- 442 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bu hazımsızlık ne kadar kötüymüş meğer!
Organların fonksiyonel çalışmaması sebebiyle başa gelmesi mümkün olan hadiseler, bazen dertler, bir takım telakiler ve ısrar edilen vehimler.
Nedeni konuyu sıhhatinin ve Vucubunun şartları gereği tahlil edememek, sosyolojik ve felsefi boyutunu görememekten kaynaklanıyor.
Elbette ki daha vahim olanı ise şartlanmışlıkta yatıyor olmasıdır.
Bu konuma odaklanmış bir insan her vakit saldırı maduna ayarlanmış olduğundan çaresizdir, idraki kilitlenmiştir, irfanı ötelenmiştir.
Bir tek şey onun için son derece önemlidir.
Çünkü sorunu bir akide olarak değerlendirmektedir, bu yönde ilerlemektedir ve sabrı nimetlerinden, açılımlarından istifade etmeyi asla düşünmemektedir.
Oysaki bu ne acı bir durumdur. Bilenler için, dileyenler içindir elbet.
Ezele ve ebede yaklaşımları bakış açıları o kadar farklıdır ki adeta “necranlar” gibidir.
Tefekkür nerdedir, kimlerin derdidir, hiddet her şeyleridir.
Tahakküm en değerli hasletleridir çünkü ilmi ve irfanı bir değer olarak görmemekteler.
Bizim hassasiyetimiz korunsun ve ona dokunulmasın, devlet, millet değerlendirilmesi nasıl olsa zaman içinde şekillenir diyenlerdir.
Milli değerler ve hassasiyetler tarih sayfalarına hapsedilmeli ve bu necip milletin en önemli değeri olan akidesi bir çöl kanunu anlayışıyla Araplara terk edilmeliydi.
Sekülerliğin gereği paganlaşmak ve izmlere sarılmak olmazsa olmazlarıydı.
En önemli dertleri bu uğurda can vermeyi öncelemekti lakin iş başa gelince vatanı terk ederek Frenklere sığınan gafillerdi.
Neccarlar da kimler mi dediniz?
Biraz sabrederseniz elbette sizleri bilgilendireceğimi göreceksiniz.
Hani evrensel mesajın tek adresi olan Kur’an kerim, geçmiş ümmetlerin akideleri uğruna hangi safhalardan geçtiklerini hikâye eder ve ne çileler çektiklerini ibretle önümüze serer.
Efendimiz ve tek önderimiz bir rahmet sebebi iken neler çekmemişti ki?
Niçin akidesi için öyle değil mi?
Allah sadece gökyüzüne hükmetsin, bizim işlerimize asla karıştırılmasın kaygıları ve zanları, dolayısıyla tercih hakları değil miydi?
Şirkin ne demek olduğunu ve neleri kapsadığını bilmeyecek kadar.
Bir taassubiyet için ölecek kadar, kalp gözleri görmeyecek kadar, vicdanlar kararacak, mahşeri vicdan yaralanacak kadar.
İnanan insanları, kendi halkını sırf akidesi sebebiyle ve Allaha şirk koşmaması nedeniyle mahkûm ediyorlardı.
Bir zamanlar Museviler bu çilenin muhatabıyken, tahakküm adına, tuğyan adına, enaniyet adına bu kez bizzat yaşadıkları eza ve meşakkat tecrübelerini
Hıristiyanlara göstermekten kaçınmamışlar ve onları kaçırana kadar takiplerine ve saldırılara devam etmişlerdir.
Necranlılar ise oldukça geniş çukurlar kazarak, bu çukurlarda ateşler yakarak kor haline gelmesini temin ediyorlardı.
Daha sonra, yakaladıkları tevhidin yolcularını kuyunun ve kor halinde ki ateşin kenarına getirerek,
Ya vazgeçeceksin ya da burada ateşe atılarak yakılacaksın tehdidiyle korkutarak inançlarından vazgeçmelerini sağlayacaklarına kani oluyorlardı,
Başarılı olamayınca da ateşin içine atarak yakıyorlardı zalimler.
Birçok âlimin, Abidin, zakirin, erenin asılarak katledildiği misali.
Birçok mütefekkirin kaçırıldığı misali, arşivlerimizin Bulgarlara satıldığı gerçeği!
Kim ne yapabilirdi ki?
Bir kez bu masum halk korkutulmuş ve inandırılmıştı.
Bu bakımdan sabrı tanıyan, tuğyandan kaçan, elbette ki bir inanan fütursuzluğa, lafazanlığa kaçamaz, enaniyeti için asla bir gayretin içine giremez.