“KÜLLİ ŞEYİN ASLİ İLE YERCİUN”
( HERŞEY ASLINI TEMSİL EDER )
Zamanın birinde bir padişah varmış.
Hükmi ve Haklı işleri ile nam salmış bir padişahmış bu kişi.
Adaletli, asaletli biriymiş üstelik.
Ancak bir isteği varmış, yüreğini dağlayan.
Görmek isteyipte göremediği, bilmek isteyipte bilemediği bir istekmiş bu.
Padişahmış ama padişahlıkta yetmiyormuş böylesi bir isteği ele geçirmeye.
Ne istiyor padişah diye merak ettiniz değil mi?...
Öyle ya koskoca padişah ne isterde olmaz, düşündüğünüz gibi.
Hızır Aleyhisselamı görmekmiş muradı sadece.
Can-ı gönülden görmek istermiş tanışmak ve tanımak istermiş işte.
Fakat bunun yolunu bilemiyormuş, bulamıyormuş düşündükçe…
Padişah, ferman yazdırmış sokak sokak okutturmuş fermanı, duyurmuş cümle aleme.
— Her kim ki, Hızır Aleyhisselamı gördüğünde Padişahımız efendimize getirirse sarayda iyi bir iş ve rütbeye getirilecek, ailesi ve kendisi padişahımızın himayesine alınıp, hiç yokluk ve darlık yüzü görmeyecektir.
Çok fakir 4 çocuklu bir adam bu fermanı duyup gelip karısına;
— Hatun ben padişaha gidip diyeceğim ki, ben size hızırı getireceğim ancak siz bana ve aileme 40 gün boyunca bakın. Yedirin içirin çocuklarımı. Yavrularımın da kursağı bir lokma ekmek görsün diyerek göz yaşı dökmüş.
Adamın karısı;
— Aman Bey! ne diyorsun, hiç padişaha böyle bir şey söylenir mi? Sen nerden bulacaksın Hızır Aleyhisselamı, bu yalan olur. Bunun yalan olduğu ortaya çıktığında da padişah senin başının vurdurur.
Adam yaşlı gözlerle karısının yüzüne bakıp;
— Olsun, 40 gün boyunca yiyip içecek çocuklarım, karınları doyacak adam akıllı. 40 gün dolunca bende başımı alıp buralardan giderim. Bulamazlar beni.
Adamın karısı - yapma bey, etme bey demişse de dinlettirememiş.
Adam varmış saraya çıkmış huzura, padişaha demiş ki;
— Çok saygı değer padişahım, evime 40 gün boyunca sıcak yemek ve ekmek gönderin ben 41. günü Hızır Aleyhisselamı alıp size getireceğim.
Padişah hemen kabul etmiş teklifi hiç düşünmemiş bile. Heyecan ve istekle 41. günün hayalini kurmaya başlamış bile.
40. günün akşamı zavallı adamın evine yemekler gelmiş tekrar.
Yemiş, içmiş çocuklarıyla…
Bu süre zarfında hastalıklı gibi görünen evlatlarının yüzüne de azıcık renk gelmiş bu sayede.
Ancak adamın korkudan rengi ruhsarı uçup gitmiş… Bembeyaz kağıt gibi olmuş sureti.
Hanımına demiş ki;
— Beni sabah ezanından hemen önce kaldır, sabah namazımı kılıp, alıp başımı gideyim. Ancak bu sayede kurtulur, canım cesedim.
Son gün, son yemek diye tıka basa yedikleri için öyle bir ağırlık çökmüş ki üzerlerine padişahın askerlerinin kapıyı dövmeleriyle uyanmış, açabilmişler gözlerini…
Adam çaresiz düşmüş askerlerin önüne varmışlar saraya, çıkmış padişahın huzuruna, mahcup mu mahcup…
Demiş;
— Padişahım sağ olsun ben ve çocuklarım periperişandık, açtık hepimiz… Günlerdir kursağımıza bir lokma girmemişti. Dayanamadım yavrularımın haline, size böylesi bir yalan söylemek zorunda kaldım. Ben ne tanırım Hızır’ı nede görmüşüm… Bilirim padişahla oyun olmaz, kestirecek bile olsanız başımı, bugün olsa çocuklarım için yine yapardım. Gayrı ferman padişahımın. Hüküm ne ise razıyım. Ailemin bunda hiçbir suçu kabahati yoktur, tek kabahatli varsa o da benim bilesiniz…
Padişah düşünür…
— Şimdi af etsem olmaz, itibarım ayaklar altında kalır, bütün taba demez mi? Padişahı adamın biri oyuna getirdi diye. Başını vurdurtsam olmaz nihayetinde bu benim insanım benim böylesi aç ve sefil bir aileden haberim olmamış ben nasıl bir padişahım.
Hemen 3 vezirini çağırtmış huzura demişki hal hikâye böyle iken böyle.
— Bu sefil adam için karar ne ola… Hükümlerinizi bildirin bana.
Tam o sırada 10,12 yaşlarında bir çocuk belirir toplantı odasında. Padişahın dikkatini pek çekmez bu çocuk, padişah alışıktır saraydaki çocukları serbest bırakmıştır zira. Kendi ve sarayın ileri gelenlerinin çocukları diledikleri yerde olabilirlerdi gönlünce…
Birinci vezir,
— Padişahım bu densizi kırbaçlattırın ancak bu işlemi sokak sokak gezdirerek yaptırın. Herkes görsün ki, padişah kandırılamaz, padişahla oyun olmaz.
