- 1007 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ...
Nigar Hanım, kumral saçları, ela gözleri, zarif endamı ile mahallenin gözü üzerinde, bir hanımefendiydi. İnce yüksek ökçeli ayakkabıları ile, dışarıya çıktığı zaman, bütün gözler, onda olurdu. Herzaman, çok şık giyinir, kullandığı parfümün kokusu, mahallenin gençlerini, sarhoş ederdi..Zamanın modası olan, kum saatini andıran etekliğinin altına, korse ile incelen belini ortaya çıkartır, çok şık şapka ve eldiven kullanırdı...
Üç katlı, bahçeli evinin, mutfak penceresi, sokağa bakardı ve Şadiye Kalfa, yemek hazırlarken, o, güzel sesiyle, aryalar söylerdi..Şen kahkahaların geldiği evde, herzaman, ağır konuklar ağırlanır, zamanın ünlü simaları, edebiyat ve ülke sorunlarını tartışır, derin sohbetler yapılırdı..
İstanbul’da henüz boğaz köprüleri yoktu, boğaz, her iki yakasında yalılar, yeşillikler ve ilkbaharda açan erguvanlarla sakinlik ve bir tatlı huzur sağlardı. İstanbul’da yaşam, Eminönü, Beyoğlu ve Üsküdar arasında geçer, boğazda Kalender vapuru, sakin sakin süzülür, karada ise tranvaylar "çınçın" sesleriyle hayatın içersinden akıp giderdi. Şehrin ileri gelenleri, yazları Büyükada’da begonvil ve mimozaların süslediği yalılarında geçirirlerdi. Madam Vartanyan’ın nefis mezeleriyle yemekler yenir, Pazar günü kiliseden gelen çan sesleriyle uyanılır, akşam vapuru ile dönenler, faytonlarla evlerine ulaşırlardı. Yani’nin bahçesinde, mehtaba karşı Rum müziği ile coşulurdu..Ada o zamanlar, bünyesinde her kesimi barındıran tam bir mozaikti..Haftasonları, ailece Gülhane Parkına gidilir, önce çocuklar, hayvanat bahçesinde, hayvanları seyreder, sonra Setüstü Çay Bahçelerinde gazoz veya çay içilerek Adalar, Haydarpaşa, Salacak, Kızkulesi, Üsküdar, Kabataş Karaköy, Galata seyredilirdi. O Yıllarda Anjelik, Gondola en popüler gece eğlence mekanları idi. Tepebaşı, Maksim, Yenikapı gazinoları da, dönemin, önemli eğlence mekanları arasındaydı...
İstanbul’un bu atmosferinde, dönemin ünlü avukatı, Baki Bey, eşi Nigar Hanım’la pek övünür, onun neşesine, misafir ağarlamasına, nüktedanlığına ve piyano eşliğinde aryalar söylemesine övgüler yağdırırdı. Zaman zaman, iş seyehatleri için, şehir dışına gittiğinde, eşini, yalnız bırakır, ama genelde, evine düşkün bir İstanbul beyefendisiydi. Tek üzüntüleri, çocuklarının olmamasıydı, bu duruma, Nigar Hanım pek üzülür, eşi de "Tanrı bize sağlık, afiyet versin ne yapalım? O’nun buyruğu, üzme kendini" diyerek teselli ederdi. Nigar Hanım eski Osmanlı terbiyesi almış, evde hizmetkarlara, hatta misafir olarak eve gelen yeğenlerine, göz açtırmaz, evdeki otoritesinden asla, taviz vermezdi. Evde, herşeyin yerli yerinde olmasına azami dikkat eder, bu kanuya eşi dahil herkesin, dikkat etmesini isterdi. Baki Bey, sessizce ona itaat eder, çocukları olmadığı için, oyalandığını düşünür, üzerine gitmezdi. Yaz tatillerinde, kızkardeşinin çocuklarını, yanına çağırır, onlarla çocuk özlemini giderirdi.Hayattaki tek dayanağı, eşiydi, bu yüzden ona, aşırı düşkündü, zaman zaman onu, boğduğunu bile farketmiyordu...
Bir Pazar akşamı, yemekten kalktıktan sonra Baki Bey, " Galiba, yemeği biraz fazla kaçırdım, rahatsız oldum, ben, biraz vakit geçireceğim, sen istersen yat" dedi. Nigar Hanım, kalktı, odasına gitti. Her gece, uyumadan önce, yaptığı gibi, kitabını okudu ve bir süre sonra uykuya daldı. Gece, bir ara uyandı, yanında eşi yoktu, hemen sabahlığını giyindi, salona indi. Eşi, koltukta oturmuş, uyukluyordu. Bir ara, uyandırmamayı, düşündü, ama, sonra üşür diye kıyamadı, yanına gidip, omzundan silkeledi. Baki Bey, hiç ses çıkartmadı, bir daha, omzunu tutup salladı, sonra, eliyle, yanağını okşadı, yüzü buz gibiydi..Telaşlandı..Avazı çıktığı kadar "Şadiye Kalfaa!" diye, bağırdı. Şadiye Kalfa, bu konuda daha soğukkanlıydı, koşarak, gözlerini oğuşturarak geldi, eliyle Baki Bey’in nabzını tuttu. Baki Bey’in nabzı ne yazık ki, durmuştu, ama bu durumu Nigar Hanım’a nasıl söyleyeceğini bilemedi. " Siz, üzerinize bir şey alıverin de, ben gidip Doktor Osman Bey’i çağırayım" dedi. Nigar Hanım, ağlayarak, odasına çıktı, hıçkırıklarını durduramıyordu. Telaşla, bir oraya, bir buraya koşturuyor, ne aradığını bilmeden dolanıp duruyordu...
