- 703 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gülümsedi Bence
İnsanların içinde bir şey var. Su gibi. Denize benziyor. Bir sıvı. Onlara güç veren bir sıvı. O sıvı azaldıkça gözlerindeki ışıltı azalıyor. O sıvı azalınca saçları matlaşıyor. O sıvı azalınca derilerinin canlılığı soluyor. Her sabah aynada o ışıltıyı yokluyorum. Gözlerimdeki rengi seviyorum. Bu rengi ben sonradan buldum. Daha doğrusu yengem hediye etti. Yüzümdeki bu yeni özellik beni mutlu ediyor.
Hiç ölü gördüm mü hayatımda? Dayımın karısı öldü. Uzun zaman önceydi. Bence bir insan herhangi bir yaşta karşılaşmamalı ölümle. En azından otuzlarında olmalı. Ama ben 26 yaşımdaydım. İçimdeki sıvı pırıl pırıl, akışkan, gergin ve boldu. Dayımın karısıydı. Çok iyi tanımazdım. Beni çok severdi. Sebepsiz. Esmer bir kadındı. Çok güzelmiş gençliğinde herkes anlatır. İri, üzüm gibi simsiyah gözleri varmış. Bu benzetme kullanılır onun gözleri için. Başkaları için kullanıldığına pek rastlamadım.
Ama ben 26 yaşımdayken ve o yetmişini çoktan bitirmişken, o güzellikten geriye sürülecek en küçük bir iz kalmamıştı. Onunla uzun zaman geçirmemiştim. Çok yakın değildim. Ama yüzünü, ellerini ve bakışını saklamaya devam ediyor aklım. Öyle canlı ve özenli saklıyor ki yeteneğim olsa o yüzün aynısını çizebilirim.
Alt dudağının sağ tarafında, dudak sınırından hafifçe taşan esmer bir leke vardı. Bir ben gibi. O lekenin biçimi bile aklımda.
Hastalandı bir gün. Esmerceydi. Zayıftı da. İnce kız dermiş dayım ona ölene kadar ama yalnızca kendi aralarında. Bana bir yelek örmüştü. Severdi beni, sevdiğini belli ederdi. Sıcak ve sokulgan biri de değildi. Çok becerikli bir kadındı el işlerinde. Her numaradan şişi, her tür ipi vardı büyük sandığında. Hangi motif, hangi numara şişle, hangi marka iple örülür bilirdi. Bir kazağı, yeleği beğenirse sahibinin üstündeyken incelemesi yeterdi. Aynısını bazen daha güzelini yapardı. Kendi oluşturduğu motifleri de vardı. Bu tür işleri herkes ona danışırdı. Son zamanlarında, yaşlandığı sıralar resim gibi yün çoraplar ördü en çok.
Hastalandı bir gün.
Bir yelek örmüştü bana. Uçuk, buğulu bir yeşil. En sevdiğim renk olduğunu birinden mi duymuştu acaba. Yoksa o yelekten sonra mı sevdim o rengi? Çağırtmış, gittim. Yetenekliydi. Eli hızlıydı. Herhangi bir şey örerken, ördüğüne hiç bakmazdı. Utanarak gittim. Çünkü yalnızca kendi istediği zaman böyle bir şey yapardı. Camın kenarında oturuyordu. Ne zaman ve ne düşünerek karar vermişti acaba? Aklından ne geçmişti.
