- 564 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YUSUF
YUSUF
Yosun yeşili gözler ve ona yakışmayan donuk bakışlar, solmuş bir ten, acı çektiğini açıkça belli etmemeye çalışan yüz ifadesi... Parmak ucundan diz kapağının üzerine kadar sarılı bir sağ bacak. İnsanın içini yakan ve üzüntüye boğan, çaresizliğin haykırdığı bir teşhis ve onun bu güzelliğine, yüce ismine yakışmayan hayallerinin ve gençliğinin ilk çeyreğinde onu seçen, acılarının başlamasına neden olan, ilk aşkını ve sevdiğini elinden alan sevenlerinin dahi dilinin ucuna gelip de telaffuz edemedikleri melun illet.
Çekilen acılara karşı Eyüb Sultan Hz.’e emsalen gösterilen sabır… Her şeyin Yaratan’dan geldiği inancına karşı isyansız, koşulsuz, şartsız tam bir teslimiyet. Umutsuzluk çaresizlik içinde odanın kapısını aralayıp içeriye girdiğimde gördüğüm manzara ve o yoğun manevi atmosfer karşısında şaşırmış bir o kadar hayran kalmıştım. Daha önce hiç böyle bir yolcu uğurlamasına şahit olmamıştım. Gözlerimden akan yaşlara engel olamıyor, başımı kaldırıp kimseye bakamıyordum. Utanarak odadan çıkıyor ve isyan çığlıklarım duvarları yalıyordu. Gencecik fidana yardım edemiyor, onu kurtaramıyorsam yaptığım işin ve orada olmamın ne anlamı vardı? Belki de; gördüğüm sabır ve teslimiyetten korkmuş, maneviyatımın eksikliğini hiç bu kadar yalın ve çıplak hissetmemiştim.
Yolcu; metanetli, gözleri açık, seslere ve temasa cevap vermiyor. Dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme. Birilerini gördüğüne yemin edebilirim. Ve gördüğü sıradan birisi değildi. Eminim o Sevgililer sevgilisi ile konuşuyordu. Fakat benim ve diğerlerinin duyamayacağı kadar sesli ya da sessiz… Gülümsemesi devam etti. Açık olan gözlerinden yanaklarına yaşlar süzülmeye başladı. Odadan tekrar kaçtım. Bu gözler bugüne kadar, milyonlarca defa girdiğim oda, böyle bir yoğunluğa hiç şahit olmamıştı.
Sevenlerinin okuduğu Kuran-ı Kerim odayı tamamen doldurmuş onun verdiği huzur sayesinde bu kadar sakin ve sükûnet içindeydi. Tam anlamıyla Yaratana teslimiyete şahit oluyordum. Acaba; beni hayretler içinde bırakan yatanın teslimiyeti mi? Yoksa anne babasının teslimiyeti miydi? Bu ne büyük bir iman, ne büyük bir sabır, metanet. Oğullarına sarıldılar, onu gözlerinden, yanaklarından öpüp kokladılar.
Annesi kokusunun içinde kalıp bir daha hiç çıkmaması için derin bir nefes aldı. Dünyanın en güzel kokusu; belki de cennet kokuyordu. Birden durdu… Kendisine bakmayan, başka bir âlemde olan oğluna; “Analık hakkımı helal ediyorum. Bu geçici bir ayrılık kavuşacağımız zaman geldiğinde hasretlik bitecek. Sakın! Hiç korkma. Yolcusunu bekleyen ev sahibi gibi ol, ne mutlu sana! Sen bizden önce Sevgililer sevgilisine kavuşacaksın. Güzel gözlü canım oğlum…” Diğer elini tutan babası “babalık hakkımı helal ediyorum.”
Ne bir çığlık ne bir isyan ne de sesli hıçkırıklar. Okunan sessiz Kuran-ı Kerim yolcunun en huzurlu yolculanması ve kulağına okunan tekbir sesleri içinde ruhun bedenden ayrılıp uçup gitmesi. Evet, uçup gitmesi diyorum. Kelebek gibi nazlı, ahenkli ve sakin. Orada olsaydınız gerçekten bir kuş gibi açık duran pencereden kanat çırpıp uçtuğunu hissederdiniz. Bir evlat ancak bu kadar huzurlu ve bir o kadar imanlı gönderilebilirdi.
İki cihan güneşi efendimiz (s.a.v) cennetteki Kevser suyunu ikram etmiş olmalı ki gelen ve ikram edilen karşısında teslimiyet göstermesin. Gözyaşı dökmekten başka.
NURHAN SARI