- 879 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SANAT AŞKI
Hafta içi beş gün ev-işyeri yoruluyor, bunalıyor insan. En zoru da, sabah ne giyinsem, akşam ne pişirsem telaşı. Hafta sonları yemek, bulaşık, temizlik… Birbirinin aynı günler. Bütün gün evde olanlar için daha da kötü olmalı. Hele televizyonda gün boyu izlemek zorunda kaldığımız programlar. Dayak yiyen, evden kaçan, kızı kaybolan, kötü yola düşenler. Evlenmek isteyen yarım akıllılar. Saçma sapan konuşan konuklar, sunucular. Nerde yaşıyor, ne iş yapar bu insanlar dediğimiz gariplikler… Zaman kaybından, bilgisizliği artırmaktan başka işe yaramayan zırvalar.
Evden çıkıp yaşıtlarla bir arada olmak. Spor, el sanatları, müzik, resim çalışmalarına katılmak. Zevkli, yararlı uğraşlar edinmek beden ve ruh sağlığı için gerekli.
Bu tür etkinliklerde Belediye ve Halk Eğitim merkezleri her derde deva.
Kurslara daha çok emekli, ev hanımı olup da çocuklarını büyütmüş, ununu eleyip, eleğini asmış dediklerimiz katılıyor. Ev ortamından uzaklaşmak, kafasını dinlemek isteyen de olur. İki laklak ederim, stres atarım diyenlere ilâç. İçinde büyük sanat aşkı olanlar(!), yetenekliler de var.
Başlama saati 9.00, biz 9.30 gibi toplanıyoruz. 16.00 ya kadar sürüyor.
Her kursun bir karagözü, ibişi, meddahı olur. Geçen yıldan biliyoruz. Bir iki fırça salla. Gelsin fıkralar, şarkılar, türküler, göbek atmalar.
Bu yıl da nazar boncuğumuz belli oldu.
“Merhaba. Ben Hülya. Emekliyim. Resim yapmayı çok seviyorum. Aslında her sanata yeteneğim ilgim var. İçimdeki sanat aşkı…”
Takı, sanat müziği, İngilizce, çiçek, ahşap boyama kurslarına katılmış. Büyükşehir Belediyesi hanımlar lokaline üyeymiş. Yardım derneklerinde aktif olarak çalıştığını bir solukta anlattı.
Kurs öğretmeni geçen hafta malzeme yazdırmıştı. Hepimiz hazırlıklı gelmiştik. O arkadaşımız yazmaya üşenmiş olabilir, boş gelmişti.
Resim kağıdına karakalem ışık gölge çalışması yapacaktık. Sağdan soldan buldu buluşturdu. Bu arada sigara molası istedi yerine oturur oturmaz.
“Stres atmaya geliyorum kursa, resim bahane” diye açıkça söyledi. Bizleri geçtim hocaya ayıp olur demeden.
Çok genç yaşta evlenmiş, iki çocuk büyütmüş. Yaşamını evine, ailesine adadığını anlattı, boş kâğıda bakarak.
Burçlarla çok ilgili. Kimi görse burcun ne diye soruyor. Sürekli tahminlerde bulunuyor, özellik sayıyor. İkizlermiş. Telaşlı, heyecanlı, maymun iştahlı burçtan.
Biri çocuklarından, gelininden, komşudan mı bahsediyor. Önce burcunu soruyor. Hepimizin, hatta odaya her giren çıkanın ifadesi alınıyor.
İlk haftalar karakalem desen çalışmaları yapıyoruz. Ayaklı cam bardaklar, viski şişeleri, meyve ve sebzeleri masa üzerine yerleştirip, bakarak kâğıtlara çiziyoruz. Resimde ölçü almayı da öğrendik. Kalemi ters tutarak elimizi öne doğru uzatıyoruz. Tek gözümüzü kapatıp kalem üzerinde parmağımızla işaretliyoruz. Çizimi kâğıda bu ölçüleri temel alarak yerleştiriyoruz.
Çalışma odamız 10-12 kişi için yeterli değil. U şeklinde dizdiğimiz masalarda çalışıyoruz. Yağlı boyaya geçince daha da zorlanacaktık. Atölye olarak çok küçüktü.
