Arkadaş Arkadaşın...
Çok klişe bir laftır, arkadaş arkadaşın... “Müstehcen lafların gerisini getirmekten hoşnut değilim.” Evet, klişelikler de zaten gerçeklikleri bir nebze olsun yansıtmaz mı? Yansıtır efendim, yansıtır. Bakın başıma gelenlere de öyle karar verin artık klişe deyimlerinin gerçeklik boyutuna.
Dün sabah uyandığımda ev arkadaşımın telaşıyla karşı karşıya kalmıştım. Ne haşin ne cırtlak bir ses bu Allah’ım... Tipini gören aldanıp 45’lik plak yaparlar bu hatuna. Tepemde dikilip debelenmeye başladı.
-Hadi kalk çabuk git!
-Ne var be ne oluyor? Bu ne halin?
-Çıktı çıktı!
-Ne çıktı be! Allahın cezası azıcık sakin ol. Kafam akşamdan kalma zaten! Beynimde çınlıyor sesin.
-Hapisten çıktı, bitti cezası ve şimdi bana geliyor İsmail.
-İsmail kim be? Eski sevgilin mi?
-Evet, az önce telefonda konuştuk. Şimdi buraya geliyor. Anlasana ya, yalnız kalmalıyız.
-Haaa!... Tamam ya tamam... Gittim ben.
Üzerindeki kıyafetle tam bir ağaç kakan Woody’i andırıyordu. Ne o tüylü şeyler hala anlamış değilim. Zaten üzerinde on saniyeden fazla durmayacak bir kıyafet için bu kadar özenip bezenmek tuhaf gelir bana. İçimden geçenleri bilse kesinlikle oyar beni. Evden aceleci bir şekilde nasıl çıktığımı hatırlamıyorum bile. Ben talihsiz biriyimdir. Okulumu, evimi, arkadaşlarımı ve hatta çevremdeki insanları seçerken – ki seçme şansım hiç yoktur aslında – çok büyük talihsizlikler yaşarım.
Okulumun ismini yanlış okuyup işaretlediğimden ötürü yılda 8bin dolar kazık yemekteyim. Niye mi? Niye olacak İstanbul Üniversitesi yerine, gidip özel bir üniversitenin – şimdi isim vermek olmaz ayıp ya – kodunu yazıp kazandığım için. Ailem de 5.kez ÖSS sınavına girmemi istemediler sanırım, belki de bu kadar aptal olduğumun bilinmesini istemediklerinden 8bin doları afiyetle yiyorlar, yediriyorlar.
Zaten ne olduysa her şey bu okula başladığım gün oldu. Onu da sonra size anlatırım. Şimdi asıl derdim, Suzan’ın telefonuyla benim telefonumun yer değiştirmiş olması.
Talihsizliğin bu kadarı yaşanabilir mi bilemiyorum, ev arkadaşımla aynı cep telefonu markası ve modelini kullanmak büyük bir aptallıktı. Bunu şimdi idrak edebilmem de ayrı bir kargaşa.
Ev arkadaşımdan bahsedeyim, kendisi muzdarip bir aile çocuğudur. Ama görünüşte elbette... Kaç tane sevgilisi var ben bile hatırlamıyorum... Eve gelen gidenin haddi hesabı yok. Şecere tutsaydım, duvara kazımaktan betonu iki kat yüzerdik. Tipik masum görünen ama içinde büyük bir ııııı şey… Şeytan evet şeytanı barındıran bir hatundur kendisi. Güzel olmasına güzeldir, hatta erkek olsam onunla değil aynı yatakta aynı odada kalmak bile beni kalpten götürebilir bir güzelliğe sahiptir. Fakat bu durum benim bir bayan olmamla tam tersine dönüyor. Her sabah o cırtlak sesin guguklu saat misali tam 7.30’da tepemde ötmesinden tutunda… Aynı telefon modeline sahip olmamıza kadar ki süre içinde neler çektiğimi bir düşünün. Neyse ki iyi yemek yapıyor.