“Gel bakalım, gel Ayşen’im”, yanına oturdum. Uzun uzun inceledi sever gibi. Yavaşça kalktı. Omzumu okşadı. “Gel elma gözlüm, sana bir yün beğenelim”. Sandık odasına gittik. O oda, naftalin ve lavanta kokardı. Eski, büyük sandığını açtı. Yumaklar ve çileler döktü. Yan yana koydu uzun uzun baktı. Bir kaçını üzerime tuttu. Kararsız kaldı. Sonunda o dediğim rengi beğendi. Şişlerini aldı. Onlara da baktı. Çiledeki ipin kalınlığını gözden geçirdi. Elleri hâlâ ince ve zarifti. Ne öreceğine karar vermişti herhalde. Çileyi bileklerime taktım. Alışık bir biçimde yumak haline getirdi. “Öğretmen olmuşsun” dedi. “Öyle yenge” dedim. Kutluyormuş gibi gülümsedi. Başka bir şey konuşmadık. Oturduğumuz divanın yastıklarının kaneviçeleri, gümüşlüğün cam raflarındaki peçete büyüklüğündeki danteller, tülbentinin kenarındaki oyalar, odaların girişlerinde biri daire biri yıldız biçiminde olan paspaslar hep onun elinden çıkma işlerdi. Evi, onun kendi sergisi gibiymiş o gün fark ettim. Yumak sarma işi bitince “Sen kalk ceylanım, annene selam söyle” dedi. Aslında sıkılmamıştım. Ama söylediğini de yadırgamadım. Daha oturabilirdim. Uzun uzun susabilirdim. Benim sıkıldığımı, kalkmak istediğim halde bunu söyleyemediğimi sanmıştı belki.
Bir zaman sonra çağırtmış. Gittim. Camın kenarında oturuyordu yine. Elini öptüm. “Hoş geldin Ayşen’im nasılsın” dedi. Fazla konuşmadık. Yeleğim bitmişti. Katlamış koymuştu. Katını bozmadan bana uzattı. Öyle bir özenle katlamıştı ki bu katı bozmaya kıyamadım, utandım. Dizlerimin üzerine yatırdım. Ellerimi yeleğin üzerinde hafifçe gezdirdim, bekledim. Etki edecek bir yavaşlık ve dingin bir sesle konuşurdu. “Giy göreyim, güzel gözlüm” dedi. Dediğini yaptım. Katlanmış yeleği ürkekçe açtım. Kollarımdan geçirdim. Aynı ipten düğmeler yapmıştı. İlikledim. Ona baktım. İnceledi. Beni ve yeleği. Kol ayrımlarını elleriyle yokladı. Yeterli buldu. Ayağa kalkmamı istedi. Eteklerini tuttu, hafifçe aşağı çekti. Uzunluğunu beğendi. Düğmeleri düzeltti. Etrafımdan dolaştı. Sırtımdan aşağı doğru eliyle ütüler gibi düzeltti. Sonra karşıma geçti tekrar inceleyip;
-Güzelleştirdin yeleği, gözlerinin yeşiline denk düştü, dedi. Çok garibime gitmişti. Gördüğüne tersten bakması tuhafıma gitti. Gözlerinin yeşiline dediğini sonraları ayrımsadım. Gözlerim yeşil miydi? Banyo aynasında uzun uzun inceledim. Çok belirsiz bir ara renkti gözlerim. Ama yeşil değildi. Yelek de zaten güzeldi. Kıyamadım giymeye. Hâlâ da kıyamıyorum.
Bugün uyandım. Bu kış, lojmanın arka odasına geçmiştik. Sabah erken saatlerde güneş odamıza doğrudan giriyordu. Kavak ağaçlarının gövdeleri arasından ve sadece yarım saat kadar. Sonra yükseldikçe dalların ve sık yaprakların arkasında kalıyordu. İşte öyle bir saatte, kaşlarımı bir gözden geçirmek için aynaya baktığımda fark ettim. Gün ışığında belirgin bir yeşil renkteydi gözlerim. Zaten benim olan bir şeyi fark edebildiğim için sevindim. Bu rengi hiç görmeyebilir hiç fark etmeyebilirdim. Gözlerim yeşilmiş. İyice ve ayrıntılı inceledim şu büyüten aynada. Gözlerimin güzel olduğunu söyleyen hiç olmamıştı bana. Bir kişi dışında. O da söz arasında söylemişti ve üzerinde durmamıştı. Üzerinde dursun isterdim oysa. Zaten kadınlar böyle şeyleri birbirlerine söylemezlerdi.