Desen çalışmaları zevkli geçiyordu. Resmin temeli olduğundan ne kadar yaparsak o kadar iyi olacaktı tekniğimiz. Bu yüzden bıkmadan, usanmadan çalışmamız gerekiyordu.
İkizler burcu arkadaşımız önce yerini, odayı beğenmedi. Bir iki yer değiştirdi. Zaten malzemeleri de eksikti. Silgiyi sağdan soldan alıyor, sürekli çizip siliyordu. Masasının üzeri kapkara silgi artıklarıyla dolmuştu. Hamamda kese atılınca çıkan kirler gibi, parmak parmaktı.
Sürekli ölçü alıyordu. Çalışmanın en hoşuna giden kısmıydı. Tek gözü kapalı, elde ters kalem, kol ileri doğru, havada asılı.
Çabuk sıkılıyor, sık sık sigara molası veriyordu. Şişe yapmaktan sıkıldım. Üzüm çizmek çok zor deyip duruyordu.
Bir hafta çiçek çalışması yapacaktık. Evinde çiçek bolluğu olduğunu, getirebileceğini söyledi. Hocamız iri taç yapraklı kasımpatı, hatmi türü istiyordu.
İkizler o hafta getirmeyi unuttu. Çiçekçiden alabilirim dediyse de kabul edilmedi. Hoca, bahçedeki Yılbaşı Ağacından iki dal koparıp geldi. Üzeri, kırmızı top top meyveli olanlardan.
Arkadaşımız bu minicik top meyveleri çizerken o kadar zorlandı ki, sonunda patladı.
“Üzüm çizmek bundan kolaydı, bayılacağım.” diyerek sigaraya saldırdı. “Ne yapalım, burcumun özelliği, çabuk sıkılıyorum. Tek kusurum bu. Sizleri seviyorum, hocamı seviyorum. En önemlisi resim yapmayı çok seviyorum.” diyordu. Durmadan içindeki aşktan bahsediyordu.
Öbür hafta sözünü ettiği çiçeği getirdi. Saksıda bordo renkli kasımpatılar. Düğme kadar çiçekleri olanlardan. Bu çalışmada da çok zorlandı. Rengi bulmak, minicik çiçekleri boyamak için çırpındı durdu. Kime yaptırsam diyerek…
Çok ısrarcıydı, burcunun özelliğindenmiş. Meyvelerin, çiçeklerin gerçek olması gerekiyordu. Işığın böyle daha doğal ve doğru yansıyacağı öğretiliyordu. O sürekli çok güzel, çok doğal diyerek plastik meyve, sebze, çiçek getiriyor. Hocayı da bizi de ikna etmek için çabalıyordu. “ Bakın çileğe, soğana, gerçek gibi.”diyerek.
Rica minnet çok samimi bir arkadaşını da kursa kaydettirdi. Üç dört kişi dedi ama yer darlığından hoca sadece birine olur dedi.
En sevdiği komşusu gelmişti. Daha da keyiflendi. Güzel resim yapıyordu arkadaşı. Evde sürekli çalışıyormuş, oldukça iyiydi. Biraz ona biraz hocaya çizdirip, sigaralar, fıkralar, burç yorumları derken, saatinden önce de kurstan ayrılıyordu, ikizler burcumuz. Ama kimseye pabuç bırakmıyordu, sanat aşkından resim tutkusundan bahsederken.
Bir gün kermes davetiyesi getirdi, hiç satılmayınca bozuldu. Bir başka sefer renk renk çilek, papatya şeklinde tencere altlıkları gösterdi, yine alan olmadı. Pazarlama başarısızlığı burcundan olabilirdi. Yine de mutluyum diyordu. Zevkle geldiğini, çalışmalardan keyif aldığını, stres attığını söylüyordu, her fırsatta.
Sabah erkenden geliyor. Hava güzelse kapı önüne bir sandalye çıkarıp bekliyordu. Gülerek, esprilerle, herkesle selamlaşıyor, derse en son o giriyordu. Girer girmez “sigara içebilir miyim?” diye izin isteyip, tekrar çıkıyordu.