Evden çıktığımda karşımda ızbandut tipli herifi gördüğümde anladım zaten, hapis kaçkını sevgilinin o adam olduğunu. Telefonu karıştırdığımı anlamam ise çok sürmemişti, ama geriye dönmeye üşendiğim için ve açıkçası kendi evimin ziline basarken tırsabileceğim fikriyle adımlarımı daha da hızlandırıp tüydüm oradan. Herifteki pazılar – pazıydı değil mi? – öyle sert ve büyüktü ki, değil 4 yanlış 1 doğru aritmetiğini en ufak bir yanlışta üstün çizilebilirdi. Kaçmak her zaman işe yaramaz bir durum olsa da, bu sefer kesinlikle işime gelmişti.
Güne güzel mi yoksa tuhaf mı başladığımın hesabını yaparken kahvaltının iyi gideceğini düşündüm. Evet, aç insan her zaman daha huzursuzdur. Her zamanki gittiğim pizzacının kapısında aldım soluğu. Soluk ki ne soluk, mis gibi pizza kokuları burnuma gelmişken kim düşünür ki şimdi günün muhasebesini?
Elime bir dilim pizza alıyordum ki, telefonun titremesi alıcılarımda veri kaybına sebep oldu. Arayan kişi beni değil, Suzan’ı arıyordu. Suzan… Benim telefonum… Tabi ya!!! Nasılda unuttum, telefonu bende. Zaten şaşırmamdaki sebep telefonun arayan kimliğindeki yazı oldu. “Aşkım:)” yazan bu kimlik konusunda ne yapacağımı şaşırmamın asıl sebebi beni iletişim hizmetleri servis operatörleri haricinde kimsenin aramamasıydı. Zaten aşkım ve bunun gibi sulu hitaplarla rehberimi işgal eden kimse yoktu.
Cevap vermeli miyim, yoksa meşgule atıp tınlamamalı mıyım? Suzan olsa ne yapardı? Bu iki seçim arasında düşünürken istediğim olmuş ve telefon susmuştu. “1 Cevapsız Arama” ne güzel de bilgi kaynağı bu böyle…
Suzan’ın telefonun bende olduğundan haberi yok sanırım. Eğer öyle olsaydı anında arar cırtlak bir ses tonuyla “hadi getir şu telefonu” yinelemeleriyle bombardımana tutardı beni. Neyse ki ızbandut herif onu baya süre oyalayabilecekti. Aslında eve erkek atmasında bir sakınca görmüyorum. Ne zaman evde yalnız kalsak kendisinden tırsıyorum. Renkli cinsel hayatına beni de gökkuşağı renginde sanıp dâhil etmesini istemem. Ben namuslu bir ailenin namuslu bir kızıyım. Yani en azından bu işlerde iyi olmadığım için bu tabir daha uygunmuş gibi geliyor. Bazı günler annemin evime gelmesi beni öyle rahatlatıyor ki. Gerçi anneciğimin namusu da benden sorumlu olduğu bir evde Suzan ve zıpçıktılarından annemi korumak asli görevim. Bir de kendimi…
Pizzamın daha birinci dilimini bitiremeden telefonun titreşimli melodisine artık alışmıştım. Alıştım alışmasına da, bu kızla 5 senedir aynı evdeyim ama hatunun sevgili trafiğine alışamadım. “Sevgilim” diye biri arıyordu şimdide. İsimleri yazmadan nasıl da anlıyor kimin kim olduğunu? Müthiş bir zekâ, müthiş bir yetenek. Eve döndüğümle takdirle kutlayacağım kendisini. Eh ben bu şekilde zırvalarken telefonun susması yine işime geliyordu. Aslında bilerek açmıyordum büyük bir savaş başlayabilirdi en ufak bir hatada.
Dedim ya, kızın aşk trafiği İstanbul’un trafiğinden de yaygaralı. Böyle bir durumda trafik polisi olmak istemem yâda bad’lik amiri. Evet… Her neyse, pizzamı bitirip çıkmalıyım şu yerden, demiştim ki içime pizzayla birlikte şeytanın da girdiğini keşfettim.
Hatunun telefonuna değil dokunmak, yanından geçmek bile kıyamet alametidir. Kim böyle birinin mesajlarını ve kişi listesini görmek istemezdi ki? Hem kime ne zararı vardı bunun?
