- 732 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yeni İnsan ve Yeni Kültür Üzerine
Yeni bir kişilik ve yeni bir kültürel atmosferin ortaya çıkması, sınıf mücadelesinin örs ve çekicinden yararlanılarak başarılacaktır. Başlangıç noktamız ise, emeğe ve insanlık değerlerine saygı ve bağlılıktır. Bu mücadelede yer alan bireylerin önüne çıkan en önemli engel, egemen üretim ilişkilerinin yönlendirdiği zihinsel şekillenmeler, yerleşik yaşamın değer yargıları ve kişilikte biriken alışkanlıklardır. Yaşam içerisinde alternatif duruş oluşturmaya çalışan birey, kurum ve kuruluşlar, pratik yaşamlarında “farklı olan”ın örgütlenmesine çoğu zaman dikkat etmezler. Öyle ki, alternatif olma iddiasında olsalar bile, egemenlerin sunduğu değerlerle alternatif diye gösterilen ve savunulan değerleri çakıştırabilirler. Bundan da hiçbir rahatsızlık duymazlar. Örneğin, farklı olanı örgütlemeye çalışan bir sendika, emeğin hakkını savunduğunu iddia ederken kendi çalışanlarına örgütlenme hakkı vermeyebilir ya da ücret artışı yapmamak için direniyorsa, teorik düzeyde savunulan hakların ve özgürlüklerin hiçbir anlamı olmayacaktır. Bir başka örnek, özelleştirmeye karşı olan bir demokratik kitle örgütü, kendi lokalını özel işletmeciye verebiliyorsa ya da kadın haklarını savunduğunu iddia eden ve kendisini solcu, devrimci olarak tanımlayan birisi, eşine hakaret edip eziyorsa, savunulan görüş ve düşüncelerin pratikte hiç bir anlamı olmayacaktır. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Egemen sistemin değer yargılarından, yaşam anlayışlarından kurtulamayan hiç bir alternatif etkinlik yaşam anlayışı başarıya ulaşamaz.
Bunları yazarken, var olan kültür karşısında alternatif oluşturmanın kolay olduğunu söylemek istemiyoruz. Ancak, böylesi bir iddiaya sahip kesimlerin bizzat kendilerinin egemen sistemden kopamaması, ciddi bir alternatifin ortaya çıkartma şansını da ortadan kaldırmaktadır. Samimiyetsizlik politik ve kültürel açıdan farklı olana, alternatif olmaya çalışana, hayatın her alanında büyük çaplı güvensizlikler oluşturmaktadır. Bugünkü toplumsal muhalefet hareketlerinin cılızlığı ve geniş kesimlerin bu hareketlere ilgisizliği, bu çelişkiden kaynaklanmaktadır. Yıllardır yaşanan güvensizlik, alternatif olanı örgütlemeye çalışan kesimlerin savunduklarıyla yaptıkları arasında ki açının büyüklüğünden ileri gelmektedir. Geleceği bugünden mayalamaya çalışanların başarısızlığı, göze çarpan farklılıkları, egemen düzenden ve onun oluşturduğu değer yargıları ve yaşam alışkanlıklarından bütünüyle kopmuş olduklarını gösterememeleridir.
Yaşamımızı bütün yönleriyle kuşatan egemen kültüre alternatif oluşturabilmek gerçekten zordur. Bu yönde sarf edilen çabaların yetersiz ve sembolik düzeyde kalmasının en önemli sebebi, bu zorluktan ileri gelmektedir. Bu demek değildir ki böylesi çabalar bütünüyle başarısız olacaktır. Hayır, başarmak, bu değişimin özneleri olan insanların tutarlı ve samimi duruşlarıyla olacaktır.
Marks, 1844 Felsefe Yazıları’nda şunları yazmış: “İnsanı insan olarak, dünyayla ilişkilerini de insani ilişkiler olarak kabul ederseniz, sevgiyi yalnız sevgiyle, güveni yalnız güvenle vb. değiştirebilirsiniz. Sanatın tadına varmak istiyorsanız, sanat kültürü almış biri olmalısınız; başkalarını etkilemek istiyorsanız, başkalarını gerçekten canlandıran ve yüreklendiren biri olmalısınız. İnsanla-ve doğayla-ilişkilerinizin her biri, gerçek bireysel hayatınızın belirli bir şekilde kendini göstermesi olmalı, istemimizin nesnesine uymalıdır. Karşılığında sevgi uyandırmadan seviyorsanız, yani sevgi olarak sevginiz karşılığında sevgi yaratmıyorsa, seven bir kişi olarak dışavurumunuzla kendinizi sevilen bir kişi yapamıyorsanız, sevginiz güçsüzdür, bir talihsizliktir.”
Kültür, tüm insanlığın tarih boyu yaşam içerisinde maddi ve düşünsel planda ürettiklerinin toplamıdır. Binlerce yılın yarattığı birikimlerin, değer yargılarının ve yaşam anlayışlarının kısa sürede değişmesini beklemek ve hangi noktalarda ne tür bir alternatifle karşı durulacağını kestirmek koyla değildir. İnsan, sınıflı toplum kültürü olan egemen kültürün, yaygın bir şekilde örgütlenen kurumların (aile, okul, işyeri, askerlik, medya vb.) kuşatması altındadır. Bu kuşatılmışlığı kırmak, sadece karşı olmakla değil “farklı olan”ı da pratik yaşamda örgütlemekle mümkündür. Bu zorla olabilecek bir şey değildir. Salt zorlamayla da insanları bir değişime tabi tutmak ve disipline sokmaya çalışmak, alternatif kültür anlayışına çok büyük zararlar verecektir. Yaşanan sosyalist devrimlerde de görüldüğü gibi, üst yapıyı ele geçirerek yeni insanı ortaya çıkartmaya çalışmak, devrimin ayakta kalmasına tek başına yetmiyor. Devrimlerin, devrimci ve sosyalist değerlerle donanmış kendi insan tipini mutlaka yaratması gerekiyor.
Verili düzene öykünerek yaşamakla, bırakalım toplumu değiştirmeyi, kendi kişisel değişimimizi bile gerçekleştiremeyeceğimiz açık bir gerçektir. Bu şekilde davranış biçimi göstererek bugünkü toplum yapısı içerisinde bunalmış, yabancılaşmış ve yalnızlaşmış insanların bilinç ve yüreklerinde alternatif norm ve değerlere yer açmak olası değildir. Egemen kültürün tüm özelliklerini; sevgisizliği, alçaklığı, kibirliliği, küfürlü konuşmayı, rekabeti, yozluğu vb. üzerlerinde taşıyanların yerleşik kültürün dışında, dolayısıyla sistemin dışında, alternatif temelde yer edinebilmeleri asla mümkün olmayacaktır.
Mehmet Ali Yazıcı