAZ;HER OKUMADA FARKLI ANLAMLAR KAZANIR.
ŞİİRLERDE KURMACA BİR DİL VE KURMACA BİR GERÇEKLİK OLDUĞU BİLİNMEKTEDİR.BU NEDENLE ŞİİRLERDE SOMUTLUK VE SOYUTLUĞUN OLMASI KAÇINILMAZDIR BANA GÖRE.TABİ HER KESİN DÜŞÜNCESİNE DE SAYGI DUYMALIDIR.
ŞİİR ÜZERİNE GENEL BİR BAKIŞ ( ŞİİR VE HAYAT)
Şiirin kendi içinde tarihi sürecine, edebiyat tarihindeki seyrine bakmadan şiir oluşturulması ne garip değilmi. Şair şiir yaza,r şiir nedir diye sorgulamasa, benden önce ne yazmışlar diye, merak etmezse ki tabi biz merak etmeyenleri, sorgulamayanları konuşuyoruz. Çağdaşları neleri nasıl yazıyor, şiiri nasıl oluşturuyor diye merak etmezse. Şiirin geldiği durumu bilmek istemezse, nasıl şiir yazdığını nerden bilecek. Kendinden önceki zirvelere bakarsa, şiir hakkında sağlam bir bilgi edinmiş olur. Eline, kafasına bir terazi kurmuş olur. Kendine bir kılavuz edinmiş olur ne dersiniz. Aynı zamanda günümüzde şiir de söz sahibi olanların ürünlerine bakması menfaati icabıdır. Şiir nasıl örülüyor dikiliyor.
Şiir yazmak, yazılı bir ürün vermek ne güzel, ne iyi. Fakat yazmanın okumaya eğitime dayalı olduğunu bilmemek ne acı. Hala toplumumuzda, şiirin res min angaryadan görülmesi medeniyetler içindeki durumumuzu belirtmesi açısından bir göstergedir sanırım. Şiirin güzel sanatlar içindeki önemini top yekün kavrayamadığımız, gerekli yerde olmadığımız vahim, elbet. Onbinler in şiir yazdığı ama okumadığı esef verici değil mi.
Bir de ekran şairleri ele alınmalı ve onlarla ilgili düşünceler üretilmeli. İnsan oğlu her zaman güzele ve güzel söze hayranlık duymuştur. Hoşuna giden en güzel şiirlerin mısraları ve kıtaları ile konuşmalarını süslemiş. Hatta şaire değer atfetmiştir. Çünkü şair kimsenin bilmediği kullanmadığı güzel ve tumturaklı cümleleri kullanmıştır. Ekran şairleri elbette takdir edilmeli, ve verdikleri hizmetle şiirin yolunu açtıklarını bilmeliyiz. Fakat ekranları tercih etmeyen şairler unutulmamalı.
Şiirin vazifesi var mıdır yok mudur tartışması hep süregelmiştir. Yok diyenler için söylüyoruz. Bu size biraz insanın vazifesi yoktur der gibi ya da düşünmüyor der gibi gelmiyor mu. İnsanın vazifesi varsa şiirin de vazifesi vardır. Her düşüncenin ve inancın ve insanın bir vazifesi vardır sanırım. Şiir bir oyalanma oyuncak değil. Şiir bir karın ağrısı hiç değil. Şiir yolcunun azığı dilindeki kelimeleridir.
İnsanın var oluşunu kendi dışındaki ve içindeki varlığı ve varlıkları tanıyıp algılama ve ifadesidir. Şiir nedir sorusuna laf ebeliği diyenler niye şiir mısralarıyla uğraşırlar acaba. Laf olsun diye şiirle uğraşılmaz herhalde. Biliyor ve anlıyoruz ki şiire baş koymuşlar şiir nedir sorusuna kafalarını yormuşlardır. Bununla ilgili düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Ya hiç merak etmeden şiiri bilmeden şiirler uğraşanlara ne demeli.
