- 1727 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bitmemiş Mektuplar
Bir kuyumcunun özeniyle seçmek istedi sözlerini adam... Sesi kulaklarına, kokuyu en içlerine hapsetti ve sözcüklerin kanatlarına tutundu sessizce... Zamanın tiktaklarına, günün aydınlık, karanlık olmasına aldırmadı bile...
En dingin rüzgârların esişlerine bıraktı kendini sadece... İstemedi tenine sinmiş kokuların uçmasını çünkü... İstemedi, sesin kaybolup bilinmezlere gitmesini... İstemedi... Korktu, sustu, istedi belki de...
En mahrem halleri geldi gözlerine... En çıplak, en insan halleri hani... Gülümseyen bir çift göz aydınlattı yolunu...
Ölümü beklerken yaşama tutunan gözler... Bir sonbahar ayının, bilinmez bir gününde ve saatinde, sararan yapraklara ayaklarını gömmek, bir sıcak çay içmek, başını usulca göğsüme yaslamak isteyen bir yürek... Yolculuğun hikâyesi başlamıştı işte...
Adam:
Mayıs ayında açar ıhlamurlar... Haziran ayı geldi mi, mis gibi kokular salar etrafına... Sarıp sarmalar, okşar adeta yürekleri... Yanaklarda süzülen gülücük misali, yeşil yaprakların arasından açan sarı yapraklar, gözleri kamaştırır adeta... Duygular uzun, kıvrımlı, yakıcı yolculuklara uzanır... Aşklara, özlemlere, vuslatlara davettir bunun adı...
Ve bahar onunla bir başka güzelleşir dedi adam... Ihlamurlara sinen kokuları topladı bir bir... Mayıs yaklaşmaktadır işte...
Kadın: Ne ilginç değil mi? hep yalnızdım ama yine de alışamıyorum yalnızlığa... Sonra da üzülüyorum kimse yok yanımda diye... Evet, her şey kötüydü... Ama güzellikte vardı; bak sabah bir kez daha oldu ve gördüm bende... Tüm gece yağmur ağladı ben ağladım... O söyledi ben söyledim... Kimsecikler yoktu... Neden olsunlar ki dedi yağmur... Haklısın dedim... Sustuk... Neden olsunlar ki.
Geçti... Bitti... Sancılı bir gecede dökülmüştü bu satırlar...
Adam:
Hadi bırak kendini yağmura, duygularına dedi... Yaşamalısın, yaşamalıyız işte... Bak hiçbir esinti yok dışarıda... Kokun her bir yağmurda düşüyor toprağa... Toprağa mı... Hayır, hayır kıyamam sana... Bak avuçlarıma topladım gözyaşlarını... Hiç kokunu bırakır mıyım toprağa...
Kadın:
Yaşamak... Nefes alıp verebilmek ve bunu olabildiğince çok kereler yapabilmek midir?
Henüz dokunamadığım, kokusunu içime çekemediğim bir insan, aramızdaki onca mesafeye rağmen yaşadığımı, insan olduğumu, kadın olduğumu hissettiriyor... Bundan güzel yaşamak olabilir mi?
Bilinen, bilinmeyen, varsayılan, tüm, kısa, uzun yaşam süreleri adına, evrenin bir dengesi var diye düşünüyorum... Benim bilinen kısa yaşam süremde, onunsa bilinmeyen, varsayılan, uzun yaşam süresinde, işte, tam bu an’da karşılaşmış olmanın bir anlamı vardır belki de... İlk yazısını okuduğum anda yağan yağmurun, yüreğime dolan ıhlamur kokusunun da bir anlamı vardır belki de...
Kendimize dair biriktirdiklerimiz, eksik bıraktıklarımız, belki de yakalanan an’ı bu kadar anlamlı kılıyordur, bilmiyorum ki...
Açıklaması, adı ne olursa olsun... Seviyorum seni, yakaladığım bu an’ı, bu günü. Geleceğim... Mutlaka geleceğim. Bendeki seni görmen için...
Adam: sözcükler ne zaman susar bilmiyorum... Yüreğimdekileri anlatamama korkusu sözcüklere sıçradı işte... Susuyorum... Yetmiyor sözcükler... Anlatamıyorum... Ve susuyorum... Teşekkür ediyorum... Ve özlüyorum seni... Gelişini bekleyeceğim...
Yağmur yağar mı bilmiyorum... Taşır mıyım ıhlamur kokularını sana, inan bilmiyorum... Ama sana, kokumu vereceğimi biliyorum... Canım... Bir tanem... Seni istiyorum... Lütfen gel... Ve gitmek için de acele etme olur mu...
Kadın:
O gecenin sarhoşluğundayım. Gözlerim açıkken bile senin yüzünü görüyorum her yerde... Hücrelerime kadar senle doluyum...
Beni kendine eş görmen, nasıl bir rüya, nasıl bir mutluluk... Dünyadaki tüm papatyalar benim oldu.
Sana aşığım. Evet, adı bu yaşadığımın, aşk...
Beni gönderdin uyuyayım diye, uyumadım. Dizlerimi karnıma çekip kollarımla sararak, oturdum öylece, yaşadıklarıma, duyduklarıma, hissettiklerime tekrar tekrar baktım... Özenle yıllar boyu saklanmış, zarar görmesin diye yavaşça yaprakları çevrilen bir fotoğraf albümü gibi... İçime yerleştirdim, bakışlarını, gözlerini, bana dokunan parmaklarını ve gözyaşlarıma ortak oluşunu...
Saçmaladığım zamanlarda bile, sabırla bekleyişini, yeteneksizliklerimi düzeltişindeki inceliği... Bana rağmen benim için bulduğun açıklamaları, çözümleri...