Cenaze, evden çıkarken, Nigar Hanım, kocasının cansız bedeni, üzerine, yığıldı, bırakmak istemedi. Zorla, kaldırdılar, Doktor Osman Bey, bir sakinleştiric iğne yaptı..
Nigar Hanım, günlerce, haftalarca, aylarca kapı dışarı çıkmadan kocasının, yasını tuttu. O, şen hakkahalar, yerini hüzne, bırakmıştı. Dostlarla dolup taşan ev, taziye için gelenler de seyrekleştikten bir müddet sonra, yalnızlığa büründü..
Nigar Hanım, uzunca bir süre, hiçbir eşyaya dokunmadı, kocasının eşyalarını, kimseye vermedi. Onun anılarıyla, yaşadı. Bir gün, kapıya Baki Bey’in avukat ortağı, geldi ve " Baki Bey’in ilgilendiği bir dava için belge aradığını, mutlaka bulunması gerektiğini" söyledi. Nigar Hanım, " Kocasının odasına, henüz girmediğini, ama arayacağını" söyledi.
Üç dört gün, oyalandıktan sonra, Baki Bey’in odasına girdi, çekmecelerine baktı, aslında ne arayacağını bilmiyordu...İşle ilgili belgeleri ayırdı, özel mektuplarını ayrı bir yere kaldırdı. İçi daha fazla götürmüyordu. "Beni, nasıl bıraktın, yapayalnız, kimsesiz?" diye bir taraftan isyan ediyor, bir taraftan da ağlıyordu.. küçük bir sandık, gözüne ilişti, kilitliydi, zorladı, ama açamadı. Anahtarı, buralarda olmalıydı, her tarafa baktı, bulamadı.. Çekmeceden, bir çakı buldu, kapağını kanırtarak zorladı, ama açamadı. Bıraktı..Gücü de kalmamıştı, odayı üzüntüyle terketti..
Ertesi gün, bir tornavida ile odaya girdi, küçük sandığın başına oturdu, tornavidayı soktu, zorladı, kapak açılıverdi. Küçük sandığın içi, lavanta kokuyordu, bir anlam veremedi. Sandığın içinde, bir sürü zarf duruyordu, titreyen elleriyle zarflardan birini açtı.
Sevgili Baki Bey!
Bu mektubumu, size derin hüzne gark olarak, karalamaya mecbur oldum. Gözlerimde, ağlamamak için katre(1) katre toplanan yaşların, haddi hesabı yok. Sizinle, geçirdiğim o asude(2) geceyi, unutmama imkan yok ki. Kollarınızda bir nevnihal (3)gibi, ama sizsiz solacak.. ..
Gerisini okuyamadı..Bir rüya olmalıydı..Yerinden kalktı, ama başı döndü, sendeledi..Koltuğa çöktü..Bir yanlışlık olmalıydı..Başka bir mektup aldı.
Sevgili Baki Bey!
Zatıalinizin yokluğunda badiyeden(4) farksız, bu diyarda nefes almaktayım. Sizi özlememek ne mümkün...Ah!, halleriniz hayalime geldikçe daha da müteessir olurum ...
Nefes alamıyordu, kalbi deliler gibi atıyor, sanki dışarı fırlayacakmış gibi, kendisini sarsıyordu. Sandığı, kucağından fırlattı, gözyaşlarını sildi, dimdik ayakta duruyordu. Mektuplardan, birini aldı, ceketini giydiği gibi dışarıya fırladı.Ayakları, onu, zarftaki adrese doğru sürüklüyordu..11 numaralı evin önündeydi şimdi..Ne yapacaktı? .. Bekledi..Daha sonra, omuzları düşmüş bir şekilde, eve, döndü..
Bir hafta, hergün, o adrese geldi, evi gizlice dikizledi, sonra eve döndü. Nasıl ,ne zaman yapmıştı bunu, kocası, ona? Niçin, hiç sezmemeşti?..Yine evin önünde, bir hayalet gibi duruyordu. Artık, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Kendisini çok çaresiz, hissediyordu. Kocasından, hırsını alamamış, hesap soramamış ve bir daha da sorma şansının olmaması onu kahrediyordu. O an, sanki bir tokat yemiş gibi, kendisine geldi, ne arıyordu ki, bu evin önünde..Silkinmeli, geçen yılların hesabını almalıydı..Tam, evin önünden ayrılıyordu ki, bir kadın ve bir oğlan çocuğu evden dışarı çıktılar. Çocuk beş altı yaşlarında olmalıydı.. Kadın,güzel ama sönük, sıradan bir tipti. Daha fazla hırslandı "Bu kadınla mı? "diye hiddetle duvara bir yumruk attı. Sonra " Ona, kendinden bir parça bırakmıştı da" ...daha fazlasını düşünmedi...O kadına, öyle bir ceza vermeliydi ki...Kocasını asla kimseye kaptırmaya niyeti yoktu...
Ertesi gün, Eminönü’nde, gazete satan çocuklar bağırıyordu...
"Yazıyorrrr! Yazıyorrrr! Sarayburnu’ndan atlayan kadını yazıyor....
(1) Damla.Su damlası
(2) Huzur içinde
(3) Taze fidan
(4) Sahra, çöl