3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1001
Okunma
Gittim geldim yazınızı okudum. Biraz uzun düşündüm. Çünkü sözcük, imge zenginliğiniz yanı sıra bilgi dereceniz çok üst seviyelerde. Hayranlığımı kabul edin lütfen…
Madem eğitim ve öğretime gönül vermiş bir insan, hele ki bu konuda ihtisas sahibi ise, bir mum gibi kendini eritip öğrencisine ışık saçmalı. Zira öğrenmenin bedelini insan yaşam arenasın da bilmemek gibi bir yüksek fatura ile ödemektedir. İnsan öğrenirken bildiğini sandığı birçok konuyu zamanla bilmediğini anlamakta olduğu gibi bilgi potasını gözden geçirip, etraflıca düşündüğü zaman da eğitim ve öğretimde ne kadar eksik olduğunu anlıyor.
Ve ne yazık ki deneye /yanıla-sınayarak yaşam insanın en iyi öğreticisi oluyor pratik uygulamaları ile.
Şimdi belki-lerimi sıralayacağım izninizle…
Mehmet Fuat’ın yaşadığı dönemin insanına, belki de “bilgi ceketi” bol gelmiş olabilir, dar açıdan ve tek pencereden bakan insana öğretmek kolay olmasa gerek.
“İnsana hiçbir şey öğretemezsin; öğrenmeyi ancak kendi içinde bulacağını öğretebilirsin.” Sözlerini belki de boşa tüketmemiştir, Galileo…
Öğreticinin bilgi potasındaki kıtlıktandır, aslında en çok da onun öğüde gereksinimi vardır belki de…
Çünkü gerçek eğitim ve öğretim kendinde olanın en iyisini sunmaktır. Gerçek öğrenci de bilinenin içinden bilinmeyeni çoğaltıp, geliştirip, öğrenir ve en iyiye ulaşır.
Burada eğitmenin asıl amacı da öğrencisinin devamlı sorular sormasını sağlayarak onu eğitim aşamasından öğrenme aşamasına taşımak olmalıdır.
Anı depomdan bir öğretim görevlisi dostumun liseli yıllarındaki “soru sorma” ile fizik hocasının öğretimdeki başarısı geldi.
“Yaz tatili bitmiş ve ilk dönem eğitim/öğretim sezonu açıldığında, üst sınıf öğrencilerin önyargıyı tetikleyen sözleri “fizik çok zor” diye sınıfta suskun bekleyişe neden olurken, fizik hocası başlamış tatilini nasıl geçirdiğini anlatmaya.
Tabi öğrenciler büyük bir dikkatle fizik hocasını dinlemekte.
-Çocuklar Erzurum doğduğum büyüdüğüm şehrimdir. İstanbul-dan dan trenle üç-dört gün süren bir yolculuk sonrası sabahın erken saatlerinde şehrime vardığımda, henüz güne kimse uyanmamıştı. Bende köyümün kahvesinde çay ve simit yemek için girdim. Bilirsiniz Erzurum-da çay kıtlama ile içilir. Şekeri sert ve ağızda tutulan şeker hemen erimez. Çay siparişi çırağa söyledim ama ben kıtlama içmem. Kaşık istedim, getirdiler. Ama kaşık elimi yaktı. Çünkü çay çok sıcaktı. Kaşığa baktım kaşık kromdan yapılmıştı ve ağırdı.
Neyse eve geldim, ninem beni görünce çok sevindi. Oda bana çay demledi, hemen pişi kızartıp yanında çayla bir güzel yerken, bir şey dikkatimi çekmişti. Ninem de kaşık getirdi ama elim bu kez daha çok yandı. Baktım kaşık teneke gibi inceydi, çünkü demirden yapılmıştı.
Neyse, sözü çok uzatmayayım. Ertesi gün tek tek köydeki akrabalarımı ziyaret ettim. Bir evde yine çay sundular, ama bu kez elim hiç yanmadı, buna sebep çay kaşığı hem hafif hem de iletken olmayan bir metaldi. Gümüştü. Alüminyum sanmıştım.
Sınıf sus pus fizik hocasını dinlerken hoca birden;
-Hadi bu kadar sohbet yeter açın fizik kitabınızı sayfa 1-den sayfa 25-e kadar okuyun sizi sözlü yapacağım.
Sınıf yine suskun ve heyecan dorukta. Sınav heyecanı.
-O günü hiç unutmam, fizikten bütün sınıf yüksek not almıştı. Zira fizik hocamızın bize anlattığı o anısı ile farkında olmayarak iletken ve iletken olmayan metaller konusunu dolaylı anlatması ile zaten konuyu öğrenmiştik, diye arkadaşım liseli yıllarından bir anısını paylaşmıştı.
İşte önyargı ile korku kültürümüzü, ister istemez kendimiz de geliştirdiğimiz gibi, öğreticinin de o kültürü ektiği gerçeğini çoğumuz okul sıralarında yaşamadık mı?
Belki de Mehmet Fuat’ın 0-6 okul öncesi yaş grubunun kemikleşmiş eğitimini şiir yoluyla miniklerin-gençlerin gönül toprağına bilgi ekmek istemesini, o günün koşullarına göre düşünebiliriz belki…
Sözlerimi çok beğendiğim düşünür - eğitmen ve öğretim görevlisi ve Alman şair/yazar Johann Wolfgang von Goethe ile noktalayacağım.
“Üç türlü okuyucu vardır: Biri, yargısız tad alır, üçüncüsü tad almadan yargıda bulunur
ve ortadakiler tad alarak yargıda bulunan ve yargıda bulunarak tad alanlar; bunlar aslında bir sanat eserini yeniden oluştururlar. “
Saygıdeğer Osman Tatlı,
Sizce ben ve siz bu durumda ve şu an hangi sınıfa giriyoruz?
Ben hem beğeniyorum yazdıklarınızı, hem bilgileniyorum, hem yenileniyorum, hem de müthiş okuma-öğrenme hazzını tadıyorum.
Teşekkürler emeğinize.
İyi ki varsınız…
Sevgi ve ışıkla
Emine Pişiren/Akçay
27.03.2010
Not: Aşağıdaki link, bu mektubu yazmama neden olan, değerli yazar/yayın yönetmeni ve sinema eleştirmeni edebiyatçı sayın Osman Tatlı’nın yazısına aittir.
edebiyatgalerisi.net/kitap-ozetleri-ve-elestirileri/mehmet-fuat-egitim-uzerine.html