Meçhule Yazılmış Mektuplar - 38
Merhaba sabah serinliğim, gökkuşağım. Meçhul iklimlere gittin gideli hayalinle avunuyorum. Eline geçmese de sana yazdığım mektupları çok çok önemsiyorum. Sen bazen hüznüme hüzün katıyorsun, bazen buruk bir sevinç oluyorsun..
Oldum olası güzel laflar etmeyi beceremem. Ama iş sana yazmaya gelince seni incitmemek adına kılı kırk yarıyorum. Eh! Ne de olsa bencileyin yarım düş erbabı biri senin gibi misilsiz, muhayyel düşler perisine yazmak gibi büyük bir hevese tutsak olursa başka türlü de olmaz… Takvimlerde erirken günler haftalar yıllar. Benim de yüreğimde büyüyor hasretten dağlar. O dağlardan düşen çığlar sessiz çığlıklar olup düğümleniyor boğazımda.
Artık, batmakta olan bir ikindi güneşi demindeyim. Bilmem hasretinin ve hayalinin uzun gölgesine erebilir miyim?
Nerde bir gül fidanı görsem, daha bir depreşir sevdası yüreğimde sen nihâlin. Belki, haddim ve harcım olmayarak sana dair bir serüvene giriştim. Sana yazmak itiyattan ziyade tutku hâline geldi. Sana yazarak hasretimi hafifletme yolunu mu seçtim, onu da tam olarak kestiremiyorum.
Seni düşündüğüm zaman, mevsimin de etkisiyle olsa gerek gözümün önünden erguvanlar, leylaklar, güller geçiyor. Zaman gamzene iliştirilmiş bir gül oluyor. Melekler gül deriyor. Ben gül soluyorum.
Bu mektubumu, ince ince çiseleyen, bir nisan yağmurunun toprağı öptüğü demlerde kaleme alıyorum. Bir yandan da senin bakışlarını ve demlediğin çayları hatırlatan berrak çayı yudumluyorum. Gerçi, senin demlediğin çayların tadını tutmuyor. Ama yâdımda sen varken içtiğim çay daha bir ısıtıyor içimi.
İşte böyle sabah serinliğim, gökkuşağım. Nefes alıp verdiğim sürece, seni unutmayacağım. Veda sözcüğünü, ne yazmak ne de kullanmak istiyorum. Tekrar merhaba diyerek sözlerimi noktalıyorum. Sen sonsuzluğun sahibine emanetimsin. Bekâ âleminde emelimsin… Bâki selâm.
Ankara,21.04.2010 İ.K