Üzerinde durulması gereken bir konu var ki, kırsal kesimin yani köyün kasabanın edebiyatı, şiiri, düşüncesi buna dayalı olarak hayat tarzı, ( hikaye şiir roman) oluşturulmadan, şehrin ve insanının sanatı ve edebiyatı nın oluşturulması eksik kalacaktır. En az şehirli kadar köylünün de düşünmeye, akletme nin alet edevatı olan kelime ve kavramlara ihtiyacı vardır. Ne yazıktır ki bu bahsettiğimiz konunun eksikliği sonucu köylerde hatta şehirlerde, kelime ve kavram fakirliği düşünceyi kısırlaştırmıştır. Tarihten edebiyattan kopuk güzel sanatlardan zevk almaz bir kalabalık ortaya çıkarmıştır. Dedelerimizin mezar taşlarını okuyamaz anlayamaz hale gelmişizdir. Miras bıraktıkları kütüphaneler dolusu kitapları okuyamaz anlayamaz duruma düşmüşüzdür. Çünkü tarihte şiirin ve düşüncenin bir beyefendiliği ve değeri vardı. Şiir bir edeb işiydi. Eski insanımız konuşmalarını yunustan emrahtan dörtlüklerle süsler cümlelerine bir seviye katardı. Şimdi öylemi…. Ülkemizde baştan sona bir kısır döngü, düşünce yetersizliği ifade eksikliği yaşamaktayız. İletişim kazalarından düşünce üretimine geçemiyoruz.
Beyinlerde ki lügatte kelime fakirliğinden, kalplerdeki basiretsizlik yapılan bütün icraatlara olumsuzluk sirayet etmekte. Sevgi yok saygı yok biribirine göre herkes yanlış içinde.
…..yanlış düşünüyorsun
….yanlış düşünüyorlar
….yanlış düşünüyoruz.
oysa bu doğrumu, biz biliyoruz ki yanlış düşünce yoktur. katılmadığımız düşünce vardır. insanlar, istediği gibi düşünebilirler ve konuşabilirler. söylenilen düşünceye yanlış düşünce demek kadar bir ilkellik yani iskolastizm varmı. işte bu felaket okuyarak güzel sanatlarla, şiirle aşılacaktır. her insan okumak ve üretmek zorundadır. netameli konu ya geldik okumayan, kitaplara bakışını, yüzünü dönmeyen, yeni çıkan kitapları merak etmeyen nasıl üretecek. gelişkin insan kitap satın alan, hediyesini kitap olarak tercih edendir. insanlar istediği gibi düşünebilir ve konuşabilir. bunun için hür düşünce hür ifade gereklidir. anlatmaya çalıştığımız da budur.
İşin içinden çıkabilmemiz için kitaba, şiire ve insana dönmeliyiz. Kalite ve karekter sorunu yaşamaktayız. İstenmediği halde yapılan en iyi şey sinir savaşı, kör dövüşü olmakta. İnsanlığın ve uygarlıkların gerisinde kalmaktayız. İhtişamlı tarihimizin gölgesi bile bize ağır gelmekte. Bıraktıkları şiir, mimarı ve uygarlık eserlerine bir yabancı gibi bakmaktayız. Biliyoruz ki Osmanlı hakanı kanuninin bile bir divanı vardı. İkinci Abdülhamit yorgunluğunu marangozluk yaparak atıyordu. En önemliside genç neslimizin o harika enerijisi olumsuz ve verimsiz şekillerde zayi olmakta. Üretmeyen kişi ler olarak sigara duman larında vb. durumlarda zamanın içine girememekteyiz. Ömürler heba oluyor. Şiirle ne ilgisi var deniliyorsa tarihe bakılsın yeter. Sonucun sonucu kaotik durum, ardından korkular, bitmek bilmeyen tedirginlikler, bayağılaşan ilişkiler. Karşılıklı suçlamalar. Bundan sonrası korku edebiyatı artık, yasaklar yasaklar.
