Mektup
“Gerçekleri kabullenmek, bir yalanı kabullenmekten daha zordur…”
Gözlerimi kapattığımda gerçeklere, tıpkı her zaman yaptığı gibi, her zamanki yerinden beni izliyor. Rüyalar misafir olduğu, yıldızlara bezenmiş bir gökyüzü penceresinden. Lakin gözlerimi tekrar açtığımda gerçeklere, uzaklaşıyor birden, tüm perdeler kapanıyor yüzüme.
Kabul etmeliyim, tren garının bir köşesine isteksizce bırakılan ve yakasına bolca hasret iliştirilmiş bir miktar gözyaşı kadar uzağım ona.
Bir gün uyusam ve bir daha hiç uyanmasam diye düşünüyorum. Firar etsem gökyüzünün pencerelerinden birine. Hatta yıldızlara en yakın olanına ve en güzeline. Hayır, bunu yapamam. Onun tenine bir kez olsun dokunmadan bunu yapamam.
Korkuyorum karanlıkta tek başına kalmış bir çocuk gibi, çok korkuyorum. Benden uzakta, benim sevgimi ve beni yanında göremediği zaman burulur diye korkuyorum. Ondan uzaktayım diye bana kızar da, gözlerinden bir damla yaş süzülür o pespembe yanaklarına diye korkuyorum. Aslında her şeyden öte, en çok da beni unutmasından korkuyorum.
Bugün ona bir mektup yazdım.
“Merhaba Sevgilim,
Nasılsın? Beni merak etme, çok iyiyim. Gözlerim her zamankinden daha canlı bakıyor hayata, sana kavuşacağım günü hayal ettiğimden.
Umudunu bir şarap şişesinin içine sıkıştırmış ve ucu bucağı olmayan okyanuslara bırakmış bir adam düşün bugün. Merak etme, o adam ben değilim, hiç olmadım. Ben, o şişenin dibindeki küçük not kağıdıyım sadece. Yerimin oldukça dar olduğu söylenebilir. Ne gideceğim yer belli, ne de sırrımı kimlerin bileceği. İçindeki sır, tek bir kalpte gizli sadece.
Sakın bana o kalbe sahip olan kişi kim diye sorma güzel gözlüm. Bu mektubu okurken yanaklarından aşağı yaşların süzülmesine sebep olan, bu mektubu okurken ellerinin titremesine sebep olan ve aklını alıp uzak diyarlara, terkedilmiş ve uçsuz bucaksız bir kasaba yeşilliğinde huzurlu bir gezintiye çıkaran bir kalp.
Sana yerini tarif edeyim ister misin? Fazla uzak değil. Kafanı yavaşça eğ ve sol yanına bak. Ne kadar da hızlı atıyor değil mi? Eee, bu sırrı taşımak kolay değil.
Sırrı merak etmiyor musun? Tamam, tamam söylüyorum.
Seni seviyorum…”
Aslında ondan bir cevap beklemiyorum. Uzun zamandır da ondan tek bir mektup bile alamadım zaten. Bu aralar dersleriyle biraz fazla meşgul sanırım. Çok çalışıyor. Bunu çok dert etmiyorum kendime. Nasıl olsa o okulunu bitirince kavuşacağız.
Başım çok ağrıyor.
…
Tam on altı saattir uyuyormuşum. Doktorlar öyle söyledi. Bunu ilk duyduğumda onların yanıldıklarını ve bana yalan söylediklerini düşündüm. Ama duvardaki saatin akrep ve yelkovanıyla aram gayet iyidir. Onların gözlerinin içine baktığımda inandım. Onlar bana asla yalan söylemez.
Garip! Normal bir insan bir gün içinde on altı saat uyuyabilir mi? İyi ama ben normal değilim ki. O halde bir problem yok.
On altı saatin tamamında onunla birlikteydim. Ara ara gidip üzerini değiştirdi ama olsun, ben onu her haliyle seviyorum. onun her hali bir başka ömür benim için, onu her gördüğümde yeniden doğuyorum.
Aslında neden üzerini değiştirdiğini anlamadım ama çok fazla da sorgulamadım. On altı saat boyunca üç farklı kıyafetle konuştu benimle.
Önce büyük bir taşın üzerinde uyandım. Sonra o geldi. Simsiyah bir kıyafet vardı üzerinde. Hava da oldukça kasvetli ve karanlıktı. Yağmur yağıyordu. Kapüşonunu takmıştı. Elinde de uzun, orak gibi bir şey tutuyordu. Derslerinde kullandığı aletlerden biridir herhalde diye düşündüm.
Sadece simsiyah gözlerini görebiliyordum. Gecenin en zifir vakti gibi kapkara ve karanlık gözlerini. Onu ilk gördüğümden farklı bakmıyorlardı. Beni seneler önce kendine aşık eden kadının gözleriydi bunlar. Beni kendine kul, beni kendine köle eden o simsiyah, o karanlık bakan gözler.
