- 799 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Üryan Bir Acıdır Gözlerindeki Mevsim
Gönlümün uçsuz bucaksız ovalarına umut ektim, gözlerinin kuyularından suladım
Bir sevdanın gelgitleriyle donattım gönül soframı, ben nar-ı yüreğinden beslendim
Her sabah yeni umutlarla açtım kollarımı yar, ne bana geldin, ne de gelmemi istedin
Bu hayal tarlasında gözyaşıyla biriktim, onları da ah yağmur ormanlarına gönderdim
Uçurum boylarına ektiğimiz göçebe çiçekleri rüzgâr sular, derin boşluklara sarılarak gün yüzüne çıkardığımız düşler tarlasına yağmurlar geciktikçe. Kıyım hasretlerin coğrafyasında mevsimler hep zemheridir, gözyaşlarımız bedenimizden inerek tuzlara karıştıkça. Gözlerimizin yaşına kan karışınca en çok gecelerin bekleme nöbetlerinde anlarız gönlümüzün kırık taraflarını. Günler, devrilmiş bir yaşamdır, parmaklarımızdan sızan terle buluştuğunda hüznü yüreğimizden tartarız.
Sonu görünmez karanlıkların ışık huzmelerini ararken yürek işçileri bir dalganın köpüğüyle üşür gözleri. Dalgın bir yaşamak andıdır kadersizlerin yüzündeki çizgiler, kemirdikçe kamaşır düşleri. Toplum çalkantılarıyla silkelendiremedikçe böylesi çaresizleri, kanayan bir yara olarak alır götürür içimizdeki o asil değerleri.
Dinginsiz yağmaların kabuk mevsimlerinden arta kalan bir tutam sorgu kıymığıdır aşk, acıtır dokundukça. Karanlık sulara kürek değdikçe kanar deniz, bir dökülüşün sargısı yaramıza sokuldukça. Kırgın damlalar yuvarlanır kimi gözlerimize, küçücük bir gülüştür canımızı acıtan kimi, güldükçe o yorgun çehreler açılır mutluluk denen ufuklarda. Su harladıkça yangını mavi bir masal demlenir hayata. Kırık dökük öykülerin ılık sayfalarından mevsimler hızla geçer, sarılır günler kanamalı günlüklerden çıkarılan umarsız sancıya.
Aşkın keskin yollarından geçerken bir yaşanmışlık kraterine yolu düşer insanın. Her imlasında sorgulara boğulur, her bağlacında çekeriz yüreğimizden en derin of’u. Bir destandır silemediğimiz, bir düşün hikâyesidir vazgeçemediğimiz ve her yaşam yaprağı kendi çehremizin sızısıyla büyür. Biz hayatı yürüdükçe bir yaşam koşuşturmacısının ürpertili salıncaklarında rüzgâr dağıtır saçlarımızı, biz ömrümüzün bir kara, bir ak ütopyasını anlamaya çalışırken yüreğimiz üşür.
İçimizin en tiz sesleriyle kimi başkalarının acısı, kimi düş ülkemizden gelip geçenlerin sancısı oluruz, küflü sular yüzerken gönül denizlerimizde. Doyurulmamış sözcüklerin arsız korkularıyla yüksek sesle düşünüşün miadı çöker gözlerimize ve yüreğimiz bir çığlığın dizginine yapışarak ömrümüzün en büyük boşluğundan gelip geçer dörtnala. Gönlümüzün miadına yaslanınca güneş bekleriz sarı odalarımıza. Su küser, rüzgâr içimizdeki gemileri uzaklara iter ve bakarız yaşama, dirençli bir yaşamak türküsüyle yürürüz gecelerde.
Biliriz ki, engin bir denizdir ve yaşanası ovalardır hayatın sırrı. Yüreğimizdeki atıl heveslerle ve kalıcı nefeslerle adımlarken ve kulaçlarken yaşamı onulmaz sevdalar çıkar karşımıza, kimi üşür, kimi yanarız. Hep bir kulaç ötesinde ve birkaç adım ileridedir asıl mutluluk, attıkça yorulmaz, yürüdükçe onulmaz oluruz ve sık sık nefeslenmek ihtiyacına düşüveririz. Tatlı bir yorgunluktur kimi yaşamak, yüreğimizin aynalarındaki yansımaları seyrettikçe inan daha güçlü ve daha mutlu oluruz.
Her yangın uzaktaki düş sandallarına sıçramak istedikçe sevdanın kürekleri salınır nasırlı avuçlarımızda. Gölgeler silinir ayın ışıklarla dans ettiği sularda ve an içimizdeki en hazin yalnızlık olur. Susar öfkeli gelgitler, içimizdeki derya işte o an aşkın ovası olur. Peri masallarına kangrenli avuçlarımızı uzattıkça bir ihtimalin şavkı düşer sulara, susar içimizdeki kin dalgaları.
