MEKTUP
MEKTUP
18.10.2007
Sevgili,
Ne çok olmuş sana yazmayalı...Ayrılırken öpmeyi bile çok görmüştün.Oysa ben gösterişsiz bir vedaya hazır değildim,hiçbir zaman...
Yaşadığın kente geliyorum yine.Yollar eskisi kadar heyecanlandırmıyor artık;sonunda sen yoksun,belki de ondandır.
Geçmişten bir sahne gözümün önünde;sen yazdıklarını okuyorsun bana...Ben kendimi eski Yunan ya da Roma uygarlıklarının birinde düşlüyorum.Agorada toplanmışız;sizler -sen ve arkadaşların- biraradasınız.Yaşama dair ipuçlarını yakalamışsınız,sorular soruyorsunuz boyuna..Her yanıt yeni bir soruya koşmanıza sebep oluyor."Neden"ler,"çünkü" lerin peşi sıra...
Sana bakıyorum sevgili..Orada,topluluğun kenarındasın önce,sorduğun sorular ahalinin dikkatini çektikçe seni aralarına kabul ediyorlar.Soracak sorusu en fazla olan sensin sanki...Yalnızca soruların mı seni vazgeçilmez kılan?Hayır..Üzerindeki beyaz tunik ve sarı kuşağın -diğerleriyle de benzeşiyor ama- bedenini,vücudunun kıvrımlarını gizlemiyor pek...
Konuştukça büyüyorsun,göklere yükseliyorsun...Tezlere antitez oluştururken arada kendi yazdıklarını da dillendiriyorsun.İşte o zaman,benim kahramanım bu,diyorum,yanımdakilere.Onlar da biraz hayranlık çokça kıskançlıkla beni süzüyorlar.Kimin erkeği görüşlerini böyle pervasızca ,şiddetle,korkusuzca,yılmadan ama şefkatle savunabilir?Bilmiyorum...
Bu sahne kapanırken bir başkası canlanıyor.Beraber ilk tatile gidişimiz..Ödünç aldığın arabanın yolda arıza yapması ve senin sinirlenmen..O öfkeyle yoldan geçen araçlardan hiç yardım istemeyişin...Aslında -sanıyorum- ilk o zaman içimde birşeyler kopmuştu.Şimdi düşündükçe o tatilin bize çok da iyi gelmediğini ayrımsıyorum.Güç bela arabayı çalıştırmış ve kalacağımız pansiyona yollanmıştık.Bir an önce kalacağımız odaya gidip dinlenmeyi istemeni beklerken -ki böyle olmalıydı o bezgin halimizle- sen hemen.....hoyratça..........canımı yakmıştın sevgili.Umrunda değildim sanki..Sırtını dönüp uyumuştun hemen,bunu hiç sevmediğimi bildiğin halde...
Otobüsün radyosu Vivaldi’nin Dört Mevsim eserini çalıyor,"sonbahar" temasını.Parkta dansettiğimiz o gün geliyor gözlerime.Tahta kanepede otururken arabanın CD çalarına aynı ezgiyi yollamıştın.Ekimin son günleriydi.Parkta her yer kuru yapraklarla kaplıydı.Ağaçlar yazlık giysilerine veda ederken,ayaklarımızın çıkardığı hışırtı onların hüznünü çoğaltıyordu sanki..Bizim hüznümüz,sevincimiz,coşkumuz kaç mevsimi eskitmişti?
Yollar...uzuyor ama farkedilmiyor nereye uzandıkları..Camın kenarından sızan soğuk uyumamı güçleştiriyor.Uyusam da unutsam senli benli yaşananları.."Pencere camındaki soğukta bulacaksın beni" demiştin..Orada mısın hala?Pencere hala soğuk ama ben neredeyim?Önemli olan bu...
Etrafıma kale surları misali duvarlar örmüşüm,girilmesi olanaksız.Haşmetli görünüşümün ardında ne var?Nasıl duvarlar bunlar?
