KENDİ TUZAĞINA DÜŞME
Çiçeği burnunda Dr. Nergis Hanım’ın, hastaneye tayininin üzerinden aylar geçmişti. Nergis Hanım, orta boylu, zarif, incecik, gencecik, yeni mezun bir doktordu. Kızıl kestane rengindeki saçlarını, arkadan sımsıkı toplar; bu şekilde iri, ela gözleri, beyaz teninde iyice ortaya çıkardı. O, çok çalışkan ve sevecen biriydi. Bilgili ve olgun tavırları, dikkat çekiyordu. Hoş sohbeti tatlıydı. Kendinden en az on, on beş yaş büyük olan mesai arkadaşları, yemeklerde onunla bir araya gelmeyi ve kısa aralarda kahve molasında onunla beraber olmayı isterlerdi. Çok ağırbaşlıydı ama seyrek olsa da yaptığı nüktelerle, herkesin havasını değiştirmeyi başarırdı.
Bir gün, her zaman olduğu gibi öğle yemeği sonrasında doktorlar, başhekimlikte toplanmış kahvelerini yudumluyorlardı. Aralarında geçen gece, hastanede kedi büyüklüğünde kocaman bir fare görüldüğünü hararetle konuşuyorlardı. Hastane Müdürü’yle, farelerin önünü nasıl alacaklarını tartışıyor; hasta yakınlarının, hastaneye yiyecek sokmalarını kontrol altında tutmanın yollarını, gözden geçiriyorlardı. Aralarında bu konuşmalar geçerken, hekimlerden biri:
—Ben fareden çok tiksinirim.
Diye, ortaya atıldı. Bir diğeri de:
—Niye yalan söyleyeyim?
—Mertçe itiraf etmem gerekir ki fareden ben de korkarım.
Dedi. Nergis, aralarındaki tek bayandı. Bir an herkes, sözleşmiş gibi gözlerini onun üzerinde toplayarak:
—Ya sen, sen de farelerden korkar mısın?
Diye, ona soracak oldular. Nergis:
—Ben Allahtan başka hiç bir şeyden korkmam!
Diye, net bir tavırla cevap verince doktor arkadaşları:
—Nasıl yani, hiç korktuğun bir hayvan dahi yok mudur senin?
Diye, üstelediler. Nergis, kendinden emin bir tonda:
—Evet, ne korktuğum, ne tiksindiğim hayvan yoktur benim. Ben doğaya, bütünüyle hayran ve sevgi dolu biriyim!
Diye, tekrarladı. Herkes, onu süzerek kinayeyle gülüşmeye başladı. Başhekim:
—Nergis Hanım söylüyorsa, söylediği külliyen doğrudur.
Diye, Nergis’e arka çıktı. Daha sonra doktorlar, gülümsemeler içinde dağılıp görevlerinin başına döndüler.
Aradan birkaç ay geçmiş; baharı müjdeleyen güneşli günler, sıcaklığıyla etrafı canlandırmaya başlamıştı. Baharın kışkırttığı tazelik ve heves, insanın içini kıpır kıpır ediyordu. Nergis de o gün, hastane kapısından içeriye, her zamankinden daha enerjik bir tavırla girmişti. Ağırbaşlı adımlarını, ayakkabısının kısa topukları ses çıkarmasın, hastalar rahatsız olmasın diye hızlı fakat yere çok vurmadan temkinlice atıyordu. Etrafında gördüğü herkese, neşe içinde “günaydın!” diyerek odasına doğru ilerliyordu. Bir anda ensesine “küt!” diye bir şeyin çarpmasıyla ne olduğunu anlayamadan şaşırdı ve irkildi. Atılanı, yıldırım gibi bir hamleyle, eliyle kıs kıvrak kavrayıp yakalaması an meselesi oldu! Hiç göremeden atik bir refleksle, başının altında avladığı soğuk nesnenin ne olduğunu çok merak ederek önüne doğru getirip baktığında, grimsi boz küçük bir fareyi parmakları arasında tuttuğunu şaşkınlıkla fark etti! Aniden yarım bir daire çizerek olduğu yerde arkasına hışımla döndü. Beşuş beşuş gülen Müdür Bey’den başka kimsecikleri etrafta göremeyince, fareyi, gerisin geriye, sahibine iade etti! Üstüne fare fırlatılan Müdür Bey, ufak tefek cüssesiyle aniden düşüp yere serildi. Müdür Bey, korkudan mı nedir bayılmış gibiydi? Nergis’le birlikte koşup çevresini saranlar, Müdür Bey’in başında halkalandılar. Fare de ölmüş müydü neydi? Yerde, hiç kıpırdamadan öylece tortop yatıyordu. Nergis, farenin yanına gidip dikkatlice baktığında, müdüre geri attığı farenin, çok iyi taklit edilmiş yapma bir fare olduğunu hayretler içinde gördü. Fareyi, eline alıp kuyruğundan sallamaya başladı:
—Hele bakın, bakın!
