- 672 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Küçük Simitci
Şimdi simitçi olmuştu mahallesinde. Mustafa’nın bir gün simitçi olacağı hiç aklına gelmemişti. Yedi yaşında yetim kalmıştı Mustafa. Yetimlik, fakirlik… İçine kapalı bir çocuktu o…Kimseyle konuşamazdı sıkılgandı da üstelik…
Mahallede bir arkadaşı vardı, Mehmet. On yaşına gelmişti başkada arkadaşı yoktu. Onu aksi bir çocuk sanmayın sakın. Yetimliğin ezikliği ve fakirliğin ezikliği ona bu konuda çok şans vermemişti işte…
Bir akşam yemeği yiyorlardı annesiyle. Kapı çalındı gelen ev sahibiydi. Kiralarını altı yüzden bine çıkardığını haber vermeye gelmişti… Dünya tepelerine çöktü Mustafaların. Boğazlarından bir lokma bile geçmedi artık… Uzun uzun düşündükten sonra annesi:
- Oğlum İstanbul’dan gitsek mi?
- Hayır anne
İstanbul’da kalmak uğruna simit satacaktı Mustafa:
- Simit satarım yine İstanbul’dan gitmem anne…
- Kolu komşuya beni rezil mi edeceksin. Ben seni okumuş büyük adam olmuş görmek istiyorum…
Mustafa için İstanbul baba mezarı demekti… İstanbul’dan gitmek ölüm olurdu ona… Şu dünyada kimi vardı ki, annesi, babasının mezarı ve mahalle arkadaşı Mehmet.
Mahalle arkadaşı Mehmet mustafa’nın annesini ikna edebilirdi... Her şey Mustafa’nın istediği şekilde gelişti. Annesi izin vermişti. Mustafa simit satmaya başlamıştı.
İlk gün annesi merakla beklemişti Mustafa’yı sevinçli dönmüştü eve Mustafa:
—Anne tam yüz tane simit sattım. Yirmi beş simit parası kar ettim… Annesi Mustafa’nın Okulu bırakmasına üzülüyordu:
—Ah oğlum sana acıyorum…”
- Böyle söyleme anne yarın simitleri veresiye almak yok. Yirmi beş simit parası var cebimde…
Mustafa ertesi gün simitleri peşin para ile alma sevinci ile tezgâhını açtı. Tezgâhı yeni açmıştı ki karşısında zabıtaları buldu. Zabıtalar Mustafa’nın tezgâhını kapıp götürürken Mahalle bakkalı
— Bakar mısınız? O tezğahı bırakır mısınız?
Zabıtalar:
—Pardon ağabey çocuk sizden miydi?
Bu tatsız olaydan sonra mahalle bakkalı Mustafa’ya bakkalın önüne açtırmıştı tezgâhı…
Mustafa çok kısa zamanda mahallenin en sevilen simitçisi oldu. Herkes onun müşterisi olmuştu: Okul çocukları, bey efendiler, hanım efendiler… Öyle çok müşterisi vardı ki, Akşamları eve cepleri para dolu dönüyordu.
Mustafa temizliğe dikkat ederdi. ,Taze simit satardı… Ta uzaklardan ona müşteri gelirdi.
Bakkaldan kaşar peyniri, Mustafa’dan simit… Müşteriler sevinçle ayrılırlardı… Mis gibi de koklanırdı Mustafa’nın simitleri…
Mustafa her sabah uyandığında, oh bu gün de İstanbul’dayım… Der. Şevkle işine gider… Yorgun ve mutlu evine dönerdi her akşam .”Beni annemden, İstanbul’dan ve arkadaşım Mehmet’ten ayırmadın ya sana sonsuz şükürler Allah’ım derdi…
Öyle günlere erişmişlerdi ki, Küçük simitçiyle akşam yemeğinde annesi şunları konuşmaya başlamışlardı bile:
—Bir ev alacak kadar paramız birikti, Ne dersin oğlum bir ev alalım mı?
—Soruyor musun bir de anne… Derdi Küçük simitçi.
Küçük simitçinin annesi her sabah satılık ev araştırmasına çıkıyor, Akşamleyin oğluna bunları mutlulukla anlatıyordu… Oğlunun da beğendiği bir evi sonunda almışlardı… Geciken okuma işi şimdi başlamalıydı küçük simitçiye bunu annesi hatırlatmıştı bile ve babasından kalan emekli aylığı ile de geçine bileceklerdi…
Her sabah okula giderken, ne büyüksün Allah’ım diyordu Küçük simitçi artık…