Resme başlamak da zor geliyordu. Zaten malzemeyi samimi arkadaşından kullanıyordu. Diğer kursiyerlerden de boya alıp kullanıyordu. Kalemler, boyalar karışınca yüzler asılıyor, o anlamazlıktan geliyor.
Yağlı boya çalışmalarında çoğumuz çiçek resmi çalışıyoruz. Çiçekleri sevdiğini, bahçesinin çok güzel olduğunu söyleyip, herkesi davet etti. “Baharda gelip görün.” diyerek.
Uzun ön araştırmalardan sonra, lale resmi yapmaya karar verdi. Kocaman bir lale. Çizdi sildi, çizdi sildi. Olmadı, arkadaşı tamamladı. Zemin boyasına sıra geldi. Mavi sürdü önce, olmadı. Yeşil sürdü üzerine, beğenmedi. Kahverengi, siyah derken çamur gibi bir şey olunca arkadaşı dayanamadı, başladı boyamaya.
“Ah canım, kıyamaz bana.” deyip, hemen yardımcı olmaya girişti. Koca bir şişe tiner vardı. Birazını kullanmak için plastik bardağa boşalttı. Bardak adi ve kullanılmış olduğundan alt kısım eridi. Bütün tiner masaya, arkadaşının üzerine ve yere döküldü. Ucuz diye kokulu tiner almış. Ufacık, kalabalık odada leş gibi koktu. Mide bulantısı, baş ağrısı yapmaması için kapı pencere açmak zorunda kalındı. Hava da eksi beş-on derece arası olmalıydı.
Çok üzüldü Hülya, telaşlandı. Resim yapmamasına rağmen on parmağı boya içindeydi. Bu arada eli ayağına dolaştı. Tuval arkadaşının üzerine devrildi. Mavi kazak oldu, acı kahve bir şey. Elini yıkamaya gidince musluklara, kapılara da sürünmüş boyasından. Görevli gelip uyarınca inkâr etti. Sesimizi çıkarmadık.
Olanlar canını iyice sıktı. Ne yapacağını şaşırdı Arkadaşının üstünü başını temizledi. Tineri cam bir kavanoza koydu. Defalarca özür diledi. Gönlünü almak için hemen mutfağa koştu, çay getirmeye. Saatler geçmiş, arkadaşı tuvalini bile çıkaramamıştı çantasından. Onun resmiyle uğraşıyordu.
Çay gelince her şeyi unuttu arkadaşı. “Hiç kıyamaz bana.” diyerek çalışmaya devam etti. Bir yandan da taze demlenmiş çayını yudumlamaya. Olan oldu. Çayı kullanılmış plastik bardağa koymuştu bizimki. Bu defa altı, sıcaklığın etkisiyle düştü. Kaynar çay kucağına, bacaklarına dökülüverdi. Can havliyle bağırınca hepimiz irkildik. “Ah arkadaşım, vah arkadaşım, nazardı, gözdü.” dediyse de… Yanığın sızısından daha fazla duramadı arkadaşı, eve gitti.
Çay ve sigara molasından sonra tuvalinin başına oturdu ikizler. Arkadaşı giderken boyaları bırakmıştı. Her renkten bol bol paletine sıktı. Sağa baktı, sola baktı. Bir iki ofladı, pufladı, “canı arkadaşını” hatırladı. Bir türlü başlayamadı, eli fırçaya gitmedi. Neyse bu arada hoca geldi de, yarım saatin içinde resim meydana çıktı. “Hocam adımı yazmadınız.” dediyse de herkes itiraz edince ikna oldu, kendisi yazdı adını. “Haklısınız, yazım pek güzel değil de.” diyerek
Resim bitince neşesi yerine geldi. Konuşuyor, espri yapıyor, fıkra anlatıyordu. “Çok mutluyum, çalışırken her şeyi unutuyorum.” deyip duruyordu.
Hiç resim yapmadan bu kadar zevk alabildiğine göre, içindeki sanat aşkı söylediğinden de büyük olmalıydı.
Fazilet Ünsal Eliaçık
www.fazilet.ozelsayfam.com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.