Sonra yanıma oturdu. Başımı omzuna koydum. Onun omzunda uyuyakalmışım sanırım. Gözlerimi açtığımda o hala yanımdaydı. Gitmemiş olması beni çok sevindirdi, rahatladım. Ama bu kez bembeyaz bir kıyafet giymişti üzerine. Saçlarını dağıtmış ve kulağının arkasına da bir papatya sıkıştırmıştı.
Gözlerimi ilk açtığımda öldüğümü ve bir meleğin omzunda uyuduğumu zannettim. Lakin o da bir melekti. Tanrıdan bağımsız ve yalnızca aşkı, yalansız aşkı simgeleyen.
Etraf iyice aydınlanmıştı artık ve güneş en samimi sıcaklığıyla gülümsüyordu bize. Alabildiğine yemyeşildi her yer. Uzaklardan çiçek kokuları geliyordu burnuma buram buram. Onunla birlikte çimlere uzandık. Başını göğsüme koydu ve bu kez o uyuyakaldı. Çok geçmeden ben de teslim kendimi onun kollarında uykuya. Hiç olmadığım kadar huzurlu ve rahattım.
Gözlerimi tekrar açtığımda onu yanımda göremedim. Bir an beni bırakıp gitti diye çok korktum. Sonra o mucizevî güzelliğiyle çıkageldi bir ağacın arkasından. O kusursuz bedenini sapsarı bir elbisenin ardına gizlemişti bu kez.
Sarı, aşkın rengiydi. Saf ve yalansız aşkın.
Ağır adımlarla yanıma sokuldu. Yanağıma bir öpücük kondurmak için üzerime doğru eğildi. Gözlerimi kapatıp o anın keyfini çıkardım. Bir kutup rüzgarı kadar soğuk ama üşütmeyen, bir temmuz öğlesi gibi sıcak ama yakmayan. Ama bir yandan da hem içimi eriten, hem kanımı donduran.
Tekrar geleceğim deyip yine ağır adımlarla uzaklaştı yanımdan. Ona gitmemesini, benimle kalmasını söyledim ama dinlemedi beni. Çimlerin üzerine bıraktım kendimi. Gözlerimden birkaç damla yaş süzüldüğünü hissedebiliyordum. Çimlerin üzerinde uyuyakalmışım.
Tekrar gözlerimi açtığımda uzun süredir yattığım bu tek yataklı hastane odasındaydım. On altı saat bana, sadece on altı dakika gibi gelmişti.
Ne yapacağımı bilmiyorum. Onu çok özledim.
Başım çok ağrıyor.
…
Bugün saçlarımı kestiler. Sıfır numara. Yani kel oldum. Ama yine de bunu neden yaptıklarını bilmiyorum. Doktorlar bana hiçbir şey anlatmıyor.
Merhaba akrep ve yelkovan. Nasılsınız bugün? Lütfen öyle durmayın ama. Hareket edin biraz. Uyku vaktime daha çok var ve ben bir an önce uyumak istiyorum. Güzel gözlüm rüyalarımda beni bekliyor.
Bugün doktorlar saçlarımı kesmeden önce ona bir mektup daha yazdım.
“Merhaba Meleğim,
Derslerinin seni ne kadar zorladığını, ne kadar yoğun olduğunu tahmin edebiliyorum. Onca sıkıntının arasında bana vakit ayıramıyor oluşunu anlayışla karşılıyorum ve üzülmüyorum, merak etme. Nasıl olsa okulunu bitirince yanıma geleceksin ve bir daha hiç ayrılmayacağız. Ben sabredebilirim. Zaten her gece rüyalarımda seninleyim. Ama akrep ve yelkovan da biraz yardımcı olsa hiç fena olmayacak. Onlar aşktan anlamıyor.
Sabah işe gitmek için uyandığında, sevdiği kadını uyandırmamak için sessizce hazırlanan ve evden çıkarken küçük bir kağıda not yazıp, kendi yastığının üzerine bırakan bir adam düşün bugün. Merak etme, o adam da ben değilim. Ben o kağıtta yazılı olan notum yine meleğim. Ve o notun sahibi, o kağıtta yazılı olan şeyi görebilecek tek insan da sensin.
Bak, o notu bu kağıdın altına yazıyorum.
Seni seviyorum…”
Bana mektup yazar mı yazmaz mı bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, bu ara dersleri çok yoğun, kafasını kaldıracak vakti yok, eminim. Olsun, o okulunu bitirecek ve tekrar eski günlerdeki gibi birlikte olacağız hep, bundan hiç şüphem yok. Onu bir daha ömrümün sonuna kadar bırakmayacağım.
Başım çok ağrıyor.
…
Dün gece rüyama gelmedi. Onu üzmüş olabileceğimi düşünüyorum. Sanırım, geçen geceki rüyamda onun yanında uyuyakaldığım için kırıldı bana. Ama o tekrar rüyalarıma gelmeden ondan nasıl özür dileyebilirim ki?
Ona bir mektup yazmalıyım.
“Merhaba Prensesim,
Hani geçen gün demiştim ya sana, her gece rüyalarımda seninleyim diye. Son gördüğüm rüyada senin yanında uyuyakalmıştım. Bu davranışım mı kırdı seni, bu yüzden mi dün gece rüyama gelmedin?