Oldukça büyüklerdi. Kirpiklerimi görebilmek için uğraştım. Onlar da biraz daha koyu renkli olsalarmış keşke. Ne kadar uzun oldukları hemen anlaşılırdı. Eğer yengem söylemeseydi belki de hiç fark edemeyecektim. Onu anımsadım ve onun katladığı gibi katlayıp dolabımda sakladığım yeleğimi özenle açıp giydim.
Yengem birkaç ay sonra hastalandı. İlk gittiğimde, konuşmuyor ve yalnızca anlamlı anlamlı bakıyordu insanlara. Yatağında oturur gibi yatıyordu. Sırtında kendi eseri yastık kılıfları, yattığı odanın duvarında iğne ardı oyayla yaptığı geyik ve kaplanlar. Beni görünce sevinir gibi oldu. “Gel Ayşenim” dedi sessizce. Yanında yer gösterdi eliyle. Elimi, elinin içine aldı. Ağır ağır sevdi, okşadı. “Beyaz kuzum” dedi. Bana ördüğü yeleği giymiştim ve henüz gözlerimin rengini fark etmiş değildim. Sağ omzumu okşadı belki de ördüğü yeleği bilemiyorum. Odada konuşulanları dinliyor gibiydi.
Elleri esmerdi, sağ elinin serçe parmağı içe doğru biraz eğikti. Neden öyle kaldığını merak ettim. Her halde köyde olmuştur. Yanında uzun süre oturdum. O yeterli bulunca izin verir gibi baktı. Aslında oturmayı istiyordum yanında. Fakat bir şey demedim yine. Yanaklarını öptüm. Kalktım. Bizim eve yürürken yolu uzattım, okulun altından geçmedim, Pazar yerinin yanından yürüdüm.
Bir an önce olsun diye bekleyen bakışları kaldı sanki bir süre aklımda. Sonra bu bakış eridi ve silindi. Beni ilk çağırttığı günkü yüzü ve bakışları belirdi.
Bir an önce olmasını istediği, olması uzun süren şey, kendi ölümüydü. Sabırsızdı. İnsan kendisine bile acımasız olabiliyordu demek. Kendi bitişi için bile sabırsız olabiliyordu. Ama o sabırsızlandıkça sanki gecikiyordu beklediği son. Haftaların geçmesi gerekti.
Son gittiğimde gözleri küçülmüştü. Hani şu “üzüm gibi simsiyah gözleri”. Ara tatile gelip gelmediğimi sormuş. Çağırtmış. Hemen gittim. Yastığı biraz daha alçaktı. Zor nefes alıyordu. Daha da kurumuştu teni. Alnı terliydi. İçindeki suyun, dışarıya son süzülüşüydü belki de. Çabucak ve ansız ağlarım aslında. Herkes de ağlıyordu ama ben ağlayamadım. Üzülmediğimden değil ama ağlayamadım nedense.
İstediği şeye ulaşıyordu, sabrının sonundaki selamete. Mutlu görünüyordu. Hiç ağlanacak bir durumda değil gibiydi. Dudaklarına ıslak pamuk sürdüm. Bence gülümsedi. Anneme söyledim. Bana öyle geldiğini söyleyip durdu. Dayıma sordum bir şey demedi. Herhalde inanmadı annem gibi. On dakika sonra öleceğini biliyor muydu acaba? Yanaklarını öperken gülümsemiştim. Onun ördüğü yeleği giymiştim o gün de. Gülümsedi bence.
8 Nisan 2008
YORUMLAR
Bence de gülümsedi.Huzur icinde ölmüs demek ki.
Cok severek okudum bu yaziyi ben.
Yüreginize saglik cok güzeldi.
Sevgiler
hicbitmez tarafından 4/8/2010 3:06:35 AM zamanında düzenlenmiştir.
Bir anlatıcı
SAYGILARIMLA....