Zaten okunmayı bekleyen 6 mesajı vardı. Arkadaşım için kendimi feda ederek cevap bile yazabilirdim. Öyle ya, arkadaş arkadaşın bir tarafını kollar. Yâda kollamaz. En azından benim gibiler.
Aşkım, sevgilim, hayatım, İstanbul, cadde bostan… Vb. bir sürü lakaplı insanların attığı mesajlarda klişeydi. Günaydın, nasılsın, özledim falan filan…
Eh arkadaşım şu an meşguldü ve sekreterinin de birilerine cevap vermesi gerekiyordu. Aslında bakarsanız insanların özel hayatlarıyla ilgilenen bir tip değilimdir. Ama konu intikamsa ve azıcık da ruhuma şeytan kaçtıysa, inanın kimse durduramaz beni.
Suzan’a neden mi kızgındım? Birçok sebebi var ama üstesinden gelemediğim tek sorun, sabahları beni 1955’li yıllardan kalma çalar saat gibi her sabah tepemde aynı saatte guguklaşması ve üstüne de bir kova su yutmanın verdiği içgüdüsel hareketler…
Her gece zil zurna sarhoş eve gelmemin etkisi de olabilir. Bilemiyorum ama bu saatin yanında bir kova suyu İSKİ’ mi tedarik ediyor? İSKİ’den tedarik ediyorsa sorun yok, arkadaşım yolsuzluk değil, bana yoldaşlık ediyor. Ayılmam için elbette.
Sizler de her gün bir miktar İSKİ suyunu tadın ve kendinize sevgili adayları bulun! Bulamazsınız… Asla… o pis suyun yıkadıklarıyla ancak lağım farelerine benzersiniz.
Fare dedim de, kedi fare oyunlarına başlamak daha iyiydi o an için. Ve ben de başlamıştım zaten. Tüm mesajlara cevap verdim. Türlü mazeretler uydurdum. Ama hepsi görüşmekte ısrar ediyordu. Hepsi zavallı aşk kurban keçileriydi.
Daha o dakikada karıştırdım kime ne söylediğimi. Evet, artık ispatlanmış bir şey oldu namuslu bir hatun olduğum. Her şey çorba haline geldiğinde ise eve gitme zamanının geldiğini anlamıştım. Eve dönüp çaktırmadan telefonu yerine koymuş ve sakin bir şekilde yatağıma ilerlemiştim ki, zil çaldı.
Gelen kim miydi? Yapmayın, size talihsiz biri olduğumu söylemiştim. Gelen annemdi!!! Suzan ve ızbandut herif içerde sevinç çığlıkları atarken anneme yakalanmak hiç de hoş olmadı doğrusu. Annemin bu türlü yersiz baskınlarına ben alışkınım. Tedbirliyimdir. Fakat ya Suzan? Şimdi anneme çaktırmadan onları nasıl uyaracağım? Kapının deliğinden baktığımda annemi görmek benim de işime gelmedi ama sonuçta o benim annem! İçerideki ateşli iki insan şimdilik umurumda olmayabilirdi. Bari sessiz yapsalar şu işi, diye dua ederek annemi kucakladım. Zavallı annem… Hiçbir şeyden habersiz kızına geldiği için çok mutluydu. Bu mutluluğu sanırım on dakika sonra son bulacaktı.
İçerideki ateşli âşıklar zilin sesinden sonra kendilerine gelmiş olacaklar ki, artık o garip ah uh oh seslerini kestiler. Annem çok yorgun görünüyordu, eh malum on iki saatlik yoldan gelmişti. Ve uyumak istiyordu. Onu odama götürdüm ve yatırdım. Melekler gibi uyu anne, çünkü şu an yapmam gereken tonlarca işim var.
Kapıyı kapatır kapatmaz, Suzan’ın odasına daldım. Ne halde olduklarını düşünmedim bile. Neyse ki sadece sigara içiyorlardı. Suzan’a annemin geldiğini ve herifin gitmesi gerektiğini söyledim ki, tekrar zil çaldı.
Koşturarak kapıya geldiğimde delikten gördüğüm adam hiç de yabancı değildi. Kapıyı açıp kimi aradığını sorduğumda aldığım cevaptan sonra anladım neden yabancı olmadığını. Suzan’ın sevgililerinden biriydi. Telefona yanıt vermeyince merak etmiş ve kalkıp eve gelmişti. Ona dışarıda beklemesini ve Suzan’ın gelip onu göreceğini söyledim. Suratına kapıyı çarpıp yine can havliyle koşarak odaya gittim.