Lütfen beni bağışla. Seni çok özledim.
Bugün doktorlar beni tartılmaya götürdüler. Gün geçtikçe zayıflıyormuşum. Onlara, senin özleminden bu durumda olduğumu söylüyorum ama bana inanmıyorlar. Başka türlü şeyler söylüyorlar sürekli. Olsun, ben de onlara inanmıyorum.
Meleğim, ben sadece senin ağzından çıkan sözlere inanırım. Senin ağzından çıkan her kelime benim ibadetimdir. Tek bir kelimen, beni öldürmeye de yaşatmaya da yeter. Sen mabedimsin ve bildiğim tek dua var benim.
Duymak ister misin? Tamam, söylüyorum.
Seni seviyorum…”
Sanırım bu mektubu okuduktan sonra beni affedecek. İçimde beni affedeceğine dair çok kuvvetli bir his var.
Doktorlar geldi. Yarın yine ameliyata girecekmişim. Ama bu ameliyat, diğer girdiğim ameliyatlardan çok daha farklıymış. Çok riskli olduğunu söylüyorlar. Ama umurumda bile değil. Kalbimi benden almadıkları sürece bir problem yok.
…
Bugün çok erken kalktım. Ameliyatıma daha altı saat var.
Dün gece yine rüyama gelmedi. Sanırım bana gerçekten çok kırıldı. Ama ne yapacağımı hiç bilmiyorum.
Ona bir mektup yazdım yine. Ona postalamaları için doktorlardan birine verdim. Neyse ki mektuplarımı gönderiyorlar.
“Merhaba Bebeğim,
Beni neden bağışlamıyorsun? Lütfen bana bu azabı çektirme, sana yalvarıyorum. Seni o kadar çok özledim ki. Gün geçtikçe tükeniyorum.
Bugün ameliyata gireceğim. Doktorlar bu ameliyatın diğerlerine göre farklı ve çok riskli olacağını söylüyorlar. Ama bunu onlara da söyledim bu umurumda bile değil. Kalbimi almadıkları sürece hiçbir şey umurumda değil. Ben seni oraya gizledim ve onu benden hiç kimse alamaz.
Haftada iki kitap bitiriyorum bir tanem. Canım sıkılıyor. Başka yapacak hiçbir şeyim yok, her şeyden öte sen yoksun. Okuduğum kitaplarda sadece bir kelime dikkatimi çekiyor ve sadece bir kelimenin altını çiziyorum.
Seni seviyorum…”
…
Ameliyata sadece bir saat kaldı. Doktorlardan biri bana bir mektup getirdi. Çok heyecanlıyım.
Nasıl bu kadar hızlı cevap yazabildi ki bana? Neyse, bunu düşünmüyorum. Sonuçta yazdı. Bunca zaman sonra onun bana yazdıklarını okuyabileceğim.
Kalbim yerinden fırlamak üzere. Mektubu açarken çok özen gösterdim. Bu mektup benim için çok değerli ve onun tek bir parçasına bile zarar gelsin istemiyorum.
Dünya durdu ve herkes benim bu mektubu okumam için sustu sanırım. Şu an elimdeki mektuptan başka hiçbir şey görmüyor ve bu mektup kağıdının sesinden başka hiçbir şey duymuyorum.
“Merhaba sevgilim,
Bu sana hastaneye yattığından bu yana gönderdiğim ilk ve son mektup. Bir daha benden mektup alamayacaksın. Tüm doktorlarınla görüştüm. Bana yollayacağın her mektubu senden alacaklar ama o mektuplar hiçbir zaman bana ulaşmayacak. Bunu sen bilmeyeceksin…”
Burnumdan sızan birkaç damla kan elimdeki kağıdın üzerine damladı. Güçlükle okumaya devam ettim.
“Sen beni hep şehir dışında üniversite okuyor olarak bileceksin. Halbuki doktorlar, geceleri sana uyuman için iğne vurduklarında ben gizlice odana girip seni izliyorum. Bu böyle olmak zorundaydı ve böyle oldu.
Lütfen beni affet.
Evlendim. Bir tane çocuğum var. Adı Esin. Ona annenin ismini koydum. Eğer erkek olsaydı senin ismini koyacaktım…”
Burnumdan oluk oluk akan kanlar yüzünden elimdeki mektup okunmaz hale geldi ve devamını okuyamadım. Mektubun zarfına takıldı gözüm. Üzerindeki tarih, bir buçuk sene öncesinin tarihiydi.
Gözlerim kararmaya başladı. Odamın kapısının açıldığını duydum. Kendimi zorlayarak kafamı o yöne çevirdim. Gördüğüm son şey doktorlarla birlikte odaya giren kadındı. Gözlerinden tanıdım. bu O’ydu. Bu, sevdiğim kadındı.
Senelerdir kaçtığım gerçek ile yüzleşme vaktim gelmişti.
Kanser hastası olduğumu ve öleceğimi o gün kabullendim…
DOĞUKAN İÇİL
İZMİR
KASIM 2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.