Meçhule Yazılmış Mektuplar-35
Bugün, günlük güneşlik bir hava var. Mevsimlerden ilkbahar. Sen yoksun ya!İçimde sonbahardan kalma kırıntılar. Bu yüzden olsa gerek, günlük güneşlik şarkılar söyleyemiyorum.
Yokluğunda ,gönlümü az da olsa avutuyor erguvanlar. Biraz da yâdımda kalan ışıltılı bakışınla teselli oluyorum. Kuş cıvıltıları da yarama ve hüznüme ekilen tuz biber oluyor hasret girdabında. Gamzen de hep yâdımda. Gül sözcüğü öyle yakışıyor ki dilime pelesenk adına...
Dağarcığımda, sana hâlimi tam olarak yansıtabilecek sözcük yok. Mesafeler de iklimin gibi meçhul. Nerelerdesin? Hasretin içimde ateşler misali tutuşurken, fiziken ne kadar uzağımdasın bilemiyorum. Ne yazsam yarım ne söylesem nafile. Tüm bunları bile bile sana yazmaktan vazgeçemiyorum.
Bilmiyorum, daha ne kadar mektup yazacağım, meçhul ve muhayyel iklimlere. Sana yazmak tutkusu kolay kolay yakamı bırakacağa benzemiyor. mektuplarım eline geçmese bile yazıyorum...
Sana yazmanın zamanı ve zemini de yok. Bazen bir gece yarısı , bazen sabah erken , yahut bir ikindi deminde. Sen varsın dört yöremde. Öyle bir hâldeyim ki sözcükleri de gelişi güzel seçiyorum. Şayet adresin meçhul olmasa, eline geçse mektuplarım, bunu sen de görürsün.
Hani, bir şarkı var ya “Baharın gülleri açtı, ah yine mahzundur bu gönlüm!”diye. Ben senin hasretinle dört mevsim mahzunum. Hep bir beşinci mevsim arıyorum senin soluduğun. En azından, nefes alıp verdiğine dair bir iz, bir emare bekliyorum. Beklemekten ben yorgunum, kalemim yorgun. Yorulmadan, hızla geçip giden bir zaman var.
Zamana hükmümüz geçmiyor biliyorsun. Meçhul iklimleri abat ettiğin yeter artık. Dön gel, hasretle, iştiyakla , ihtirasla bekliyorum…
Ankara,14.04.2010 İ.K