Dağların ardında
Uzakta
Vadilerin ötesinde öyle bir
Anka kuşu yaşarmış ki
Rahlesi güneşten,yastığı bulutttan imiş...
Mola yerine yaklaştığımızı söylüyor görevli."Çay ve ihtiyaç" için verilen bu aralar insanı hüzünlendirebiliyor.Anımsarım,sabaha karşı 04.00 sularında bir mola yerinde mesajlarını okumuştum.Salondaki hoparlörden Pavarotti’nin seslendirdiği lirik bir arya yankılanıyordu.Aryaların bendeki tortusu çok fazla.Bir film karesi gibiydi o an.Yanımdan çaylarını alıp giden eşler,oyun parkında oynayan çocuklar,garsonlar,mutfak çalışanları..benim kederimden habersizdiler.Artık "konuşacak birşeylerin kalmadığı" günlerdeydik ve vakit dolmaktaydı.Nafile bitişlerin acısnı yaşıyorduk..
Sokakta öylesine küçük,yalnız,bedbaht bırakırken beni ,dudaklarından mahrum bırakmıştın.Hava soğuktu ve terkedilirken yazdığım şeylerden biri usuma düşüyordu:
"Denizdeyim şimdi.Gözlerim kapalı,denizanaları gıdıklıyor aldırmıyorum..akıntı beni turkuazdan koyu maviliklere sürüklüyor ,sürüklesin.Dudaklarım tuzdan çatlamış,olsun,kahramanım bu halini seviyor.Geri dönmeliyim,O’nu bekletmemeliyim!"
Orada öyle dakiklarca kalmıştım.Yanımdan geçenler çarpıp durdu.Mendil satan çocukların sesleri uğuldadı kulaklarımda..Neyim,neredeyim,kimim soruları o an yanısız kaldı.Ne kadar geçti bilmiyorum.Yaşlı bir çift gördüm.Öyle aşıktılar ki biribirlerine.Adam kadının saçını düzeltiyordu durmadan,rüzgardan perçemler gözünün önüne düşüyordu,gümüşi perçemler...
Bugün ben yine aynı yere gideceğim.Mendil satan çocuk ,pürtelaş gidip gelenler de orada olacak,Hızla ilerleyeceğim,ardıma dönüp bakmadan.Elveda bile diyemediğin köşe başını es geçeceğim.Beraber gittiğimiz yerlere aldırmadan sahile ineceğim.Martıların çığlıklarını dinlerken Boğaz’ın akıntısına dalıp gideceğim.
İkindi vakti güneşi cisimlerin gölgelerini uzatır.O "gölgeyi" "asıl" sanmışım.Gözlerinde iki damla gözyaşına bile sebep olamayan ben,seni sana bırakıyorum,bende "vekaleten" bile kalmadın zira...
Başlayış:İzmir
Bitiş:İstanbul.
YORUMLAR
Ne çok kanamalı yaralar varmış tıpkı gönül yarama benzeyen; çok tanıdık ve çok tanıdık bir iklimin üstüne ayrılıkları ve imzalı ayrılıkları "imkansızlık" bahanesiyle çatkapı önümüze düşüren sevgililer... Ben Hölüklü çay bahçesinde hala kokusu, hissi ve kendine ait bile olamayan sevgilinin sahte gülüşlerini anımsadım. Yaraya tuz basılası gibi de değil ve unutulmuyor neymiş hayatında bir kere adam gibi sevdi diye yıllarca peşinde koşuşturduğun o anları anımsıyor ve apansızca gök gürlemesi andıran o dehşet ayrılık saati! aklıma geliyor ve sanki ölüm takılıyordu peşinen.
Duygularıma tercuman oldu ve benzer duygularıma özdeş oldu, Yürekten kutladım ve harika bir mektup okudum... Teşekkürler
Sevgilerimle