- 758 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
O, HİÇ SİGARA İÇMEDİ Kİ !
Baba,üvey anne ve oğul, akşam yemeği için salondaki yemek masasındaki yerlerini almışlardı. Üvey anne çorba kâselerini ancak bırakmıştı masaya. Evin oğlu Hüseyin’i
öksürük tutmuştu. Anne ve baba sinirlendiler.
- İçme diyorum oğlum sana şu mereti ! diye söylendi baba..
- Ben de söylüyorum ama dinleyen kim , diye söze katıldı üvey anne.
- İçmiyorum dedim size, ben sigara içmiyorum ,deyip kalktı masadan Hüseyin.
-Ben hiç sigara içmedim, diye mırıldanarak ve ağlayarak gitti odasına. Daha çok üsteledi öksürüğü ağlarken. Uzun süre ağladı ve öksürdü.
- İçmiyorsun da bu öksürk nereden geliyor ? diye söylenmeye devam etti babası.
- Çocuk kandırıyor sanki, diye ekledi üvey anne.
Öksürüğü geçince kalkıp yüzünü yıkadı. Masasına oturup derslerini çalışmaya başladı. Liseye o yıl başlamıştı ve oldukça da iyi bir öğrenciydi Hüseyin.
Ertesi gün sınıfta yine öksürük tuttu . Tahtada ders anlatması yarım kaldı. Üzüldü,utandı. Özür diledi öğretmeninden. Öğretmeni mutlaka doktora gitmesini söyledi.
Akşam eve döndüğünde üvey annesinin bir kutlamanın hazırlıklarını yaptığını gördü.
- Hayrola anne, ne hazırlığı bu ?
- Bu gün babanla evlenme yıl dönümümüz.. Bakalım baban hatırlayacak mı ?
- Kutlarım anne, nice yıllara inşallah.
- Sağol Hüseyin….Ay çok merak ediyorum, baban hatırlayacak mı, bana ne alacak acaba ?
- Anne, bu gün okulda yine öksürüğüm tuttu da, öğretmenim mutlaka bir doktora görünmem gerektiğini söyledi. Babama sen anlatsan, beni bir doktora götürse…..
- Sırası mı şimdi ? Adam yeni araba aldı. Dünya kadar borca girdi. Sen doktorları bilmezsin, bir defa gittin mi korkuturlar da korkuturlar. Adamın iliğini sömürürler valla….
Akşam olduğunda elinde bir buket çiçekle geldi adam eve. Pahalı oldukları da belliydi çiçeklerin.
- Ah unutmamış, canım benim , deyip kollarına atıldı kadın kocasının.
- Hiç unutur muyum bir tanem..Bak sana ne aldım ,deyip cebindeki kutuyu çıkardı, açtı.
- Ah canım benim ,canım kocam ,deyip sımksıkı sarıldı ve yanaklarından defalarca öptü kadın kocasını. Çok pahalı bir pırlanta gerdanlık almıştı adam karısına. Büyük bir sükseyle taktı yerine. Kadının gün boyu uğraşıp titizlikle hazırladığı sofraya oturdular. Hüseyin’in
yemeği odasına götürüldü. Onlar içki şişesini de açıp ışıkları da söndürerek yaktıkları mum ışığında kutlamalarına başladılar. Kahkahalarına ve tokuşturdukları kadeh seslerine Hüseyin’in odasından gelen öksürük sesleri karıştı. Ama o akşam öksürük seslerine hiç aldırmadılar.
- İçmesene oğlum şu mereti !
- Zıkkım içesice, falan demediler o akşam. Çılgınlar gibi yiyip içip eğlendiler.
Bir sonraki gün Hüseyin okulda öksürürken ağzından kan geldi. Öğretmeni durumunun hiç de iyi olmadığını, mutlaka bir doktora gitmesi gerektiğini söyledi. Hüseyin, ancak üvey annesine durumu anlatabildi. Üvey annesi durumun ciddiyetini anlamış gibi davrandı. Kocasına anlatacağına dair söz verdi Hüseyin’e.
