KİM BİLİR...
Karadeniz’liydi..Matematik öğretmeni..Meslekte on beşinci yılını devirmiş usta bir öğretici..Sert görünümü altına gizlemeye çalıştığı duygusallığı zayıflık sanan,içe dönüklerden biri.Çoğumuza benzeyen,sıradanlığı benimseyen,etliye sütlüye karışmamayı yeğleyen,kendi halinde bir insan..Şevki Bey....Şevki hoca....Şevki ağabey…
Beşi kız biri erkek altı çocuk babası. Erkek olan en küçükleri.Bunca çocuk sahibi olmanın nedeni de’’ ille de bir erkek ‘’mantığı.Öyle ya,soy sop devam etmeli.Beş kız vermiş yaradan.’’Olmaz’’demiş Şevket ağabey..’’İlle erkek’’Kabul olmuş dileği.Son çocuk erkek..Yere göğe konur mu..El bebek gül bebek büyütülmüş Engin bebek.Sonunda gözünün bebeği oğlu,öğrencisi de olmuş Şevki Ağabeyin....Ortaokul birinci sınıfta...Türkçe derslerine de ben giriyorum.Zehir gibi bir çocuk..Hem zeki,hem de çalışkan,hem de arkadaş,dost canlısı..Yaşıyla barışık,Yalnızca babasının değil,tüm öğretmenlerinin gurur kaynağı
...
Günlerden Cuma..Aylardan Kasım..Bayrak töreni bitiyor ve dağılıyor okul..Derken sert bir fren sesi.Derken koşuşmalar,bağrışmalar,feryatlar..Devamında,yaşamım boyunca unutamayacağım bir sahne..Küçücük bir fidanın kırılışı ve dev bir ağacın çöküşü..
Hiç ağlamadı Şevki Ağabey..Ne kaza yerinde,ne hastahanede,ne de cenaze töreninde..Sustu..Hep sustu..Hep sustu...Sustu.İzin almadı.Derslerini aksatmadı.Başsağlığı mesajlarına ‘dostlar sağ olsun’’söyleminden başka tek bir sözcük eklemedi.Bu korkunç acı karşısında öylesine dik bir duruş sergiledi ki onun yanında oğlunun ve o feci kazanın lafını bile etmeye cesaret edemedik..Tam bir teslimiyet duygusunun güdümünde, teselliyi zamandan bekledik.Şevket ağabey sustu,biz sustuk.Tanrısal yazgımıza boyun eğip,ölüm denilen gerçeğin kelepçelediği dudaklarımızdan dökülemeyen sözcükleri, gözlerimize gönüllerimize yükleyip,sustuk.
.Günlerden gene bir Cuma..Aylardan ise nisan.Bahar bir patlamış ki deme gitsin..Artık gerekli önlemlerin alındığı bayrak töreninden sonra,öğrencilerimiz sağ salim dağılınca,erkek öğretmen arkadaşlarla,hafta içi planladığımız bir düşünceyi devreye sokup,Şevki Ağabey’i bir restoranda yemeğe davet ettik..Kırmadı..Geldi..Yenildi,içildi..Dereden tepeden konuşuldu.Daha doğrusu konuşan bizlerdik.O hep sustu.Sustu…Sustu…Oysa amaç onu konuşturmak,içindeki zehri bir nebze boşaltmasını sağlamak,hatta onu sarhoş edip,salya sümük ağlatmak idi.Ama içtikçe sustu,sustukça içti ama konuşmadı.
.Bu adam delirtecekti beni.Taş mıydı,kaya mıydı,bu adam.?Oğluyla birlikte duyguları da ölmüş müydü?Yoo,bu kadarı da fazlaydı..Ne yapıp yapacak, her türlü riski göze alıp, hepimizin içine oturan acının dışa vurulmasını sağlayacak,üzerimize serpilen ölü toprağını dağıtacaktım. Ama nasıl???
Beynimin tüm hücrelerini devreye soktum.Birden şiirin gücü geldi aklıma..Recaizade Mahmut Ekrem’in ‘’Ah Niyat’’adlı şiiri.. Abdülhak Hamit’in ‘’Makber’i’’.Ölüm acısını dizelerine dökerek sözcük sözcük ağlayan büyük ustaların ,hala ağlayan ve sonsuza değin ağlayacak olan dev yapıtları.
Masadaki peçetelerden birini alıp,kendimi ustaca arkadaşlardan soyutladım. Tüm gücümle o feci kaza gününe kilitlendim..Ama olmuyor,olamıyordu.Tanrım bu nasıl bir güçtü.Acıyı sıcağı sıcağına tüm benliğimle hissediyor,ancak kağıda dökemiyordum.Neredeyse masada peçete kalmamıştı.Yazıyor,karalıyor,beğenmiyor ,buruşturup atıyordum.Tam umutlarım tükenmek üzereydi ki,birden belleğimin derinliklerinde o sesi duydum.Engin’in sesiydi bu...Buradaydı..Masada,beynimde ,belleğimde..Sanki zaman geriye dönmüştü.Ölmemişti Engin.Türkçe dersindeydik işte.Ve Engin o büyülü sesiyle beynimin derinliklerinde kendi şirini okuyordu:
göremedim göreceklerimi ben
yaşamadım
haksa ölüm yaşayanlara
kuşları dinleyemedim henüz
koklayamadım bütün çiçekleri
uyanamadım bayram sabahlarına
ne babamın elini öpebildim
ne de öpüldü elim
söylenmemiş bir şarkıyım ben
yazılmamış bir şiir
çizilmemiş bir tablo
dalına bülbül konmamış gülüm
çocuk elimden çekerek beni
nereye sürüklüyorsun ölüm
yalnızca bir anım olsun istiyorum
içilmiş bir yudum
berrak su
doyamasam da tadacağım bir sevgi
bir mutluluk uykusu
gözlerimi yaşartacak bir acı
yürekten çekebileceğim bir ah
tanrıya hesabını vereceğim
insansı bir günah olsun
bırak yakamı ölüm
bırak n’olursun
Sonra sustu Engin..Zaman yeniden o alışılageldik devinimi ile devreye girdi.Engin geldiği gibi sessizce kayıp gitti belleğimden bilinmeze.Sonra masa şekillendi gözlerimin önünde.Arkadaşlarım,mezeler,içkiler,garsonlar ,susan,ama hep susan Şevki ağabey…Ve bir de elimdeki peçeteye,alel acele karalanmış bir şiir..
