- 615 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SU MEDENİYETİMİZ
SU MEDENİYETİMİZ
“Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su,
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su” Fuzulî
Hepimizin malumudur, su hayatın esas kaynağı olup, suyun tarihi insanoğlunun hayatı ile özdeşleşen medeniyetin de tarihidir. İşte bu yüzden suya olan ilgi, tarih boyunca hep beşeriyetin üretken yönünü ifade etmiş ve medeniyet çizgisinin en değerli eserlerinin ilham kaynağı olmuştur. Bu sebeple “Su gibi aziz” deyimiyle en veciz şekilde ifadesini bulan su, medeniyetimizin merkezine oturmuştur.
Biyolojik hayatın başlangıcında var olan hava, ateş, rüzgâr ve su terkibinin de ayrılmaz bir parçasını teşkil eden ve canlıların yaşaması için şart olan su, insanoğlu tarafından çok eski devirlerden beri kutsal bir varlık olarak kabul edilmiştir.
Su, İnsanlık tarihi boyunca hep var olmuş, medeniyetler su kenarlarında hayat bulmuş ve su ile şekillenmiştir. Saflık, sadelik, duruluk ve bilgelik sembolü olarak kabul edilen su, ekmek gibi hava gibi hayatın kendisi kadar insanla iç içedir. İçeceklerin de efendisidir, imanın yarısı olan temizliğin de vazgeçilmez unsurudur.
Beşeri ihtiyaçların bir gereği olarak ecdadımız tarafından inşa edilen çeşmeler, köprüler, sebiller, şadırvanlar, sarnıçlar, kuyular, hamamlar, vb. yapılar, sahip olduğumuz kültürel mirasla tarihe her biri eşsiz sanat eseri olarak geçmiştir. Öyle ki medeniyetimize başlı başına "su medeniyeti" denilse yanlış olmaz.
Günümüzden 2500 yıl kadar önce Uygur Türkleri Doğu Türkistan’ın Turfan bölgesinde “kariz” denilen yer altı su kanalları yapmıştır. Bu yer altı su kanalarının uzunluğu 5000 km.yi bulmaktadır. Bu karizlerin bir kısmı günümüze kadar gelebilmiş olmakla beraber hâlâ kullanılabilenleri de vardır. Keza Van gölü çevresinde Urartular zamanından kalan sulama kanalları da aradan 3000 sene geçmiş olmasına rağmen günümüzde de tarımsal sulamalarda kullanılmaktadır.
2. Göktürk (Kutluk)Devleti Hakanı Bilge Kağan Orhun Kitabelerinde “Türk Milleti! Yerinden, suyundan ayrılmazsan iyilik göreceksin.” diyerek vatan ve suyun millet hayatındaki vazgeçilmez önemine dikkat çeker.
Türk kültüründe su kutsaldır. İrtiş ırmağı ve Isık göl bazı Türk boyları tarafından takdis edilirken, Sirderya (Seyhun) ve Amuderya (Ceyhun) civarında yaşayan Türkler’de suda ölmek bir şeref sayılmıştır. Efsaneye göre Bilge Dede Korkut, elinde kopuzuyla ölümü Sirderya üzerine serdiği seccadede beklemişti. Avrupa’da yüz sene hüküm süren Batı Hunları’nın büyük hakanı Attila, Thies nehrinin değiştirilen yatağına gömülmüştür.
Söz buraya gelmişken asr-ı saadette yaşanmış su ile ilgili şu önemli hadiseyi sizlerle paylaşmak istiyorum: Peygamber Efendimizin Medine’ye hicretiyle birlikte onları bekleyen büyük sorunlardan biride su sorunu idi. Medine halkı içme sularının önemli bir bölümünü para karşılığı Yahudi bir tüccara ait olan Rume kuyusundan sağlıyordu. Efendimiz (S.A.V.) Müslümanların kimseye bağımlı olmadan yaşamaları gerektiğini biliyordu. Mescid-i Nebevi’de “Kim cennet karşılığında bize Rume kuyusunu satın alacak?” dedi. Hemen Hz. Osman bu göreve talip oldu ve üstün bir ticari zekâ ve taktik sonucu önce kuyuya ortak oldu ve sonra da tamamen kuyunun işletme hakkını eline alarak Müslümanları bu bağımlılıktan kurtardı.