Olmadı, bir türlü olmadı. Doktora götürülemedi Hüseyin. Öksürükleri ve kanamaları devam etti. Öğretmenleri duruma müdahale etmek zorunda kaldılar. Ve Hüseyin’in Lösemi olduğu anlaşıldı. LÖSEV tarafından korumaya alındı. Tedavisi üstlenildi. Fakat kan kanseri ,
tedavisi kesin olan bir hastalık değildi. İlik nakli için beklemek ve bu sürede hiç de kolay olmayan tedavileri sürdürmek gerekiyordu. Vakıf her türlü desteği verdi ve gerekli tedaviler uygulanıp ilik nakli için beklemeye geçildi.
Uzunca bir zaman geçti. Üvey anne yine bir telaş içindeydi. Yine evlenme yıl dönümleri gelmiş çatmıştı. Şahane bir akşam sofrası donatırken yine merak ediyordu , eşinin bu günü hatırlayıp hatırlamayacağını ve kendisine ne hediye alacağını.
Hazırlıklar bitince eşini beklemeye başladı kadın. Gözü kulağı kapıdaydı artık. Ama telefon kapıdan önce davrandı. Hastahaneden arıyorlardı. Hüseyin’in ömrü ilik bulunmasına yetmemişti. Ölmüştü Hüseyin. Hani o unuttukları, bir kerecik doktora götürmedikleri, hani o hiç içmediği sigaradan öksürdüğünü sandıkları Hüseyin diye biri vardı ya, işte o ölmüştü….
Birden vicdanı sızlamaya başladı kadının. Tansiyonu yükseldi..Beyninde bir uyuşma başladı.
O anda kapı çaldı. Sürünerek gidebildi kapıya kadar..Zor da olsa açabildi. Elinde yine pahalı bir çiçek buketi vardı adamın..Cebindeki kutuda da pırlanta bir takı. Ama karısı koltuğa yığılıp kalmıştı. Ne çiçekleri alabildi ne de takıyı.
- Hü…hü…hüs…Hüseyin…öl…öl…ölmüş, diyebildi zar zor. Baba da kötü olda bu kez ..Onun da vicdanı ses vermeye başladı. Gözleri yaş denilen ıslaklıkla belki de uzun süredir ilk kez tanıştı. Uzun uzun ağlamaya,bağırmaya başladı.
- Hüseyin’im, Hüseyin’im ! Affet bizi canım oğlum !
Faydası yoktu artık hiçbir şeyin. Ne üvey annenin felç olması, ne da babanın ağlaması…Hiç bir şey Hüseyin’i geri getirmeyecek ve bu günah asla affedilmeyecekti…
Hüseyin sigaradan öksürmüyordu ki…O ,sigaradan kanser olmadı ki….Çünkü o ,hiç sigara içmedi ki…….
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Fikret TEZEL
İlginize teşekkürler.
Yazının ana fikri " ihmal, umursamazlık, bencillik " Bu ana fikir içinde, annenin üveyliği vurucu bir belirtme. Baba, kendini işine ve 2. hanıma kaptırmış. Oğlunu gözü görmüyor. Duyan kulağı da hanımın yönlendirmesine göre karar veriyor. Bunu hiç garipsemedim, diyeceğim. Beyler alınacak. Onun için demiyorum....
Anne, öz olsaydı...? Hüseyin yaşıyor olurdu...mu? Evet...bence...
Güzel bir konu, kaliteli bir anlatım. Teşekkür ediyorum Fikret Bey...
Gönül isterdi ki, üvey annenin Hüseyin'in ölümünü duyduğunda gösterdiği hassasiyeti, ona sağlığındayken de gösterseydi... Gönül isterdi ki bir baba karısına gösterdiği alakayı, oğluna da gösterseydi. Ve gönül en çok da Hüseyin, ve Hüseyin gibiler bu böyle vicdansızlıklar sonucu ölmesin isterdi.
Trajedik, hayatın içinden bir yazıydı. Etkili anlatımınız duyguları daha derinden hissetmemimize yol açtı.
Tebrik ederim.