8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1467
Okunma
Dünya hayatı dediğimiz bu alem; üç günlük bir düş ve bir ağaç altında gölgelenmek kadarda kısadır...Böyle olması ne kadar acı bir insan için öyle değil mi? .
Evet,şu fani alemi anlatırken işte böyle ifade eder O’ gönüller sultanı Rasulümüz Aleyhisselam bizlere. Hakikatte de öyle değilmidir zaten? .. Bir anlık düş ve bir kirpiğin gölgesinde gizlenmiş gizli bir sırdır hayat dediğmiz bu sonlu maraton koşusu. Sonsuz bir zamanmış gibi koşuştururuz her gün oysa. Telaşımız ki o, hiç renk değiştirmez asla ve hep bir yerlere amansızca ulaşmaktır tek derdimiz. Zamanıda ağlatırız farkında dahi olmadan çoğunlukla.
Ne kıymetli bir hazinedir oysa, esrik bakışlarımızda tükettiğimiz görünmez ve tutulmaz o cevher olan vakitlerimiz. Bir an olsa ve bir kez,yalnız bir kez olsun bize anlatsa...İşlermi ruhumuza varlığın anlamı o vakit acaba.
Açınca gözlerimizi her yeni bir sabaha aldatıcı bir ışıktır o gün esrarla büyüyen ruhumuzda. Kapatınca göz kapaklarımızı her yeni bir gece,algılayamadığımız bir karanlıktır saran benliğimizi sislice. Dinleriz bazan içimizde amansızca kendimizi ve tam bulacakken bir an, hafakanlar sarar bulduğumuz gerçeğimizi. Kaçarız iddetle kendimizden ve yılarız çoğunlukla benliğimizden.
Karabasanlar koşturur ardımızdan sanki, kan ter içinde kalıp bitap düşeriz yorgunluğumuzdan. Kimimiz yalın koşarız bu dergah-ı alemde,kimimiz de sırtında tonlarca yükle...Yükün ağırlığınca ağırlaşır farkında olmadan adımlarımız. Öyle ki; dizlerimizden vuruluruz ve yığınlarca kana böleniriz hissine dahi ermeden hiç birimiz...
Hissizmiyiz? İnsanlığımızı yitireli kaç zaman oldu farkındamıyız? Gözlerimiz her şafak vakti ilişirde güneşe, neden ısınamaz bir türlü yorgun ruhlarımız. Güneş dirirleremi can olur sadece? Peki bizler ölülermiyiz?
Nasıl kuruldu bu alem? Kainatı inşa eden kim? Madde madde anlatıp emanet bırakan nerede şimdi? Emanete en son hiyanet eden hangimiz olduk? Bu mirasın sahipleri kimlerdi? Ve kimler bu handa var olup kimler vedasız göçüp gitmişlerdi?
İnsan! .. Yani,Eşre-fi mahluk dediğimiz yaratılmışların en üstünü olan o varlık... Gerçek tabirle ne kadarda aciz ve bedgindir oysa...Yudum yudum günah içer her gün ve kalbi dergahını katrana bular nihayet günbe gün.
Kavgalıdır kendisiyle her daim ve sonu gelmez ihtirasların esareti içinde bir sarhoştur çoğu zaman. Bazan kaybetmenin en dibinde çırpınır,bazan kazancın en zirvesinde çıldırır ve ziyan eder öylece varlığını, tükenmez sandığı ömrünü. Yalnız ve hep o vardır gördüğü her yükseklikte çünkü. Yoktur ondan ötesi yükseldiği o zirvelerde. Ama yinede, nankördür ve açtır hep. Aldıkça daha çok almak,buldukça daha çok kendinde birikmek ister.
Aynada her sabah gördüğü yüzüne bir bıkkınlık gelir bazı zaman. Usanır belki yaşamından ve isyana sürüklenir sonra ardından. Ne gördüğü o güzel yüzü, ne de serveti beş para etmez gözünde. Bilir çünkü, gerçeği değildir gördüğü bu insan. Bir aldanma ve aldatılmadır ruhunda dolaşan hilkati o an. Farkında olmamış gibi görünsede, gerçek olmadığınında farkındadır artık. Bazan bir güzellik merkezinde bulur kendini,bazan ünlü bir kuaförde döker son kirini belki. Düzeltir, orasını burasını...Yeniler sözde kendini... Ama gördüğü o,kendi değil ki! ...
Acı nedir sizce? Şeklini hiç görmediğimiz bu güç nasıl canımızı amansız yakabilir böyle? Peki sevgi nedir? Şekli nasıldır onun? Onlarca hekimin başaramadığı bir ızdıraba nasıl bir merhemdir sevgi?
Öfke nedir? Nasıl bir anda çıldırır insan...Ve bir cani gibi insan boğazlar olur yine başka bir insan? Şeytanı bir kez görebilseydi kul, bir cana kasdedebilirmiydi tüm hıncına rağmen?
Sorguladık mı hiç kendimizi. Keşekelrimizi. Boşuna yaratılmamış olan bu alem ve görevlerimizi. ’Her biriniz bir çobansınız ve güddüğünüz sürüden sorumlusunuz’ derken o sevgililer sevgilisi,sürüleri başıboş bırakamanın vebalini ölçtükmü hiç ve bildikmi çaresizliğmizi.
Evet; çaresizlik. Çaresizlik çağında var olduk bizler takdiri ilahi emri ile belki. Şükürmü bu hale peki? Şükretmelimiyiz bu azgın gurbetin ızdırabına ve firkatin yangınına. Var olsaydık o gün ve bulunsaydık sevgilinin dizinin en dibinde bir an. Diz çökseydik tüm sapkınlıklarımıza rağmen önünde ve adımıza bir dua dilenseydik bir zerre olsa.
O günden böyle haberdar olupta, bu gün ondan bu kadar uzak yaşamaya katlanmak vefasızlık değilmi, o güzeller güzeli Habib-i Kibriya Efendimize. ’İkra Bismirabbikellezi alak’ (yaradan Rabbinin adıyla oku) mu? demeli yoksa bizimde ruhlarımıza birisi.
Beklediğmiz O’ kim ki?
Dara düşünce Allah diyenler, aslında Allahı hiç tanımayan ve bilmeyenlerdir. Hatırlamak unutmanın getirgesidir çünkü. Yalnız dar da kalınca değil,zamanın her karesin de Allahı bilmek,Allahı anmak ve Allah ile yürümek lazımdır hayatta...
’Rabbim! ’ dedim, derin bir acıyla...’Buyur kulum, arzun ne? ’ dedi bana.
’Tut elimden ne olur,tükeniyorum bak’bittim ben’ dedim.! Yettim dedi sana kulum,tut kudret elimden işte.
’Yürüyerek gelebiliyorum ben sana’ dedim. Üzülme ’koşarak gelirim ben’ sana dedi.
’Sevdim ben seni hep,sende sev beni’ dedim. ’Sevmiş olmasam, istemeyi verirmiydim ben’ sana dedi bana.
Aşkla geldim ben sana, cenneti bırak avuçlarıma dedim ben...
Al işte sana dedi...Aşkla Aşkla Aşkla....