Bu meyanda sonuç olarak korku edebiyatının, hayatın bütün safhalarında, keşmekeşlik, tedirginlik, vurdumduymazlık görülecektir. Sinir ve sindirme kendini gösterecektir. İstikrardan bahsedenler istikrar kelimesini tekrarlamaktan öteye geçemeyeceklerdir. Öyle istikrar kendi çıkıp gelen bir şey değildir. Adını zikredip duracaklar her ağızlarını açtıklarında krizler olacaktır. Okumayan, düşünmeyen kitapsız şiirsiz kalmış insanların krizleri.
İnsanımızın bütün vaktini derdi maişete ayırdığı bu dönemde /daha doğrusu ayırmak zorunda kaldığı/ bu vakitlerde şiir kendini hissettirmekte zorlanacaktır. Sonuçta edebiyattan, düşünceden beslenememe kişiyi acizleştirecek hayatı sıradanlaştıracaktır. Bahsettiğimiz acizlik Allah karşısındaki acizliğin yanında başka bir acizliktir. Atalarının eselerini bilememe. Özellikle şiirden merhametten uzaklaşma güzelliklerin tabiatın kıyılmasına yol açacaktır.
Ümid Harun
keşke şiir yazan herkez böyle bir çalışma içine girebilselerdi.
teşekkürler selamlar.
Ramazan bayramının kuşluk vaktinde sizden beş mesaj almak beni mest etti teşekkür ediyorum, hem özgecil hem çok naziksiniz.
Şiirde soyutluk yazınızı okudum. Bilgece bir yaklaşım üzerine yapılan yorumlar yorum olmaktan öte yazınıza yapılan önemli katkılar sağlayarak konun derunî yönüne ışık tutmuşlar. Ben meseleye bir kaç cümle ile değinmek isterim.
Şiir kenaresi olmayan bir deryadır. Özüyle biçimiyle her şair her şiir kabulümüzdür. Zaman iyi olanı geçerli olanı üste çıkaracak dilden dile gönülden gönüle yaşatacaktır. Yahya Kemal'e Orhan Veli'nin bir şiirini okuttuklarında merhum "demek şiir böyle de yazılabiliyormuş" demiş oysa o güne kadar üstad şiir benimle hitama erecek der dururmuş.
Sizin güzel yazınızı okuduktan sonra eşime dedim ki, "bu ülkede herkes şair sen bile, sen şiiri olmayan şairsin" eşim her yaptığı işte ahenk unsuruna önem veren bir fani... bu yönüyle onu da şair olarak kabul ediyorum. Asıl meseleye gelirsek şiirde asıl unsur ahenktir divan şairi ahenki aruzda, halk şairi hecede, serbest yazanlar ise de özgün imgede bulmuştur hepsinin başımızın üstünde yeri vardır. Metin Altıok'un şiirlerinde yoğun bir ateş, yangın imgesi göze çarpar bu imge yoğunluğu sanki kendisinin bir yangın ortasında öleceğini biliyordu tahminine yöneltir bizi, aynı şekilde Şeyh Galib'in şiirlerindeki o muazzam ateş imgesinin ne kadarı çocukluğunda şahit olduğu İstanbul yangınlarıyla ilgili ne kadarı soyut mütalâa ürünü bunu ayrıştırıp analiz etmeye imkan ve ihtimal yok. Ya Ece Ayhan'ın Cehennet imgesi ... söz uzayacak fazla vaktinizi almamak adına burada sonlandırmak istiyorum. Esenlikler dilerim
Çok geç farkettim yazınızı...
Bende "ses var görüntü yok" adlı yazımda aynı meselelere değinmiştim
Orada da belirttiğim gibi şairin görevi yeni bir dil yaratmak değildir...
Peki soyut şiir hiç olmasın mı?
