- 1303 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
SANA NE?...
Alsancak’ tayım; mevsim yaza, gün akşama dönmüş. Kalabalık yolda, tek başıma yürüyorum. Amaçsızım; sadece vakit öldürüyorum. Ne dediği anlaşılamayan sesler, birbirine karışıyor. Kimileri bir şeyler satma, kimileri alma telaşında… Her tarafta ayrı bir müzik sesi, gürültü senfonisi…
Önümde, sarı parlak saçlarında şık tokaları olan, cici giysileri içinde küçük bir kız çocuğu, avazı çıktığı kadar bağırıp ‘’ben bebek miyim, bebek oynayacak? Yeni çıkan oyunu istiyorum bilgisayarıma!...’’ diyerek annesinin kolunu çekiştiriyor uzatırcasına… Kendi çocukluğum geliyor gözlerimin önüne, gülümsüyorum. Bak şu bacaksıza!
Önüme çıkan sokağa sapıyorum. Biraz daha tenha, tek tük insanlar… Kimi birbirine sarılmış gerçekten, kimi ise hala pazarlıkta…
Biraz daha ilerde, yanmayan sokak lambasının altında, eski bir evin eşiğinde duvarla bir olmuş bir çocuk, elindeki torbayı burnuna çekiyor. Sanırsın ki torba burun deliklerinden içeriye girecek. İçinde yapış yapış tutkal! Torbayı geri çektiğinde, yüzündeki o sahte rahatlık ve O’nun düşüncesindeki hayattan uzaklaşmışlığın geçici huzuru… On yaşında var ya da yok! Kimse farkında değil. Normal bir şeymiş gibi, herhangi bir şeymiş gibi, ya da yokmuş gibi!...
Yanına yaklaştığımın farkına bile varmadı. ‘’ Ne yapıyorsun?’’ diye sorduğumda, üç numara tıraş edilmiş, yara bere içindeki başını kaldırıp, bom boş gözlerle baktı yüzüme. Sanki beni görmüyor, kendi kendine konuşuyor gibiydi. Ne söyledi anlayamadım. Sonra birden, kırık, eğri büğrü dişlerini gösterip, etrafı yara içindeki ağzını açarak, gülmek diyemeyeceğim bir sırıtmayla; ‘’sana ne’’ dedi. Alay eder gibi… Bana mıydı tepkisi, yoksa tüm insanlara mı, anlayamadım… bir tek kelimeye, her şeyi sığdırmıştı sanki! ‘’sana ne’’ öyle ya, bana ne! O’nu o duruma iten sebepleri ben mi yarattım veya ben ortadan kaldırabilirmiyim?...Başımı yere eğip sustum. O’na kızamadım, adını bile soramadım. Elimi uzatıp elini tutamadım. Başını okşamak istedim, okşayamadım. Gözlerim doldu ağlayamadım. Sessizce kalkıp ardıma bakmadan, herkese karıştım…
Ayaklarımın beni oradan götürmek istediğini, adımlarımın hızlandığını fark ettim. Kaçmak istiyordum. Herkes gibi… görmemek, duymamak herkes gibi…
Sahile doğru yürüyerek, Kordon’a çıktım. İçerdeki gürültü senfonisini duymamaya çalışarak, bir cafe’nin önündeki boş sandalyeye bıraktım, yorgun ve boş bedenimi!
Denizi aradı gözlerim. Çocukluğumun mavi, gençliğimin koyu yeşili, şimdi ise renginin adını bilmediğim, ne renk olursa olsun, içime huzur veren, şiirlerime ilham olan Ege denizini…
Eyvah denizimiz yok olmuş, O’nu çalmışlar, yerine toprak ve taş doldurmuşlar… İmbatımızı almışlar, önüne set çekmişler! Ya huzur, ya şiirler?...
‘’ Bayan size soruyorum, bir şey istiyormusunuz?’’
‘’ sana ne’’ (takıldım, o kelimeye)
‘’efendim’’
‘’ bir çay, lütfen’’
‘’çay yok’’
‘’ o zaman kahve’’
‘’yok!’’
‘’su?’’
‘’su mu, sek mi?’’
Karşımdaki garsonu ancak fark ettim. Başımda durmuş, ne içeceğimi soruyordu. O’na cevap veren ben miydim, yok sa mavi Ege’nin çocuğumuydu? Bilemedim…
‘’Bir bira lütfen, soğuk olsun!’’ (Nede olsa artık büyüğüm!)