Bir sonu gelmeli bu koşturmanın diye sızlanarak Suzan’ı çekmeleştirip kulağına fısıldadım. Gözleri fal taşı gibi olmuştu. Kendisinin uyuduğunu ve onu görmeye sonra gelmesi gerektiğini söylememi istedi.
Tekrar geri dönüp kapıyı açtığımda ise herif amip gibi çoğalıp 4 kişi olmuştu. Yada o gelenler de Suzan’ın sevgilileriydi ve onu görmeye gelmişlerdi. Bu durumda amip olmaları hakkında çeşitli dualar edebilirdim.
Hepsi arasında kargaşalı konuşmaya başlamışlardı bile. Sesleri apartmanın merdiveninde yankılanırken artık tüm cazibemi kullanıp onları susturmam gerektiğini düşündüm.
“Merhaba beyler, nasılsınız?” gibi saçma bir girişle suratıma bakıyorlardı ki, Suzan nerede nidaları yükselmişti.
“Suzan uyuyor çok hasta, inanın kıpırdayamıyor bile. O yüzden siz yarın gelin. Ama lütfen aynı saatte gelmeyin…” diyerek aptalca sırıttım. Yine de işe yaramamıştı bu söylediklerim. Çünkü hepsi birbirine Suzan’ı nereden tanıdıkları konusunda soru yağmuruna tutmuştu. Biri kız arkadaşı olduğunu söylemesiyle birlikte curcunanın kopması an meselesiydi.
O sırada telefonla mesajlara yanıt verirken ne yazdığımı düşünüyordum. “Sevgilim, öyle hastayım ki, kollarında olmak iyi gelecektir.” “canım, biliyor musun hiç halim yok, evden dışarı çıkmak istemiyorum.” “sanırım biraz yemek yemeliyim” gibi şeylerdi.
Sonradan öğrendim ki, Erotik bir konuşma olarak algılanıyordu. İçeride Suzan ve sevgilisi, en önemlisi de annem dururken kapıdaki heriflerin yok olmasını nasıl sağlayabilirdim?
Arkadaş arkadaşın…. Eeeeeee! Yeter be. Ne geldiyse bu düşünce yüzünden geldi zaten başıma. İsyanlar içindeydim. Kapıya tekrar çıktığımda 4 herife striptiz yapar gibi şirinleşip onların ilgilerini dağıttım. Birisinin yakasını birisinin de saçlarını okşadım ve Suzan değildi, bendim size onları yazan dedim. Böylelikle ne kadar dost canlısı olduğumu da ispatlamış oldum. Tam o sırada, ki heriflerden biri o güzel kalçalarımı okşuyordu, Suzan’ın kapıyı açması bir oldu.
Sevgili ev arkadaşım, sevgililerini ayarttığımı düşünmüş olacaktı ki tiz sesiyle olağanca gücüyle bağırmaya başladı. Elimde heriflerle kalakaldım öylece.
Gürültünün ve bağrışmaların arasından annemin sesini duyduğumda kıyametin tam da o an kopması için inanmadığım tanrıya dualar etmeye başladım!
Suzan ve saz takımı, annem ve ben…
Bundan sonra ne mi oldu? Ne olacak, Suzan evi terk etti sanırım sevgililerini de… Annem yaptığım şeyin ar namus seviyesi ile ilgili nutuklar atarak eve geri döndü. Üstelik o yılın sonuna kadar da kuruş para koklatmayacağına yeminler etti... Ben mi? Suzan’ın bir hışımla kaçtığı evde, onun telefonuyla başbaşaydım artık.
Elimde telefon, kafama balyoz düşmüş bir insan evladı olarak oturma odasındaki koltuğumda öylece oturuyordum. Olanları idrak edebilmek için… Düşündüm de yazmak daha kalıcı olacaktı… Bir hışımla bilgisayarımı açtım ve başıma gelen bu olayı yazdım.
Şey… telefon ve zil aynı anda çalıyor… Cevap vermeli miyim?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.