Olsun ama toplumla barışık olsun,öğretici olsun
Uzun yıllardır takip edilen,beğeniyle okunan,tazeliğini hiç kaybetmeyen şiir ve şairlerin sırrı da budur bence
"Bireyselleşmemek"...
Kutlarım şükran hanım
Saygımla.
“Şiirde soyutluğun bugün dayandığı temel ilkenin divan edebiyatına dayatanlar var ki ben de bu fikre yürekten katılıyorum.”
Bende, bende.
İlke belki aynı olabilir, netice olarak bu gün “soyut” dediğimiz şeye o zamanlarda “mecaz”, “batini” gibi adlar veriliyordu. Dediğiniz gibi uygulama açısından dağlar kadar fark vardır. Eğer o gün yapılana “Divan Edebiyatı” diyorsak bu gün yapılana herhalde “çek-yat edebiyatı, koltuk, kanepe edebiyatı” denilmesi abes kaçmaz.
Günümüz şiirinde soyut kavramının kullanılması, nasıl kullanılması gerektiği ve Divan Edebiyatında kullanıldığı şekli ile kıyas veya kıstas yapmak için oldukça donanım ve akademik alt yapı gerektiren bir durumdur. Naçizane bende ki donanım ve alt yapının not cinsinden seviyesi Edebiyat standartları içinde çok zorlarsam belki “geçer” alabilecek buçuklu bir durumda. Bu yüzden konu ile alakalı söyleyeceklerim ahkâm’dan ziyade hasbelkader kendi gözlemlerim ve izlenimlerin neticesinde tespitlerimdir.
Bu gün Divan Edebiyatında herhangi bir şairin şiirini okuduğunuzda elinizde Osmanlıca, Farsça veya Arapça sözlükler olmadan anlamanız imkânsızdır. Zira herhangi bir dergi, kitap veya gazetede yayınlanmış bir şiirin hemen altına Türkçe meali yazılır, dikkat ettiyseniz. Bunun sebepleri, harf inkılâbı yapılırken bir yerlerde hata veya eksikler yapılmış mıdır vs ayriyeten tartışılabilir. Bu yüzden ya çok, çok büyük bir ilginiz olacaktır bu işe yani gönül vereceksiniz. Ya da bu işin okulunu okuyacaksınız.
Divan Edebiyatı da tıpkı Halk Edebiyatı gibi bir derya, öyle bir derya ki bu deryada yüzmeyi öğrendikten sonra içinden hiç çıkası gelinmeyen, gelinemeyen, müptela yapan bir derya. Öyle bir derya ki bazen yüzme bilenleri bile boğuyor. Gel de böyle bir deryaya yüzme bilmeden donanımsız gir. Akıbet karanlık,
İsimleri marka olmuş şairleri bir kenara koyup, yeni şair adaylarını gözlemlediğimizde yüzme bilmeden bu deryaya dalanların, çaresizce çırpınışları, krampları hemen fark ediliyor. İçlerinde sahilde fazlaca güneşlenenler en fazla biraz daha fazla bronzlaşmış oluyor, hepsi o kadar. Yüzmesini bilmek şart, şart o kadar
Yazınızın sonunda bahsettiğiniz “kargaşa” nın sebebi, bu açık ve derin sulardaki çırpınışlar olsa gerek. Bütün bu azgın dalgalara rağmen istisna da olsa bazıları kıyıya ulaşmayı becerebiliyor, sivrilebiliyor.
Bir gün Nasrettin Hoca ile cemaat arasında şöyle bir konuşma geçmiş;
-Hocam hanımların gözlerine sürme çekmesi günah mıdır?
-Zinhaaar, günahtır tabi
-Hocam sizin hanımda sürüyor
-Yakışıyor haspaya beh!
“Yakışıyor haspaya” .Tıpkı hocanın dediği gibi işte böylede bir gerçek var. Fazla karıştırmayayım, Allah vergisi, doğal yetenek diyeyim.