Odadaki çocuk birinci vezirin yanına gidip derki;
— Külli şeyin aslı ile yerciun…
İkinci vezir;
— Yok padişahım bu az bu sefile… Ona öyle bir ceza vermeli ki, koskoca padişahı kandırmak nasıl bir bela getirir insana herkes bilmeli… Başını vurdurun, vücudunun her bir parçasını her bir sokağın başına asın çengellere… Görsün âlem ve ibret alsın her dem.
Odadaki çocuk bu sefer ikinci vezirin yanına gidip sesini birazda yükselterek der ki;
— Külli şeyin asli ile yerciun.
Sesi duyar padişah ve Padişahın dikkatini çeker bu çocuk, bir gözü çocukta bir gözü vezirlerde.
Üçüncü vezire sıra gelir ve 3. Vezirde derki;
— Aman padişahım, küçükte kusur büyükte af. Af etmek büyüklüğün şanındandır. Bu zavallı bir fukaradır, niyeti sizi kandırmak değil, evlatlarının karnını doyurmaktır. Hata yapmıştır. Ancak siz bu garibi af ettiğinizde tabanız bilecektir ki, padişah gariban babasıdır. Kimseye kötülüğü dokunmayan, hatta kendisine yanlış yapmış birini bile af edecek kadar engin bir gönüle sahiptir.
Bunun üzerine odadaki çocuk üçüncü vezirin yanına giderek canı yürekten yüksek sesle bağırır;
— Külli şeyin asli ile yerciun.
Padişah çocuğun kolunu tutar der ki;
- Sen kimsin…? Söylediğin bu sözde nedir, ne demek istersin.?
Çocuk padişahın gözünün içine bakar ve derki;
— Sen padişahsın büyüksün… Sen bu adamdan ne istersin. Sana Hızırı getirsin istersin.
Ancak bilmez misin? Hızır darda olanın darına yetişir, zorda olanın zorunu giderir. Sen büyüksün senin ne zorun darın var ki, Hızır sana gelsin.
Ve hesaba çekilen adamın arkasına geçer çocuk, padişaha döner yüzünü, burada bir darda ve zorda olan insan var. Bende onun yanındayım. Buyur Hızır benim ne istersin, derdin nedir.
Vezirler şaşkın birbirlerine bakışırlar. Suçlu heyecandan gözlerini çocuktan alamaz haldedir.
Çocuk devam eder konuşmasına 1. veziri göstererek;
— Bu vezirinizin babası bir çobandı… Hayvanlara zulüm eder dururdu… Vura vura hayvanların canına okurdu. Bu da babasından bu asaletsizliği öğrenmiştir, bilesiniz.
2. veziri göstererek de der ki;
— Bu vezirinizin babası da bir kasaptı… Hayvanları kesip parça parça ettikten sonra kapısının önünde çengellere asar astıkları ile iftihar ederdi. Çocukluğundan berri kanı revanı göre göre büyüyen bu insanda böylesi ruhsuz bir ruh hali ile yetişmiştir.
- Üçüncü veziriniz ise bir müderrisin oğludur. Babası da aynı evladı gibi, adaletli ve merhametli biriydi rahmetli…
Herkes sus pus olmuş çocuğu dinlemektedir. 2 vezir utanmış başlarını önlerine eğmişlerdir.
Çocuk padişahın yanına gidip arkasına geçer. Zavallı suçlu adamı eliyle işaret ederek derki;
— Padişahım bakın bu biçareye...
Padişah dönüp zavallı adama bakar…
— Size Hızırı getirdi. Şimdi sıra sizdedir. Bütün ferman buyurduklarınızı yerine getiriniz deyip, padişahın arkasında birden gözden kayboluverir.
Evet gönül dostları, herkes aslını temsil eder.
Hızır Aleyhisselam’ın söylediği gibi…“Külli şeyin asli ile yerciun”
İşte asalet dediğimiz de bu değil midir…?
Tüm Dostlara Baki Selamlar.
YORUMLAR
Şiarı okuyucunun gönlüne birşeyler ilham etmek olan vede kendi nefsinin
nurlu ışığını her okuyucuya yazılarıyla yaymaya çalışan usta kalemlere ne
mutlu..
Bu değerli yazınızla ne güzel bir amel işlediğinizin farkındasınız umarım
Rabbim hakkı hak bilipte adaleti öğütleyenlerden razı olsun..Emek ve
duygu kattığınız yazılarınızın tümünde ibret alınacak temalar mevcut
Allah sizdende gani gani razı olsun..
Sizi vede çalışmalarınızı tüm yüreğimle kutlarım TEBRİKLER..
Selam vede muhabbetlerimle Allaha emanet olun..yudumyunus
evet gönül dostu çok haklısınız;
Rahmetli babam, "ot kök üstünde biter" derdi hep, o zamanlar ne demek istediğini anlamazdık tabiki, aslı asaleti nedir kimdir diye bakmaz, bilmezdik, yaşam süresince ne kadar haklı olduğunu şimdi anlıyorum....zira! " asıl" hiç bir zaman azmıyor....
çok güzel, ders verici , kıssadan hisseydi okuduğum...düşündüren
yazan yüreğinize selam olsun.
Allaha emanetle, var olun...