-Şunu okur musun ağabey?
-Nedir o?
-Öylesine karaladım işte..Ne bileyim,içimden geldi..
Önce garip garip baktı yüzüme.Sonra kendisine uzattığım peçeteyi aldı..Ve sessizce okumaya başladı.Daha ilk dizelerde suratının sapsarı olduğunu fark edince paniğe kapıldım.Benimki de iş miydi şimdi.!!.Bir yarayı yeniden ve acımasızca kanatmak..Kaş yapayım derken göz çıkarmak…Hızla elindeki peçeteye uzandım.
-Boş ver ağabey.Öylesine karaladım.Sarhoşluk işte..
O an suratıma öyle bir bakışı vardı ki,adeta kanım dondu.Masadaki arkadaşların kaş göz işareti ile,elimi geri çektim.Kafam önde olacakları bekliyordum.Şevki Ağabey şiiri bitirdi. Tekrar yüzüme baktı ve garip bir ses tonuyla, tıpkı Engin gibi belleğimin derinliklerinde konuştu.
-Bitmemiş bu şiir..Tamamla..
-Bitmemiş mi?
-Yalnızca oğlumu konuşturmuşsun..Ya ben
…
Sözünü tamamlayamadı.Önce yutkundu,peçeteyi eline alıp şiiri bir kez daha okudu ve çocuğunun cenazesinde bile gözünden tek damla yaş dökülmeyen,.o kaya gibi adam,sanki önüne set çekilmiş bir nehrin bendini parçalayıp deli dolu akması gibi öyle bir ağlamaya başladı ki,hepimiz şaşkınlıktan ne yapacağımızı bilemedik.Şevki ağabey ağladı,ağladı,ağladı..Doya doya,hıçkıra hıçkıra,çocuklar gibi,deliler gibi ağladı.
Bense elime tutuşturduğu şiire bakıyor ve bu şiiri nasıl tamamlayacağımı artık biliyordum.
Yeni bir peçete aldım elime ve beynimin derinliklerinde bu kez Engin’le babasını buluşturup,Şevket ağabeyi konuşturdum.Sonra yerimden kalktım ve şiiri ceketinin üst cebine soktum.Okumak için ceketin üst cebine uzandı.Elini tuttum ve emreden bir ses tonuyla..
-Şimdi değil ağabey..Şimdi değil...
Anladı.Üstelemedi..Arkadaşların gayretiyle konu dağıtıldı.Yenildi.,içildi.. ,Körkütük sarhoş olundu.Saçmalandı..Gülündü..Ağlandı..Ve hesaplar ödenip kalkıldı o garip masadan..
Aradan bir hafta geçmişti.Şevki ağabey . ile bu bir hafta boyunca hemen hemen hiç konuşmadık.Nedense,onu görür görmez garip bir kaçma dürtüsünün etkinde kalıyordum.Şiirin son bölümüne tepkisini ölesiye merak ediyor ama cesaret edip bir türlü soramıyordum.Sevki ağabey de konuyu hiç açmıyor, sanki o cuma yemeğini,o masayı,o şiiri yok sayıyordu..Ta ki hafta sonu bayrak töreni bitinceye kadar.
_Erdoğan,bana bir saatini ayırabilir misin?
_Tabii ağabey.ne demek…
Arabasına bindik.Yol boyunca hiç konuşmadı.Ben aynı restorana gideceğimizi tahmin ediyordum.Ama bir hafta önceki gurup içerisinden yalnızca beni çağırmasına da bir anlam veremiyordum.Ancak araba çocuğunun yattığı mezarlık yoluna sapınca yanıldığımı anladım. .
.Baharın bir çiçek bahçesine dönüştürdüğü mezarlıkta küçücük bir mezarın başındaydık.Ve o küçücük mezarın heybetli mezar taşında, bir hafta önce,bir meyhane köşesinde,bir babanın gözyaşlarıyla yazılmış şu dizeler kazılıydı.
Ve ne kadar sağırdı gökler
Ve ne kadar duygusuzdu yer
Kışbahar buysa eğer
Ardından ağlamayacağım küçüğüm
Yüreğimde biriktirip
Günü geceyi ayı
Kabrine taşıyacağım
Gönlünce oynayamadığın
Şu oyuncak dünyayı..
Eminim Engin hiç büyümeden,hiç yaşlanmadan bilemediğimiz bir boyutta oyuncak dünyasıyla, oynuyor hala..Bizlerse bildiğimiz bir dünyada, çoktan kırılan oyuncaklarımızın özlemi ve içimizi acıtan anıların hüznüyle yaşıyoruz..
Kim bilir..Belki bir yerlerde bizi bekleyen ölü dostlarımızla, adına yaşamak denilen oyunu,tekrar çocuksu bir saflıkla oynayacağımız bir bahar ülkesi vardır.Ya da yaşamın kendisi gibi ölüm de koca bir yalandır
.Kim bilir?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.