- 539 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kadim Yazıtlardan
duyargalarımızda sorun var. hassas değiller. eski lekeler, yıpranmışlıklar o kadar çok ki, duyarlılıkları neredeyse yok olmuş...
eğer bir şey/biri bizim içinse/değilse ve biz o bir şeyle/biriyle iletişimimizden önce bunu hissedemiyorsak sorunu anlayabiliriz. hatta bir ’acaba’ da varsa o biri ya da bir şey ile ilgili sorun kronik bir dert halinde demektir.
örneğin ilk bakışta aşk çok olağan olmalıydı insan için. görür görmez ’işte bu’ demek ya da. böyle bir donanımı var varlığımızın. buna özgü hislerimizin canlılığı ile gerçekte yakalayamamanın arasındaki bocalama bizi kemiriyor ve yok ediyor.
o kadar yara bere alınmış ki, güven, doğrusu inanç o kadar zaafa uğramış ki tamiratla uğraşmak bir ömre mal olabiliyor.
ne yapmak lazım?
geçmişi geleceğe taşıtmamak ve geleceğin üzerine kurgulu planları abartmamak... beklentilerle değil, var olanla ilgilenmek... duyargaları idmanlarla güçlendirmek...
şöyle inanıyorum:
selin, kazım’ın dostu, can’ın nefret ettiği, selma’nın biriciği, ayşe’nin bir halta yaramaz gördüğü ise; dört ayrı insana dört ayrı ve hatta zıt yüzü varsa selin’in ve aslında bunların hiçbiri selin’in dört dörtlük görüntüsü değilse, selin bir başkaya daha başka bir şey, daha da farklı yansıyabiliyorsa; önce buradan başlamak lazım diye düşünüyorum. damgalamamak ve gördüğü ile tanımlamamak... duyargalar zayıf ve hasarlı ya, tutturamama ihtimali çok kuvvetli çünkü. ’bir kişi bin sıfatla arz ı endam edebiliyorsa, onu bir sıfata yapıştırmak bizim görgümüzün zayıflığındandır’ı fark etmek...
bunun birinci adımı önce kendisiyle barışması insanın. iyi kötü doğru yanlışlarını kendileştirmesi... biraz rahat olması ve akışına bırakması. koklamak kısaca... siparişle edindiği her şeyden sıyrılıp, dıpdızlak varlığı ile yüzleşmesi... sanık hissetmemesi ve sonra yargıçlığı terk etmesi.
oluyorsa oluyordur, olmuyorsa olmamanın yorganını yaktığımızda sonuçta kendi kıçımız açıkta kalır, başka değil...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.