Garson şaşkın, söylenerek uzaklaşırken, artık kendimdeydim…
‘’Gül istermisin abla?’’
Omzumun sağ tarafında küçücük bir yüze inat, kocaman kapkara, bir çift göz bana bakıyor. Sanki sokağın tüm kirini taşıyan küçücük bir el, yarı açmış yarı solgun, O’nun kadar yorgun kırmızı bir gülü bana uzatıyor… ( Saçlarının rengi bu kadar koyumu? En son ne zaman yıkandı acaba? Hangi şampuanı kullanıyor, kremli mi, kremsiz mi?...)
‘’ İstermisin abla?’’
‘’ Kaç yaşındasın sen?’’
‘’Dokuz!’’ (Sana ne demedi!)
‘’ Adın ne?’’
‘’ Duygu’’
‘’Duygu’mu?’’
‘’ Evet’’
‘’ Benim kızımın adı da Duygu, hemen hemen seninle yaşıt. Sen kaça gidiyorsun?’’
‘’ abla istiyormusun’’
‘’ okula gitmiyormusun yoksa?’’
‘’ abla gül alacakmısın?’’
‘’kaç para?’’
‘’ gitmiyorum!’’
‘’ Gül kaç para?’’
‘’ ne verirsen!’’
‘’ peki, bir dakika!’’
Elimi çantama uzattım. ‘’Buyrun biranız. Başka bir arzunuz var mı?’’ ‘’Hayır, teşekkür ederim.’’ Normale dönmüş diyerek, uzaklaştı garson…
‘’ Abla sakız alsana, okul harçlığım için valla!’’
‘’sende kimsin?’’
‘’ne verirsen!’’
‘’ boncuk istermisin abla?’’
‘’ kaç yaşındasın?’’
‘’ yüz bin lira!’’
Birden acı bir fren sesi… ince bir çığlık… bir kalabalık! Ne var? Ne oluyor orada?...
‘’vah vah ezildi çocuk!’’
‘’ olacağı buydu!’’
‘’kendilerini atıyorlar, arabaların önüne… Elleri de kirli, bezleri de’’
‘’sahipsiz bunlar sahipsiiiz!’’
‘’doğurup, atıyorlar sokağa!’’
‘’ sokak çocukları!’’
‘’ ya yaa gitti çocuk’’
‘’ daha bir sürü var onlardan’’
‘’ ya yaa, vah vah’’
…………………….!
‘’Abla sakız?’’
‘’boncuk kaç tane?’’
‘’gül alacakmısın?’’
‘’ sahipsizleeer!’’
‘’ sana ne!’’
‘’sana neeee!’’
‘’sana neeeeeeeee’’
‘’ anne, anne uyan. Sayıklıyorsun!’’
Kan ter içinde uyandım… saat kaç? Boğazım kupkuru, biraz su istiyorum. Yataktan yorgun kalktım. Biraz su, bir aspirin içip tekrar yatağıma dönüyorum. Yorganı başıma çekip, gözlerimi kapatıyorum… Daha güzel rüyalara dalmak ve gördüğüm rüyayı, sabah hatırlamamak umudu ve dileğiyle……
GÜLŞEN KARADAĞ 1996
YORUMLAR
Yazının başlığı dikkatimi çekti ve merak ettim. Neydi Bana ne olan?...Ve kendimi tebrik ediyorum, sizden önce. Doğru karar verdiğim, merak edip okuduğum için...
Ve sizi kutluyorum. Kaleminiz daim olsun...Saygılar yüreğinize.
Gülşen KARADAĞ
Ustad eline yureğine sağlık, Yazınızı okuduğumda çevreye ne kadar duyarsız ve bencil bir toplum olduğumuzun farkına vardım. Bir de dunyada çocuklara bayram hediye eden tek ulus olduğumuzu sağda solda hep söyler ve önürüz. Bayram çocuklarından idaresi yaparız günübilrik kamaralar karşısında değil mi. Ama çocukların sorunlarını görmeyiz daha doğrusu görmek istemeyiz. Bu duyarli içten yazınız sizin sizi kutlarım. Saygılarımla..,
Gülşen KARADAĞ
Çok güzel bir öykü. Usta ve duyarlı bir kalem.. Daha fazla yazmalı, daha çok okunmalı. Sosyal hayatın aslında görev verdiği ve çok şeyler beklediği değerli bir yazar..