Ha, ben mi, kumsalda denizi seyrediyorum :)
Sayenizde edebi anlamda beyin jimnastiği yaptım kendi kendime, teşekkürler
Tebrikler, saygılar, selamlar
Çok fazla konuyu dağıtmamak üzere, şöyle bişey söylemem mümkün; Şiir aynen bir mimari eser gibi, elle tutulabilir somuta karşı gelen sözcükleri kullanarak, soyut bir bina inşa etmek. Neden böyledir? Şiir, önce soyut algılarımıza vuran bişeydir de ondan. Telkinci şiirleri bir yana ayırırsak, kalan bütün şiirlerin ruhaniyatını soyutluk oluşturur. Biz bir mimari eseri seyrederken, elbette kullanılan malzemeyi görmezden gelmeyiz, ama, bize eserde keyif veren şey, mimarın eşyaya şekil verirken kullandığı estetik anlayıştır. Doğulu divanelerin geçmişte iddia ettiği; insanın beş duyusunun dışında, elem ve hazzı da içine alacak şekilde duyularımızı çoğaltmaları bu alana yapılan bir atıftır aslında. Şiir aslında elem ve hazzın kapsama alanı içinde kalarak bize ulaşır. Biz ençok da bu yanımıza vuran şiirlerde hüzünlenir veya haz alırız. Bu anlamda şiirin kaynağını soyutluk oluşturur dememizde sakınca yok. İnşa içinse mutlaka somut sözcüklerden vazgeçemeyiz. Bu malzemesiz bina inşasına benzer ki bu mümkün değildir. Bize şiir zevkini veren hangi malzemelerin kullanıldığından çok, nasıl kullanıldığıdır. Yoksa sözcükler, malzemeler gibi hergün elimizde, ağzımızda, zihnimizde dolaşmaktadır. Bunları biraraya toplayarak, yeniden inşa etmektir şiir, içine elem ve hazı, yani soyuıtluk içeren sözcüklerle kararak yapılan bir eylem.
Benim anlayışımca, bütün hayatlar tek ve orjinaldır. Hepsinin mutlaka ayırt edici kendine göreliği vardır. Bunu söylerken, herhangi iki şairin soyutta olsa şiirilerini üstüste veya altalta koymak gibi bir eylemin mümkün olmadığını da söylemiş oluyorum. Yani bu fikre katılmıyorum. Zira şiirde taklite hiçbir zaman inanmadım. Taklit yoktur sadece kesişme sözkonusudur.
Dahası şöyle söylemem mümkün; oynamak, daha çok biliriz ki kadına yakışan bişey. Erkekler de oynar ama, kadının oynaması, dahası oyunu kendine yakıştırması bir farkklılık içerir. Şiir de diğer yazı türlerine inat keyif veren şey, bu adını koyamadığımız kadında ki fazlalıktır.
Bana göreyse şiir; ruhumuzun düğümsüz yanından doğar. Burası soyut bir alandır. Kalan alanı daha çok akıl kontrol eder. Şiirin akılsızlık işi olduğunu söylemediğimi anlamışsınızdır sanırım. Farklı bişey söylüyorum. Diğer yazı disiplinlerinden ayrılması da daha çok bu yüzdendir.
Yine soyut yardımcı unsurlar olan ses ve musiki de bu düğümsüz alanın içindedir.
Çok teşekkür ederim Şükran Hanım.Sadece bir kapı aralamak istedim okadar.Keyifle okuduğumuz bilinsin efendim.Selam,saygı...
hyazici58 tarafından 4/24/2010 4:04:28 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aslında bir düşündüm ; Cenap Şahabettinin eserinin arasına Nazim Hikmetin eserinden bir dize koysak fark edilmez mi?Hem de nasıl fark edilir.Her ikiside öznel, özge şairsel kimliklerini kabullendirmiş büyük şairler.
bence her sairin kendine has bir tarzi olmali.
ondan bundan örnek alarak kendine has bir tarzin olusmasi da beklenemez zaten.
yüreginize saglik
saygilarimla