yalınayak vurdum sahillere
Sahillere vurdum yüreğimden gelip giden dalgaları. Bedenim çaresiz bekledi ama gelen olmadı; ne de dalgalar getirdi. Yazıktı bana acıyan olmadı…
Bulutlu sabahlara açtığım zaman ben gözlerimi, ellerim üşürdü her zaman. Çünkü yoktu yanımda kimse ve bedenim bana kızarcasına üşütüyordu. Az kanlı tenim biraz daha solgun görünüyordu böyle zamanlarda. Bir haber alsam yetebilirdi belki ısıtmaya ellerimi ama yoktu ve ben bir kat daha üşüyordum. Onunla vardım ben; onsuz cehenneme dönüyordu dünyam. Beni hayata bağlayan yegâne güç kayboluyordu. Yokluğunu hissettiğim anda koşuyordum soğuk pencerelere ki son zamanlarda hep pencere kenarında buluyordum kendimi; ayazda bırakıyordum titrek ve zayıf bedenimi. Ellerim soğuk, yüzüm solgun, kalbim kırık atılmıştım bir köşeye sanki. Hoş; her şey boş bu saatten sonra ya… Bir türlü inanmak gelmiyordu içimden; gitti ve her şey yarım kaldı demeye varmıyordu dilim.
Acıyordum her gün biraz daha kendime. Küsüyordum hayat denen, hayat kadınına. Her gece ve sabah beni milyonlarca kişiyle aldattığı için. Sonra kıyamıyor, geri dönüyordum ona. Ne hoş bir hayat kadınını seviyordum. Kirli ve batak dolu olduğunu bile bile. Ancak şu vardı ki onu bir hayat kadını olarak göremiyordum. O güzel bir kadın, mükemmel bir anne, harika bir arkadaştı. Hayat; bana hayat arkadaşımdı. Beni incitmezdi…
Sonra yürümeyi öğrendim. Bir bebek gibi paytak paytak, düşe kalka. Acıya sancıya… Öğrendim sonra acımamayı. Kendime acımak saçmalıktan başka hiçbir şey değildi. Hiç yoktan kendimi üzüp kahretmeye gerek yoktu. Giden dönmeyecekti. Neyi bekliyordum ki? Dönse bile ben aynı ben olacak mıydım acaba? Hayır elbette. Üzerimden silkip de ölü toprağını; tabiri caizse; dirildim. Yaşıyordum yine. Üstelik üşümüyordum da yalnızlığımda… Artık güneş benim için doğuyor, adeta beni sarıp sarmalıyordu. Sılası geç kalmış bir hasretti bizim ki. Önce güneş dokundu yanaklarımda ki solgun tenime. Sonra ben eğip de başımı önüme; özür bile dileyemedim. Her sabah olduğu gibi doğuyordu güneş, her defasında benden elem kesip alıyor boşalan yere hayat dolduruyordu. Hayat ve aşk… Belki aşk biraz gecikmişti ama hayat tam vaktinde yerindeydi. Güneş her zerresinde beni ısıtıyor, ışıtıyor; adeta sevişiyordu benimle. Sevişiyorduk… O beni sıcaklığıyla sarıyor, bense hayat doluluğumla ona cesaret veriyordum.
Ben öldüm bir gün; küsmüş güneş dünyaya ve insanlara. Sonra ben doğdum bir gün hayat eski temposunda devam ediyordu. Ne hoş kör kütük seviliyordum. Güneş tarafından. Çatlasın düşmanlar. Her çiçek baharında güzel kokar. Benimde baharım çoktan geçti. Ve gitti sevilen. Yeni sevgililer gelecekti, o yine sevecekti ve yine gidecekti gelen. Bu kısır döngü durmaksızın devam ediyordu. Durdu dünya bitti sevmek adına ne varsa yaşanılan…
Ben açtım bir gün; acıyanlar doyurdu beni... Ben doğdum bir gün, güneşle kundakladılar beni… Ben sustum bir gün; volkanlar kızıştı… Ben sevdim bir gün; bütün dünya âşık oldu… Ve ben öldüm bir gün dünya durdu…
Nasıl bir elem bu, nasıl bir mutluluk... Aynalar dostken düşman, eller ahbapken yine el oluyordu. Tanrım neden böylesine zordu tutunabilmek sana ve hayat denilen bu kahrolası fahişeye…
fmü
YORUMLAR
Nasıl bir elem bu, nasıl bir mutluluk... Aynalar dostken düşman, eller ahbapken yine el oluyordu. Tanrım neden böylesine zordu tutunabilmek sana ve hayat denilen bu kahrolası fahişeye…
tebrikler..yüreğinizden geçenleri eksiksiz ve fazlasız ilettiğinizi düşünüyorum ve umuyorum...güzel bir yazıydı,saygılar...