Oysa cam kırıklarıyla bedenimize akseden bir yağmur mevsiminden kurtularak aşkı arardı simyacılar, uzak diyarlarda, avuçlarındaki toprak kokularına sarılarak. Üç günlük ömür derdik ismine, vefasızlığın aynalarına bakarak. Her ömür kendini saklardı güneş yanıklarından, fırtınalı bir mevsim düşerdi aşkla çevrili yürek ambarımızdan.
Yelkenlerini üfürdükçe yaşanmışlıkların ufuktaki özlemin hayalet kentlerinde ecelsiz düşlerle avunuruz. Kıyıdan ayrılmaz oysa dalga, ağaçların yapraklarına ay düşer ve bütün sorular ve cevaplarda mavi en çok gülüşlerini gizler. Her hüküm kendi varsıl umutlarıyla bakar parmaklıklar arkasından. Sorguların yanaklarına yaş düşer ve ruhumuzdaki güneşlere sıvanır bir gün gülüşler. Onulmaz dokunuşların terli yataklarında aşktır dokunmaya korktuğumuz ve o aşktır çağlardır gürül gürül aktığımız.
Beyaz bir örtü altına sokuldukça düşler ekili tarlalarımız, dudaklarımızdaki zemheri ıslıklarla biçilir aşk ovalarımız. Dargın bakışlarımızdaki o unutuluş şarkılarıyla mevsimler susar, sevda kendi penceresinden hep uzaklara bakar ve yorgun zamanların terkisinde bir kadın düşlerini avuçlarında saklar. Fark aradığımız bir hüzün limanında usumuzun yalnızlık dalgalarına direnerek hayata tutunuruz yine de yaşadıklarımızın sermayesini yoksul cebimizden çıkararak.
Yaşama mayalanmış katkıların ateşlerine verince göğsümüzü bir mutluluk ısısı yayılır bedenimize, üşümüşlüğümüz gider. Sonsuzluk dağlarında güneş erken doğar her mevsim, soylu sevilerin kentlerine yağmur zamansız iner. Güneş kurutur damlayı, damla toprağa siner, gözümüzün güzüne turnalar kanat açar, her kanat vuruş yaşamak andını dilden dile biçimler.
Hayata dair telaşlarımızın yanık tarlalarında çıplak ayaklarımızla yürürken kendi sızımızı unutarak bakarız üryan acılara. Hep içimizdekilerin tuhaf yansımalarıdır aslında ardımızdaki gölge ve biz mutluluk ovalarından geçerken en çok önümüze bakarız, göğümüzdeki güzelliklere yüreğimizi dönerek. Hayat, kendi sesiyle biçimlenen düşler tarlasıdır, bunun için hasat mevsimlerinde hüznü toplarız.
Işıkları yüreğimizi aydınlatan odaların soluğuyla pencerelere düşünce bakışlarımızın aksi, onulmaz bekleyişlerin haykırışlarıyla yudumlarız gönlümüzdeki aşkı. Her yudumda hayat dökülür satırlarımızdan ve biz o sözlerin kilometrelerinden gün çekeriz, şafak sızılarını göğsümüzde hissederek. Örülmeyi ve öpülmeyi bekleyen yüreğimizin sevgi imparatorluklarında bir yabanıl türküdür dilimizdeki, duvarlara vurup içimize geri dönen. Derin denizlerin girdaplarına şiirler savururuz geceleri, geri gelmez mutlulukların sağrısındaki bedeli ağrılı göğsümüze yüklemek için.
Yaman bir ağrının kırık danslarıyla hayata gülümsedikçe ve gönlümüzdeki ağrıları yeni nefeslerle eşeledikçe ılıman bir iklimin uzak tepelerinde şiirce akarız denizlere. Dudağımızdaki türkü hiç susmaz, gönlümüzdeki sızı yüreğimizi avutmaz olur, işte böylesi anlarda kelimeler ağrımızı ve yankımızı tanımlayan en büyük dayanak olur.
Hikâyesi: Kıyısına hüzün çöreklenen vedaların sularında bir ayın şavkı vardır, içsel döngülerini avucunda saklayarak atar voltalarını. Umutla karıştırılan sevda çeşnilerinin kalaysız çanaklarında inadına lezzet vardır, hüzündür tartışmasız mayası. Bir gel/git melodisidir asırlardır dudaklarda, her meydanda ve er meydanda ruhumuzun çürük kılıçlarıyla düşerken toprağa aşkın son damlası.