Anadolu’da çeşmelerinden su ile beraber akan yüksek bir medeniyettir. Başta hükümdarlar olmak üzere hali vakti yerinde pek çok kişi cümle mahlûkatın duasına mazhar olmak ve öldükten sonra da sevap hanesine sadakay-ı cariye yazılması için sayısız çeşme yaptırmıştır. Kanuni yayınladığı fermanla her mahalleye su akması için müsait yerlere çeşmeler yapılmasını, elverişli olmayan yerlere ise kuyular açılmasını, böylece her tarafa tatlı suların ulaştırılmasını idarecilere emretmiştir.
İstanbul’da su meselesi halledilirken mübarek topraklar da unutulmamış, Kanuni’nin hayırsever kızı Mihrimah Sultan, Mimar Sinan’a “Ayn–ı Zübeyde” pınarının, suyollarını tamir ettirmiş ve gerek mukaddes belde halkının gerekse hacıların ihtiyaçlarını da görmüştür. Sinan’ın su mühendisliği, inşa ettiği camiler ve diğer binalar kadar önemlidir. Zira o, medeniyetimizin adını “su medeniyeti” yapanların başındadır.
Bu öyle bir medeniyettir ki, Osmanlı döneminde içinde su şırıltısı duyulmayan bir Türk evi düşünmek zordur. Bununla beraber eski Türk âlimlerinden Farabî ve İbn-i Sina, akıl ve ruh hastalarını musiki eşliğinde, su sesi ile tedavi tekniğini bulmuştu. Kuşluk, ikindi ve yatsı vakitlerinde icra edilen rast, saba, hicaz gibi değişik musiki makamlarına şiddeti ayarlanabilen fıskiyelerden açılan su sesi eşlik eder, musiki ile su terkibi Bimarhanelerdeki hastaların hem ruhuna hem de gönüllerine hitap ederek şifa olurdu.
Vakıf medeniyetimiz onu oluşturan insanlarımızın ruhunda var olan güzellikler ile ete kemiğe bürünmüş, ecdadımız, yaptıkları hayır ve hasenatın yanında içinde bulundukları her türlü ortamı güzelleştirmeye çalışmıştır. Her türlü mahlûkata sevgiyle yaklaşan bu arayış, görüldüğü gibi aynı zamanda derin estetik duyguların da bir tezahürüdür.
Kültürümüz, geleneksel mimarimiz ve vakıf medeniyetimiz için önemli bir sembol olmanın yanında, su aynı zamanda dünyanın geleceğini de ilgilendiren stratejik öneme sahip güncel bir husustur. Günümüzde de su kelimesi açık veya gizli pekçok siyasi, kültürel, stratejik planların da içinde yer almaktadır.
Küresel ısınma ve kuraklık gibi insanlığı tehdit eden muhtemel felaketler sık sık gündeme gelirken bizden sonraki nesilleri su kıtlığı çekeceği ihtimalinin güçlü olduğu, çocuklarımızın ve torunlarımızın temiz ve sağlıklı su içebilme hususunda bizim kadar şanslı olmadıkları uzmanlar tarafından ifade ediliyor. Rabbimizin kullarına cömertçe bahşettiği bu nimetin kıymetini bilelim, musluğu her açışımızda lütfen bu bilinçle hareket edelim.
Sevgili Peygamberimiz bir hadisinde “Nehir kenarında abdest alıyor olsanız bile, suyu iktisatlı kullanınız ve israf etmeyiniz” buyurur. Yüce Yaradanın bizlere lütfettiği diğer tüm nimetlerden israf etmeden faydalanmamız gerektiği gibi suyu da bu bilinçle kullanalım.
Selam ve dua ile
Gazi Hüseyin KILBAŞ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.