—Bu fare sahteymiş!
Diye, fareyi, sallamaya devam ederek mesai arkadaşlarına doğru tutuyordu. Ama etrafındakiler Nergis’in elindeki fareden ürkmüş görünerek adım adım, yavaştan geriye doğru çekiliyorlardı.
Müdür Bey’in beti benzi, iyice atmıştı. Yerde kaskatı yatmaktaydı. Genç müdürün yüzüne, bir iki defa nazikçe fakat okkalı bir tokat atan Nergis Hanım, biraz da getirilen sudan onun çehresine bolca serpiştirince, Müdür Bey, gözlerini, birkaç saniye içinde araladı ve kendine gelmeye başladığında rahatlayanların, uzun süredir tuttukları kahkahaları, bir anda boşalıverdi. Müdür Bey, sabah erkenden, hastaneye gelir gelmez, günlerdir arayarak zorlukla bulduğu yapma bir fareyi, etrafında topladığı personele göstermiş; onlarla anlaşmış ve Nergis Hanım’a ‘1 Nisan şakası’ yapmak istediğini, herkese önceden haber vererek beraberce bu kumpası kurmuşlardı. Hem eğlenmek istemişler, hem de “Allahtan başka kimseden korkmam!” diyen Nergis Hanım’ı, bir taşla iki kuş vururcasına sınamak istemişlerdi. Doktor Nergis, her zamanki saatinde kapıdan içeri girerken onun gelişini pusuda bekleyenler, ortalıktan toz olup olacakları izlemek üzere pusuya yatmışlardı. Müdür Bey, attığı farenin yapma olduğunu bile bile arkasından Nergis Hanım’a fırlatmıştı ama Nergis Hanım’ın verebileceği ani tepkiyi hiç hesap edememişti. Biçare müdür, hiç beklemediği bir anda fareyi kafasına yiyince çılgın gibi korkmasının önüne geçememiş; kendi kurduğu tuzağa, kendi düşüvermişti.
Bu olay, uzunca bir müddet dilden dile düşmüş, o günden sonra hastanede herkes, Nergis Hanım’ın, hiç bir şeyden korkmadığını söylerken, sözünün eri olduğunu, yaşayarak anlamış ve cesaretine hayran kalmıştı.
"Yaşamda Yolculuk" 2009
Ayşe Yarman Öztekin
(Hikaye kitabıma konu olan 1 Nisan şakası aynen yaşanmıştır.)
YORUMLAR
Bu yazıyı okumamıştım ama geç de olsa okumanın sevincindeyim. Aslına bakarsanız Nergiz Hanım çok doğru söylüyor, Bence hayvanlardan korkacağımıza insanlardan korksak daha iyi ederiz.
Ben de ne gördüğüm yılandan, ne fareden, ne köpekten korkmam. Sokağa çıktığımda, hemen etrafımı 5-6 köpek sarıverir. Onlarla konuşmaktan mutlu olurum. İnsanları çıkarsız severler.
Güzel bir yazıydı Ayşe Hanım kutlarım...
sevgilerimle...