İçinde sen olan herşeyi yeniden yaşadım... İlk gecem böyleydi... Eksiktim çünkü yoktun o an... Nasılda dayanılmazdı sana dokunma ihtiyacım... Canım acıdı, özleminden.
O GÜN BİR DAHA GELMEYECEK... Evet, ama bir kez olsun geldi... Bıraktığın...’an’dayım...
Adam:
’’Erguvan çiçeğinin ömrü en fazla bir buçuk ay sürermiş... Çiçeği yapraklarından önce oluşur ve yaprakları oluşana kadar dökülürmüş çiçekleri...
Çiçekleri beyazmış erguvanların... Yahuda’nın ihanetine dayanamamışlar... Beyaz olan çiçekleri kırmızıya dönüşmüş... Ve hep müjdelemişler baharı... Erguvan çiçeklerinin masumiyetinde buldu gözlerini... Teninin sıcaklığını beyazlaşan yaprakların arasında aradı... Üzülme hadi, yine geleceksin, yine saracağım seni... Eksik kalmayacak hiçbir şey...
Kadın:
Bu gün özgür gün... Ben ilan ettim... Resim yapacağım... Dünyayı renklendireceğim...
Nasılda unutmuş insan renkleri... Nasılda grileşip matlaşmış gökyüzü... Sadece hüzün, acı, yoksunluk renkleri var... Üzüldüm gökyüzüne.
Buna dur demeliydim... Ölmemeliydi...
Rengini aldım ve boca ettim dünyaya... Işık ışık oldu her yer... Gökkuşağının sekizinci rengi o...hem herkes görsün hem de sadece ben göreyim istiyorum... Tek benim olamayacak kadar COK Özlüyorum O’NU...
Güzelliklerin üstündeki tozlar kalktı, gökyüzü aydınlandı. Yasam pencereleri açılıverdi iyiliğin, insanin, sevginin, askın, üstüne.
Bu gün özgür gün... Ben ilan ettim... Resim yapacağım... Hadi sende fırçanı eline al, gel yanıma, benden basla, renklerini kullanmaya, olmaz mı?
Adam:
Sessizce gitmelisin dedi... Sözcükleri özenle seçmek istedi... İçi dışına geldi adamın birden... Korktu mu adam, bilemedi... Sadece sessizce gitmelisin diyebildi. İçi acıdı... Canı yandı... Parmak uçları yandı yazarken...
Alev topuna dönen ellerinde, dökülüverdi birkaç söz işte... Gitmelisin... Gitmeliyim diyebildi sadece...
Kadın:
Yine içsel uçurumumun dibindeyim. Kopkoyu bir karanlık sarmış etrafımı. Deve kuşu misali gömdüm yüzümü toprağıma. Nedir bu duygu? Bilmiyorum... Yanımda olmadığını ya da beni kendinden uzak tuttuğunu hissettiğimde hep ayni boşluk ve karanlık duygusu çörekleniyor içime... Güneş kayboluyor... Güçsüzleşiyorum...
Değil bir kelime senden gelen her harfin sonrasında bile okusam beni nasıl değiştirdiğini biliyorsun... Sessizliğin çok kotu... Anlamıyorum... Bekliyorum... Küçülerek... Gittiğinde ise yok oluyorum beyaz ekranın önünde, utanıyorum kendimden...
Bilirim ki düşünmüşsündür bana bu cümleleri yazmadan önce... Bütün detaylarıyla... Ne gibi sorular sorabileceğimi de bilirsin... Benim düşünebileceklerimi ve düşünemediklerimi de hesaplayarak bu sonuca varmışsındır... Demek ki doğru yöntem bu... Böyle yaptığına göre...
Sen benden daha gerçekçisin, daha iyi düşünüyorsun... Ben sadece bir adım önümü görürken sen metrelerce ötesini görüyorsun... Sana inanıyorum... Bütün kalbimle, beynimle, ruhumla... Vardığın sonuçta beni de düşünmüşsündür... Sadece kendin olsaydın bu kadar da sürmezdi belki de...
Sana kırılmadım, kızmadım... Nasıl kırılabilirim ki, kızabilirim ki, bana verdiklerinden sonra... Sadece üzüldüm hem de çok... Tu es mon univers... Bu günde dün gibi seni çok seviyorum...
Seninle büyüdüm, geliştim, zenginleştim... Ne çok isterdim anlatabilmeyi, yeterince gösterebilmeyi, sana bendeki seni... Bu gün denize günaydın demedim sabah, diyemedim... Öyle eksiktim ki... Sonra sen geldin aklıma ve denizin ne suçu var dedim... Gittim kucakladım onu... Bağışladı...
Bu bir büyüydü... Beni gördün, sevdin, dokundun... Daha ne isteyebilirim ki yaşamdan bu yaşımda... Yaşadıklarımız en büyük hediyemdir... Kucak dolusu teşekkür ederim sana...
Adam:
Çimenlik tarla kıyılarına, orman kıyılarına ve çayırlardaki karınca yuvalarının üstüne indi sessizce... Menekşe kokularını aradı gözleri... Arıların, böceklerin arasında bir yer buldu kendine...
Menekşe kokuların çekti içine... Sonra dağların ıssız kuytularına yöneldi bakışları... Özgürlük duyguları çağırıyordu adamı işte... Kekik kokuları çekmeliydi içine... Kekik kokuları işte...
Adam ağlıyordu işte... Ellerinde hala onun kokusu, ıhlamur, erguvan, menekşe kokuları vardı... Kekik kokusu da sinmişti bedenine... Kokular karışmış ve bir olmuştu bedende... İstemedi tenine sinen kokuların kaybolmasını adam... Yağmur yine yağmalı diyebildi sadece...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.