- 1135 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Portakal Çiçeği
Gece saat ikiye geliyordu. Uyuyan otobüs yolcuları, otobüs koltuğu rahatlığının izin verdiği ölçüde rüya görenler, aynı otobüste vuslatın heyecanı ile firakın acısını yaşayanlar, iki büyük duygunun koltuk arkadaşlığı.
- Kaç numara?
- 24
- Beyefendinin yanı…
Beyefendi kim.. Nasıl bir hayat yaşar, neye inanır, ne iş yapar, bu -muavin nezaretindeki- koltuk arkadaşlığı bana ne katar… Bütün bunları düşünürken geçen zaman, bitmeyen yolun tükenmesi. Düşünceler düşünceler.. Gündüz olsa insanların yüzündeki bu ifadeleri gene yakalayabilir miyim? Yoksa kusurları mükemmel derecede örten gece insanların maskesini de -özelliklede uyurken -kaldırıyor mu? Şu yan koltukta oturan amca hep böyle gamsız mıdır? Yüzünde ki kırışıklıklar söylemediklerinin izlerimi yoksa.. Muavin hep sakin kalmayı başarabiliyor mu güneş doğduktan sonra. Ya şoför, hep böyle konuşma isteği var mıdır acaba? Gece sessizliğinin, otoban hız sınırlarının izin verdiği ölçüde muhabbetin belini kırdığımız şoför beyamca yarın görse tanıyacak mıdır beni bilinmez ama sırf gecenin hatırına durdu yolun ortasında. Otogardan başka yerde yolcu indirmek yasakmış ne gam, saat gecenin ikisi birader, gece kusurları örtüyor dedik ya…
Durdu otobüs, indim aşağı. Birkaç saatlik zorunlu arkadaşlıklar edindiğim ve aslında her seferinde farklı hayatları tanımanın –ki büyük çoğunluğu bir mimik ifadesine yazdığım hikâyeler olsa da- tadını çıkarırken gecenin sessizliğinde aldım o kokuyu. Beni benden alan, her şeyi unutturan şimdiye ait, çok şeyi hatırlatan eski zamanlardan kokuyu. Sebepsiz ağlayacak gibi oldum, uzun zamandır tatmadığım huzur doldu ciğerlerime havayla birlikte.
Alıp çocukluğuma götürdü beni. En büyük günahın içimden ettiğim –çoğunun anlamını bilmeden- küfürler olduğunu sandığım, günahla tanışmadığım günlere. Ömer Seyfettin’in “Primosu ” olmak istediğim, hikâyenin devamını kendi kafamdan her seferinde farklı olarak ama her seferinde başrolde ben olacak şekilde yazdığım günlere. Ödevlerimi yapmadığım zamanlarda hasta olduğum okula gitmemek için bin bir yalan uydurduğum, okulda deli gibi koşarcasına top oynadığım ama annem görüyormuş hissine kapılarak korktuğum günlere. Okul harçlığına bir portalin – cam şişede- bir simit alabildiğim bugün nerden olursa olsun hiçbir simit de o tadı bulamadığım günlere..
İlk gençlik yılları geldi aklıma nedense. Hani değiştiğimi hissettiğim ama neyin değiştiğini anlayamadığım zamanlara. Her kış grip her bahar âşık olduğum, bir silgi alırken ön sıradan eli elime değince sevdiceğimim gün boyu ayaklarımın havada gezdiği, sabahları mutlu uyandığım, az uyusam da uykumu aldığım tuhaf zamanlara. Geçmiş de kalmış güzel günlere götürdü beni uzun lafın kısası anlatmaya mecal getiremediğim, kıymetini bilemediğim ve hatta bugün tekrar gitsem o günlere ihtimaldir ki kıymetini bilemeyeceğim. Öyle günlere götürdü ki beni kelimelerin anlatmaya takat getiremediği, bunu okuyan herkesin gönlüne dolsa da yağmur tadında anılar asla tam olarak ifade edemeyeceği, belki bir hoş muhabbet sebebi olsa da bu yazı muhabbetin sonunda genzinizde kalan tortular arasında hala anlatamadıklarınızın farkına vardığınız o muhteşem günlere.
Hiçbir Fransız yapımı parfümde bulamayacağınız o eşsiz koku dolarken hatıralarımın ara boşluklarına serin bir rüzgârla sıyrıldım anılardan ve döndüm gerçeğe. Her şeyiyle kirlenen dünyada – ki kirlenmenin benim büyümemle alakalı olduğuna inanırım- bu koku nasıl korudu saflığını bilmiyorum ama teşekkürler portakal çiçeği, yazdıklarımdan başka onlarca hatıra, sebepsiz bir damla gözyaşı, boğazımdaki düğüm için. Sen kokmaya devam et mutlaka O’ da alacaktır kokunu bir yerde ve anacaktır belki beni. Tekrar teşekkürler portakal çiçeği ve gece…….